Kürtlerin ‘derelerle’ imtihanı: Munzur... Zilan... Sefo...

1960 yılında yaşanan askeri darbenin ardından Van’ın Özalp ilçesinde son yılların en sert kışı yaşanmaktadır. Köylüler evlerinden dışarı bile çıkamamaktadır. 18 yıl önce yaşanan 33 kurşun katliamının izleri henüz silinmemiş ve askerlerin sık sık yaptığı köy baskınları da yeni katliamların yaşanacağına dair toplumsal bir travmaya dönüşmüştür...

Google Haberlere Abone ol

Oktay Candemir

Kürtler tarihte bir çok katliam gördü... 1930’da Zilan, 1943’te Sefo Deresi, 1990’larda Siirt Kasaplar Deresi, 1938’de Munzur Deresi katliamları bunlardan birkaç tanesi... Ortak özellikleri ise derelerde yaşanması... 'Bir kuşluk vakti' en yakın derelere götürülen Kürtler buralardan sağ çıkamadı.

Apê Musa “Kan akardı derelerimizden” derken bu katliamları anlatıyordu. Ahmed Arif, '33 Kurşun' şiirinde, "Vakitlerden bir sabah namazında/ Tenhaydı, tenhaydı vakitler/ Kusursuz, çırılçıplak bir şafaktı/ Vurulmuş dağların kuytuluk bir boğazında (derelerinde) vakitlerden bir sabah namazında" dizeleriyle Kürtlerin en yakın dereye götürülüp kurşuna dizilmesini anlattı. Van’ın Özalp İlçesi’nde yaşanan bir olayda derelerde işlenen katliamların Kürtlerin hafızasında nasıl yer edindiğini anlatıyordu. O günlerin tanığı ve sanığı olan Cemal Candemir’in anlattıklarından bunu daha iyi anlayabiliyoruz...

1960 yılında yaşanan askeri darbenin ardından Van’ın Özalp ilçesinde son yılların en sert kışı yaşanmaktadır. Köylüler evlerinden dışarı bile çıkamamaktadır. 18 yıl önce yaşanan 33 kurşun katliamının izleri henüz silinmemiş ve askerlerin sık sık yaptığı köy baskınları da 'yeni katliamlar yaşanacağına' dair toplumsal bir travmaya dönüşmüştür.

33 kurşun katliamının azmettiricisi Orgeneral Mustafa Muğlalı, Cumhuriyet tarihinde Kürt katliamları ile ilgili yargılanan ve idam cezasına çarptırılan tek askerdir. Muğlalı’nın Demokrat Parti iktidarı döneminde idam cezasına çarptırılmasını ve cezaevinde yaşamını yitirmesini bir türlü unutamayan askerlerin amacı ise Özalplı köylülerden Muğlalı’nın intikamını almaktır.

İşte böylesi bir ortamda ilçe kaymakamı Ali Öztök, Molla Mustafa Barzani’nin bazı köylülere mektup yazdığı ve bu köylülerin 'Kürtçülük faaliyeti' yürüttüklerine dair 'duyumlar' almaktadır. Konuyu jandarma komutanı ile paylaşan Öztök, durumu derhal Ankara’ya da bildirir ve ‘Görülen lüzum’ üzerine operasyon başlar.

Askerler Çaybağı köyünde dört, Sarıköy’de üç, Mollatopuz köyünde üç, Çılık köyünde dört, Kapıköy’de üç, Saray’da bir, Kurucan’da iki olmak üzere toplamda yirmi bir köylüyü "Barzani’nin faaliyetlerine destek verdikleri" gerekçesiyle gözaltına alır.

Gözaltına alınanlar arasında 13 yaşındaki Cemal Candemir de vardır. Şu anda 71 yaşında olan Cemal Candemir, 58 yıl önce yaşadıklarını, sahte bir mektupla kendisinin de aralarında bulunduğu 21 köylünün nasıl gözaltına alındığını anlattı: "Mart ayı başlarıydı ve oldukça sert bir kış geçiriyorduk. Sobalarımızı yakmış, sofrada oturmuş köylüler ile birlikte aniden gelen haberle irkildik. Köy askerler tarafından kuşatılmıştı. Köylülerden Süleyman Candemir ve Kazım Candemir askerler tarafından el ve ayaklarına zincir bağlanmış biçimde köy meydanına getirildi. Askerler mermiyi namluya sürdü, şarjör sesleri 33 kurşun katliamını yaşamış köylülerde paniğe neden oldu. 'Teslim olun' çağrısı yapıldı, köyün çobanını dövdüler. Ben de buna tepki gösterdim. Askeri cemsenin komutanı 'Bu çocuğu da alın zincirleyin' talimatı verince beni de aldılar. Köylüler birbirine zincirle bağlandı. Orada bulunan annemin, 'Oğlumun ne suçu var' şeklindeki itirazına asker şöyle yanıt verdi, 'Herkes bu işin bedelini ödeyecek. Çocuk da olsa, kadın da olsa fark etmiyor, biraz daha konuşursan seni de alırız' Sonra da annemi kolundan tutup yere fırlattı" ifadelerini kullandı.

Candemir devam ediyor, "El ve ayakları zincirli köylülerin gözleri bağlandı. Askeri aracın içinde köy köy dolaştırıldık, dolaştıkça da sayımız artıyordu. Birbirimize doğru bakmak, fısıldamak yasaktı. Sabaha doğru tabur kışlasında indirildik. O kış ayazında karanlık ve buz gibi bir odaya konulduk. Tıpkı 33 kurşun katliamında olduğu gibi sabahın erken saatlerinde askeri araçla yola çıkarıldık. Herkes kurşuna dizilmeye götürüldüğümüzü söylüyordu. Grubun içinde en yaşlı ve deneyimli olan ise Şirin Bilmez’di. Bana, 'Sen küçüksün askerler sana pek bir şey demez, şu çadırın altından bak bakalım ne yöne gidiyoruz' dedi. Askeri aracın arkası bir çadırla örtülmüştü. Ben de çadırdaki bir boşluktan nereye gittiğimize baktım. Van yönüne doğru gittiğimizi söyleyince tekrar uyararak 'Quro baş bırêne' (İyi bak) diye sinirlenince, bir daha baktım ve emin olduğumu söyledim. Bunun üzerine Şirin Bilmez, 'Demek ki bizi Mamedik Deresi’nde kurşuna dizecekler' dedi.”

Bir süre sonra yeniden baktığını ve Bilmez’e Mamedik deresini geçtiklerini söylediklerini aktarınca, Bilmez’in yüzünün gülümsediğini anlatan Candemir, " 'O zaman kurtulduk, bizi öldürmeyecekler' dedi. Bunun üzerine Süleyman amcam Şirin Bilmez’e 'Neden Mamedik deresini bu kadar soruyorsun Şirin' diye sordu. O da şu cevabı verdi; 'Çünkü, Kürtleri hep derelerde öldürdüler. Munzur Deresi, Zilan Deresi, Sefo Deresi... O yüzden dereyi geçtik mi kurtuluruz dedim' sözlerini söyledi..."

Şirin Bilmez’in dediği gerçeğe dönüşür ve köylüler iki ay cezaevinde kaldıktan sonra serbest bırakılır, çünkü iddia edildiği gibi bir mektup bulunmamıştır. Candemir, hedefin ikinci 33 kurşun katliamı olduğunu ancak İsmet İnönü’nün kendi görevlendirmesine rağmen sahip çıkamadığı için çok üzüldüğü söylenen "Mustafa Muğlalı vakasını yeniden yaşamak istememesi" olabileceğini ifade ediyor...

Askerlerin sürekli olarak kendilerini ölümle tehdit ettiğini belirten Candemir, "Askerler sorguda bana Mustafa Barzani’yi tanıyıp tanımadığımı sordular. Ben amcamın oğlu Mustafa dışında başka bir Mustafa tanımadığımı söyleyince çok sinirlendiler. Oysa ben gerçekten tanımıyordum ve hiç ismini duymamıştım. 13 yaşındaki bir çocuk nereden bilsin Mustafa Barzani’yi..." diyor.