Kadın akademisyenler üniversitede şiddeti anlattı: Çok uzun zamandır biriken bir öfke var

Ceren Damar Şener'in öğrencisi Hasan İsmail H. tarafından öldürülmesi, toplumda giderek tırmanan şiddetin eğitim alanına yansımasını ve 'zayıf halka' olan kadınların akademide yaşadıkları sorunları gündeme taşıdı. Kadın hocalar, akademideki şiddeti anlattı.

Google Haberlere Abone ol

ANKARA - Çankaya Üniversitesi’nde araştırma görevlisi olarak çalışan Ceren Damar Şener'in kopya çekerken yakaladığı öğrencisi Hasan İsmail H. tarafından öldürülmesi, akademisyenleri ve özellikle kadın hocaları hedef alan şiddeti tartışmaya açtı.

Akademisyenleri hedef alan şiddetin, Türkiye'nin politik ikliminden bağımsız olmadığının en net örneği, Nisan 2018’de Osmangazi Üniversitesi'nde yaşanmıştı. Bir araştırma görevlisinin silahlı saldırısı sonucu,dekan yardımcısı, fakülte sekreteri, öğretim üyesi ve araştırma görevlisi olmak üzere 4 kişi o saldırıda hayatını kaybetmişti.

'AKADEMİSYENLİĞİN BİLGİ TAŞIYICI OTORİTESİ ÇOKTAN YIKILMIŞ DURUMDA'

Prof. Dr. Nilgün Toker, Şubat 2015’te Ege Üniversitesi'nde yaşananların bir dönüm noktası olduğu görüşünde… O olayda, 'ülkücü öğrencilerle yurtsever öğrenciler' arasında çıkan kavgada Ülkü Ocakları Ege Üniversitesi sorumlusu Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü öğrencisi Fırat Yılmaz Çakıroğlu, Sosyoloji Bölümü öğrencisi Nurullah Semo tarafından bıçaklanarak öldürülmüştü. Semo, “terör örgütü üyeliği” suçundan 15 yıl, kasten insan öldürme suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkûm edildi.

Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü öğretim üyesi iken OHAL KHK’sı ile üniversiteden ihraç edilen, 'Barış bildirisi' imzacısı Prof. Dr. Nilgün Toker, olayın tanıklarından biriydi. "Üniversitelerde şiddet olaylarının artması neyin sonucu?” diye sorduğumuz Toker şunları söyledi:

"Yaşananların Türkiye'de şiddetin toplumsal olarak yükselişiyle bir ilgisi var. Toplumsal alışkanlıklar ya da insanların birbirleriyle ilişkilerinde şiddetin merkezî bir yer alması ve meşru olması, yaşananlarda etkili. Sürekli savaş pratiğiyle, savaş düsturuyla yaşayan bir ülkenin toplumsal ilişkilerini şiddetin etkilemesi beklenir bir şey. İkinci ve bence önemli olan sorun, üniversitelerde öğretim görevlileriyle öğrenciler arasındaki ilişkinin bir bilgi ilişkisinden çıkartılıp güç ilişkisine dönüştürülmesidir. Öğretim üyelerinin öğrenciler ve şunun bunun karşısında düşürüldüğü konum, hizmetkâr konumudur. Akademisyenliğin bilgi taşıyıcı olarak sahip olduğu otorite çoktan yıkılmış bir haldedir. Bu otorite yıkıldığında öğretim görevlisiyle öğrenci arasındaki ilişki tamamen öğrenci bakış açısında alış veriş ilişkisine dönüşüyor. Öğrencinin müşteri, öğretim üyesinin de işverenin bir elemanı haline dönüştüğü bir neoliberal eğitim sistemi mevcut. Müşteri, işverenin elemanından istediğini kazanamadığında ve öğretim üyesinin değeri de kalmadığında bu şiddet iyice meşru hale geliyor zihninde. Şiddet aynı zamanda değersizleştirmenin de bir parçasıdır. Üniversitelerdeki şiddetin, özellikle de öğretim üyelerine yönelik şiddetin, öğretim elemanlarının değersizleştirildiği bir sistemin meşrulaştırıcı sonuçlarıyla ilintili olduğunu düşünüyorum."

Prof. Dr. Nilgün Toker "Üniversitelerdeki şiddetin, özellikle de öğretim üyelerine yönelik şiddetin, öğretim elemanlarının değersizleştirildiği bir sistemin meşrulaştırıcı sonuçlarıyla ilintili olduğunu düşünüyorum" diyor.

'DÜŞMANLAŞTIRMA DİĞERİNİN YOK EDİLMESİNİ MEŞRULAŞTIRAN BİR ZİHİN YAPISI OLUŞTURUR'

Ege Üniversite'sinde bir öğrencinin hayatını kaybettiği o olaya ilişkin, "Yaşadığım o korkuyu gerçekten çok az hissettim. Olan olaylar Ege Üniversitesi'nde büyük bir kırılma noktası olmuştur" diyen Toker, "Üniversitelerde yaşanan şiddeti siyasi gelişmelerden, toplumdaki kutuplaşmadan ayrı düşünebilir miyiz?”sorumuza şu yanıtı verdi:

"Kutuplaşma terimini çok doğru bulmuyorum ve birbirine düşmanlaştırılan kesimler olarak tarif ediyorum. Düşmanlaştırma diğerinin yok edilmesini meşrulaştıran bir zihin yapısı oluşturur. Üniversite bir egemenlik kavgası alanına dönüştürüldüğünde şiddet olayları yaşanıyor. Osmangazi Üniversitesi'ndeki şiddet, düşmanlaştırma düsturunun meşrulaştırılmasıyla yaşanan bir olaydı örneğin. Türkiye'de siyaset dediğimiz şey egemenlik kavgasıdır. Osmangazi, bunun Türkiye'de gerçekleşmiş en yüksek örneklerinden birisi. Akademinin bununla yeterince hesaplaştığını, şu dakikadan sonra da hesaplaşabileceğini zannetmiyorum. Siyasal alan da bununla hesaplaşmadı. Daha da kötüsü düşmanlaştırılan kesimlerin yok edilmesi ve onlara yönelik saldırı karşısında iktidarın ve toplumun genel sessizliği de Türkiye'de şiddetin nasıl bir toplumsal ilişkiler ağına içkinleştiğini gösteren bir şeydir."

'AKADEMİK HAYATIMIZ ÇOK YOĞUN VE CİNSİYETÇİ BİR KARAKTERE SAHİP'

Ceren Damar Şenel'in öğrencisi tarafından öldürülmesinin ardından gündeme gelen bir diğer konu da akademide kadınların yaşadıkları zorluklar oldu. Çalışma hayatında birçok alanda şiddetle karşı karşıya kalan kadınların akademide yaşadığı zorlukları, Van'da görev yapan ve toplumsal cinsiyet alanında çalışan feminist sosyolog Selda Tuncer ile konuştuk. Tuncer, akademide kadınların maruz kaldığı ayrımcılığa ve şiddete dair şunları söyledi:

"Akademinin yüksek bir eğitim kurumu olmasından dolayı böyle olayların olmayacağı gibi yanlış bir kanıksama var. Oysaki akademide kadınlar birçok yerde olduğu gibi ciddi düzeyde cinsiyet ayrımcılığına, mobbinge, cinsel taciz ve şiddete maruz kalırlar. Buradakinin farkı daha incelikli ve görünmez olmasıdır. Bunun üzerine çok zor konuşulur, konuşan ya dinlenmez ya da susturulur veya yalnız bırakılır. Bunun en somut göstergesini sevgili Ceren Damar'ın öldürülmesinin ardından sosyal medyada kadınların yaptığı paylaşımlarda bulabiliriz. Bu konuda akademide yer alan kadınlar, yaşadıklarını dile getirecek alan ve muhatap bulmakta o kadar zorlanıyorlar ki bu trajik olayla birlikte çok uzun zamandır birikmiş bir öfkenin dışavurumuna şahit oluyoruz.

Araştırma görevliliğimden itibaren düşünürsek epey bir zamandır akademide bulunuyorum. Feminist bir kadın akademisyen olarak diyebilirim ki akademik hayatımız ve kültürümüz çok yoğun eril ve cinsiyetçi bir karaktere sahip. Üniversitelerde çalışan sadece akademisyen kadınlar değil öğrencisinden idari görevlisine herkes bu kültürün içinde farklı derecelerde ve şekillerde erkek hegemonyasıyla baş etmek durumunda kalıyor."

Akademik kadronun içindeki en korumasız ve zarar görmeye açık grubun kariyerlerinin başında olan genç kadınlar (asistanlar) ve şimdinin doktor öğretim üyeleri (yardımcı doçent) olduğunu belirten Selda Tuncer sözlerine şöyle devam etti:

"Sevgili Ceren Damar'ın öldürülmesi bir sürü başka etkenin yanında aynı zamanda bir kadın cinayetidir. Kopya çeken bir erkek öğrencinin erkek bir hocaya, hatta erkek asistana bile, karşı çıkması daha düşük bir ihtimal. Evet bugünkü toplumsal ve siyasi atmosferde şiddet gündelik hayatımızın her yerine sirayet etmiş ve normalleştirilmiş olsa bile hâlâ daha düşük bir ihtimal. Bunun en temel nedeni otorite olarak erkek görmeye alışkın bir toplumuz ve zaten öğrenci üniversiteye geldiği ilk yıldan itibaren erkek hocaların bölümde daha çok söz sahibi olduğunu görerek de bunu öğrenir ve deneyimler. Bu yüzden burada kopya çeken öğrencinin hocasını öldürmesi aslında genç bir kadın tarafından cezalandırılmayı kendine yedirememesidir. Bunu zaten öldürme biçiminden de anlıyoruz. Önce dövüyor, yetmiyor sekiz-on kez bıçaklıyor, bir de kurşun sıkıyor. Eğer karşısında erkek hoca olsaydı öldürmenin biçimi de böyle olmazdı. Bu yüzden bu vaka hem toplumda erkek şiddetinin genel olarak artması hem de akademide hâkim olan eril cinsiyetçi kültürle yakından ilişkili olarak değerlendirilmelidir."

'EĞİTİMLİ OLANIN ŞİDDETTEN UZAKLAŞACAĞI ÇOK YANLIŞ BİR ALGI'

"Kadın cinayetlerinde okur- yazar erkeklerin oranında bir artış olduğunu düşünüyor musunuz? Eğitimli bireylerin şiddetten uzak olduğu algısı gerçeği yansıtıyor mu?" sorumuza ise Tuncer şu yanıtı verdi:

"Evet, maalesef bugün geldiğimiz noktada toplumumuzda eğitimli olmak eskisi gibi bir değer görmüyor. Doktorluk, öğretmenlik veya akademisyenlik gibi birçok profesyonel meslek alanında şiddetin yaygınlaştığını görüyoruz. Konu toplumsal cinsiyet eşitliği ve erkek şiddeti olduğunda ise eğitim konusuna gereğinden fazla anlam yüklendiğini düşünüyorum. Eğitimli, iyi iş sahibi bir insanın kadınlara şiddet göstermeyeceğini düşünmek şiddetin cehaletle ya da yoksullukla ilgili olduğunu varsaydığımızı gösterir ki bu konuda istatistikî veriler çok uzun zamandır bunun aksini söylüyor. Ayrıca, aldığımız herhangi bir uzmanlık eğitimi böyle bir konuda nasıl belirleyici olabilir ki? Bu, o zaman toplumsal cinsiyet konusunun üzerine çalışılmaya gerek olmayan, herhangi bir eğitimin içinde kendiliğinden edinilebilecek bir bilgi olduğu anlamına gelir. Oysaki bugün toplumsal cinsiyet eğitimleri ya da aile içi şiddetle mücadele birimleri için uzmanlar yetiştirilip alınıyor. O yüzden eğitimli olanın şiddetten uzaklaşacağı, iyi bir insan olacağı çok yanıltıcı bir algı. Bu anlamda Ceren Damar’ın eşinin konuşması bence çok şey anlatıyor; böyle bir şiddet sonucu eşini kaybetmesine rağmen metanetle genç arkadaşlara, iyi bir hukukçu, iyi bir doktor ya da iyi bir mühendis olmaktansa iyi bir insan olmaları çağrısında bulunuyor. Bu gerçekten böyle; işinizi çok iyi yapmanız, alanınızda fevkalade başarılı olmanız sizin kötü biri ya da başkalarına zarar veren biri olmanızı engellemez. Bunun en iyi örneğini burada saymakla bitiremeyeceğim dünyaca ünlü başarılı sanatçıların, bilim adamlarının eşlerine, çocuklarına, sevgililerine ya da başka kadınlara gösterdikleri şiddet, cinsel taciz, aşağılama vb. eylemlerinde görebiliriz."

KASAUM 100 GÜNLÜK ETKİNLİK TAKVİMİ HAZIRLADI

Ankara Üniversitesi Kadın Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezi (KASAUM) öldürülen akademisyen Ceren Damar için "Kadına Yönelik Şiddetten Uzak, Güvenli Üniversite" sloganıyla 100 günlük etkinlik takvimi hazırladı. KASAUM'un yönetim kurulu üyelerinden ve Cinsel Taciz ve Saldırıya Karşı Destek Birimi Koordinatörü Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Gülriz Uygur çalışmalarına ilişkin,"KASAUM öğretim üyesi arkadaşlarımla bunun hepimize yönelik bir şiddet olduğunu göstermenin önemine inanarak harekete geçtik. Ankara Üniversitesi olarak 2011 yılından itibaren cinsel taciz ve saldırıya karşı mücadele ediyoruz. Üniversite olarak geldiğimiz aşamada bu yolda çok şey gerçekleştirdik. Cinsel şiddet ve saldırıya hiçbir şekilde müsamaha gösterilemeyeceğini kurumsal olarak güçlü bir şekilde ortaya koyuyoruz, koymaya devam edeceğiz" dedi.

Prof. Dr. Gülriz Uygur "Ceren Damar'ın öldürülmesi kadına yönelik şiddettir. Bunu göstermek de Kadın Araştırma Merkezlerinin görevidir" diyor.

'CEREN DAMAR OLAYI BİZİ BAŞKA TÜRLÜ BİR ŞİDDETLE KARŞILAŞTIRDI'

Ceren Damar Şenel'in hayatını kaybetmesinin ardından gündeme gelen, "Akademide kadınların yaşadığı zorluklar" konusuna dair Prof. Dr. Uygur şunları anlattı:

"Ceren Damar'ın öldürülmesi kadına yönelik şiddettir. Bunu göstermek de Kadın Araştırma Merkezlerinin görevidir. Akademide kadınların yaşadıkları diğer şiddet türleri elbette söz konusudur. Bunların başında da cinsel taciz ve toplumsal cinsiyete dayalı mobbing gelir. Elbette bu şiddete sadece akademisyenler değil, idari memurlar, öğrenciler ve sözleşmeli personel de uğramaktadır. Biz bütün bu kadınların uğradığı şiddetle mücadele etmeye çalışıyoruz.

'BİLİNMEYENİ KONUŞMAK'

Ceren Damar olayı ise bizi başka türlü şiddetle karşılaştırdı. Cinsel tacizi üniversitelerde önlemeyi konuştuğumuz gibi, bu tür şiddeti de konuşmak ve çözüm yolları bulmak zorundayız. Bu tür şiddetin üzerinde yapacağımız etkinliklerle durmak istiyoruz. Adını da ‘Bilinmeyeni Konuşmak’ olarak belirledik. 4 Ocak tarihinden itibaren sosyal medya aracılığıyla etkinliklerimize başladık. Bu etkinlikler 100 gün sürecek ve 100 günün sonunda neleri ortaya koyabildiğimizi bir raporla saptamaya çalışacağız.Toplumdaki şiddeti elbette herkes gibi akademisyenler de hisseder. Üniversiteler ise hiyerarşik yapısı nedeniyle toplumdaki benzer diğer kurumlar gibi şiddet üretmeye elverişlidir. Bunun üzerinde durmak ve bunu nasıl önleyebiliriz sorusunun cevabının peşinde koşmak önem taşımaktadır."

'KURUMSAL DESTEK ŞİDDETİN ÖNLENMESİNDE EN ETKİLİ VASITA'

Yüksek Öğretim Kurulu(YÖK), Ceren Damar Şenel'in bir öğrenci tarafından öldürülmesinin ardından üniversitelerde akademisyenlere yönelik şiddet olaylarının önlenmesi amacıyla bir eylem planı hazırlayacaklarını ve İçişleri Bakanlığı ile de ortak bir komisyon kuracaklarını açıkladı. Prof. Dr. Gülriz Uygur, "Bu hazırlıklar, şiddet olaylarının önüne geçebilir mi?” sorumuza şu yanıtı verdi:

"YÖK'ün eylem planı çok önemli bir gelişmeye ışık tutacaktır. Benzerini daha önce Özgecan Aslan olayında yaşadık. Bu olayın ardından YÖK , 'Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Tutum Belgesi' yayınladı ve bütün üniversitelere gönderdi. YÖK'ün Tutum Belgesinin ardından birçok üniversitede kadın araştırma merkezlerinin sayısının arttığı ve toplumsal cinsiyet derslerinin verilmeye başlandığını görüyoruz. YÖK'ün bağlayıcı gücünün çok önemli olduğunu bu örnekte gördük. Ceren'den sonra da aynı şeyi YÖK'ün yapması gerçekten etkili olacaktır. Kurumsal destek şiddetin önlenmesinde en etkili vasıtadır."

'GÜVENLİK HAKKI, KİŞİ HAK VE ÖZGÜRLÜKLERİNDEN BİRİDİR'

"Hazırlanan eylem planı şiddetin önüne geçmek amacıyla yapılıyorken kişisel hak ve özgürlükleri sınırlayan bir şeye dönüşebilir mi? Bunun olmaması için nelere dikkat edilmeli?" sorusu üzerine ise Uygur şunları söyledi:

"Konu tam olarak ortaya konulup, amaç açıkça belirlenirse bu tür tehlike olmaz. YÖK'ün Tutum Belgesinin ardından da benzer tehlikeden söz edildi ama üniversitelere gidilerek konu tam olarak anlatılınca bu tür tehlikeler ortadan kalkabiliyor. Öncelikle nelerin kişi hak ve özgürlükleri arasında olduğunun da anlamını bilmek gerekiyor. Bunun başında da güvenlik hakkının da bir insan hakkı olduğunu fark etmemiz gelmektedir. Yani burada güvenlik ile kişi hak ve özgürlüklerinin çatışması veya karşı karşıya olması gibi bir durum yok. Aksine güvenlik hakkı kişi hak ve özgürlüklerinden biridir. Örneğin güvenlik hakkınız sağlanmadığı durumda yaşam hakkınız veya eğitim ya da çalışma hakkınız ortadan kalkabiliyor. Bu şekilde görülürse, diğer kişi hak ve özgürlükleriyle tutarlı bir şekilde ortaya konabilir. Bu da yapılabilir bir şeydir."