Türkiye dinden soğudu mu?

Bir süredir yapılan kamuoyu araştırmalarında Türkiye'de 'ateist/deist sayısının arttığı' yönünde çıkan sonuçları ve yaşanan tartışmaları sorduğumuz Kemal Can, muhafazakarlığın bazen milliyetçilik bazen din ekseninde yükseldiğine dikkat çekiyor. Berrin Sönmez, iktidarın din algısının ‘RTÜK yasakları, Diyanet fetvaları, cuma hutbeleriyle’ kitlelere yayıldığını ifade ediyor. Mehmet Bekaroğlu, iktidarın bütün olumsuzluklarının önce dindarlara, sonra dine yazılmaya başlandığını düşündüğünü söylüyor. Göksel Aymaz ise dinin kendiliğinden etkin olmadığını, toplumsal ilişkiler bütünü içinde rol ve işlev kazandığı hatırlatmasını yapıyor...

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - KONDA araştırma şirketinin geçen haftalarda açıkladığı 10 yıllık toplumsal değişim raporuna göre toplumun dindarlık yapısı değişmiyor; ancak inançsızlar daha görünür olmaya başlamış. Yine rapora göre kendine “modern” veya “dindar muhafazakâr” diyenler azalmış, “geleneksel muhafazakar” diyenler artmış.

Son olarak ATV’de yayınlanan, Müge Anlı’nın sunduğu “Tatlı Sert” programına katılan Palu ailesine yöneltilen suçlamalar toplumun dinle ilişkisini bir kez daha sorgulattı. Türkiye’de muhafazakarlık nereye geldi? Dindarlık ve inanma biçimleri değişti mi? Bir kesim 'dinden soğudu' mu? Radyo-Televizyon Üst Kurulu aracılığıyla oluşan yeni muhafazakar medyanın toplumun değişen sosyolojisinde ne kadar payı var?

'İSLAM TEOLOJİSİNDE DÜNYAYA NİZAM VERME PERSPEKTİFİ BELİRGİN'

Kemal Can

'Türkiye’de Sivil Toplum ve Milliyetçilik', 'Türkiye Savaşın Neresinde', 'Yoksulluk Halleri' gibi bir çok kitabı olan yazar-gazeteci Kemal Can, muhafazakarlığın bazen milliyetçilik bazen din ekseninde bütün dünyada yükseldiğine dikkat çekiyor. Son yapılan KONDA araştırmasına atfen, Türkiye’de de 'trende uygun' biçimde dindarlığın fiilen gerilediğini ve bu gerilemenin doğurduğu reaksiyonla politik aktörlerin dinsel öğeleri ve muhafazakarlık sembollerini daha çok kullandıklarını ekliyor: “Gerilemekte olan şey daha agresif bir saldırganlığa yöneliyor. Politik aktörlerin söylemleri Ayasofya meselesinde olduğu gibi sivil kılıklı reaksiyonlara neden oluyor.”

Din ve 'akıl tutulması'nın bir arada yaşanmasının İslamiyete ilişkin özelliklerden kaynaklanmadığını düşündüğünü söylüyor Can ve bunu şöyle açıklıyor: “Bütün dinsel düşünme kalıpları bu tür problemler üretir. Fakat diğer dinlerden farklı olarak İslam teolojisinde dünyaya nizam verme perspektifi belirgindir. Hıristiyan inanışındaki gibi gökteki krallığa kendini hazırlamak ya da bir iman ve itikat mesesi olarak değil, dünyayı tanzimle ilişkilidir. Kuran-ı Kerim'in vaazı büyük ölçüde hukuktur. Yani dünyayı tanzim etmekle ilgilidir. Dolayısıyla İslam'ın gündelik hayata ve politikaya müdahalesi çok daha dünyevidir.”

'RTÜK YASAKLARI, DİYANET FETVALARI, CUMA HUTBELERİYLE İKTİDARIN DİN ALGISI YAYILIYOR'

Berrin Sönmez

Başkent Kadın Platformu Derneği üyesi, feminist-aktivist yazar Berrin Sönmez, öncelikle dindarlık ve inanma biçimlerinin değişmediğini, görünürlük biçimlerinin değiştiğini söylüyor.

Palu ailesinden yola çıkarak mevzu bahis edilen suçların dinle ilişkilendirilmeyeceğini; bir kez daha kadına, çocuğa yönelik şiddet, cinsel istismar, cinayet gibi eril şiddete karşı özel kanuni düzenlemelere ihtiyaç duyulduğunun anlaşıldığını ifade ediyor. Sönmez toplumda hurafeler gibi İslam inancıyla ilgisi olmadığını vurguladığı yaşayış biçimlerini şöyle izah ediyor: “İktidarın, anladığı dindarlık anlayışını doğru dinmiş gibi dayatma olarak sunduğu bir gerçek. Gerek RTÜK yasakları, gerek Milli Eğitim, gerek Diyanet fetvaları ve cuma hutbeleri kanalıyla bu anlayış topluma yayılıyor. Cumhurbaşkanı pragmatist bir siyasetçi. Yıllardır seçimlerde oy kazanmasını ihtiyaç hangi söylemi gerektiriyorsa onu kullanmasına borçlu. Bütün bunlar olurken toplumun ayarları bozuyor.”

'ÖNCE DİNDARLARA SONRA DİNE YAYILMAYA BAŞLANDI'

CHP İstanbul Milletvekili ve 'İslam Düşüncesi Sempozyumu' kitabının hazırlayıcısı olan Mehmet Bekaroğlu, öncelikle KONDA sonuçlarının bir fikir verdiğini ancak istatistik bilimi açısından çok anlamlı sonuçlar olmadığını dile getiriyor: “Fakat dindarlığa ve dindarlara karşı büyük bir tepki var. Bu iki şekilde oldu. Dindar/muhafazakar diye bilinen iktidar yanlısı insanlar, iktidarın dine çok da uygun görülmeyen hal, hareket ve pratiklerinin olduğunu görüyorlar ve bundan müthiş bir rahatsızlık duyuluyor. Şunu çok sık duyuyoruz: ‘Bu insanlar, insanı dindan, imandan eder.’”

Mehmet Bekaroğlu

Bekaroğlu, AK Parti hükümetinin siyaseti dinle yürütme sürecini ise şöyle yorumluyor: “İktidarın bütün olumsuzlukları önce dindarlara, yavaş yavaş da dine yazılmaya başlandı. Siyasal iktidar dine ne kadar zarar verebilir? Bu konu tartışılır ama gelmiş geçmiş siyasal iktidarlar arasında dine en büyük zararı mevcut siyasal iktidar verdi.”

Geniş kitlelerde tuhaf bir din ve ahlak algısı yerleşmeye başladığını belirten Bekaroğlu, esas yozlaşmanın dinin toplumu da ilgilendiren konulardaki yasaklarında olduğunu ifade ediyor: “Başkasının hakkını hukukunu gözetme, rüşvet alma gibi… Dindar insanlar israftan kaçınırlar. Hayır, şimdi durum böyle değil. Mübahtır, normaldir diye bakılıyor. Buna da siyasal iktidar neden oldu.”

'DİN TOPLUMSAL İLİŞKİLER İÇİNDE ROL KAZANIR'

Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden Dr. Göksel Aymaz, “Ayasofya'da protesto namazı kılanlar gibi dini fanatikçe yaşayanlar veya işte Palu ailesi örneğindeki gibi cehalet, sapkınlık ve hurafeyle yaşayanlar, bu toplumda modayı takip eden, popüler mekanların müdavimi olan, elit tüketimi yaşam tarzı haline getirmiş, ‘şık ve dinen makbul’ diyen bir kesimle birlikte varlar” diyor. Aymaz, dindar yaşamdaki bu çeşitliliğin aynı koşulların ürünü; kültürel dindarlığın siyasal İslam ve neoliberalizmle buluşmasının trajik sonuçlarından biri olduğunu ifade ediyor.

Göksel Aymaz

Aymaz, bütün bunların yanında “din kendiliğinden etkin değilidir” diyor ve ekliyor: “Din, toplumsal ilişkiler bütünü içinde rol ve işlev kazanır. Hıristiyanlığın en karanlık günlerinde bile, ‘Tanrı dolayısıyla kendi iradesini yeryüzüne yaymak için iyi insanları kullanır. Kötüler de yeryüzünde kendi iradelerini yaymak için Tanrı'yı kullanır’ diyebilmiş bir Giardona Bruno çıkabilmiştir. Benzer şekilde İslamiyet'te de aklı tanrı olarak konumlandırmış bir İbni Rüşd geleneği vardır. Bugün dindar muhafazakâr kesimde, muhtemelen dinin yaşanma biçiminden duyulan rahatsızlık üzerine, bunları hatırlama, hatırlatma çabasında olan bir kesim de var. Bütün bu bozulmalar, çürümeler içerisinde, sapık davranışlar sergileyen Palu ailesi, ölüm fetvası veren müftüler vs. yanında bu da var.”

Aymaz, siyasal iktidarın kendi istikrarının koşulunu yaşam tarzı ve kimlik üzerinden yürüttüğüne ve yığınları kitle iletişim araçlarıyla motive ettiğine dikkat çekiyor fakat bugünlere gelişteki nedenleri tek başına medyaya bağlamanın doğru olmadığını ifade ediyor: “Ayasofya protestocuları kendilerini oraya sürükleyen bale figürünü muhtemelen sosyal medyada gördüler ve orada organize oldular. Ama ben entelektüel ve âlim ilahiyatçıların düzgün din yorumlarını da kitle iletişim araçlarından okuyorum. Yani, yenisi ve eskisiyle medyayı da tek başına her şeyin müsebbibi olarak göremeyiz.”