Ev içi emeğin değeri nedir?

Ev içi emeğin, milli gelire katkı sağlayan bir emek türü olduğu göz önüne alındığında, sadece mal paylaşımı davalarında yararlanılan bir hak olarak kalmaması gerekir. Boşanmış annenin, çocuğun bakımı ve masrafları için babadan talep ettiği nafakanın, ev içi emeğin karşılığı olarak devlet tarafından üstlenilmesi, uzayıp giden boşanma davalarının daha hızlı sonuçlanmasını sağlayabilir ve ödenmeyen nafakalar için açılan davaları azaltarak yargının yükünün hafifletebilir.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - Ev içi emek, 2002’de yeni Medeni Kanun'un yürürlüğe girmesiyle mal paylaşımı davalarında "yüzde 50’lik katılım payı" olarak hesaplanmaya başlandı. İktisatçılar ise ev içi emeğin, milli gelire en az yüzde 25’lik katkısı olduğunu hesaplıyor. Ancak bu getiri ekonomik verilere yansıtılmıyor. İktisatçılar, evli erkeklere çalışmayan eşleri için ödenen ‘aile katkısı’nın, hem çalışan hem de çalışmayan tüm kadınlara emeklilik primi olarak ödenmesinden yana.

Yeni Türk Medeni Kanunu’nun 1 Ocak 2002 tarihinde yürürlüğe girmesiyle beraber, kadınlar eskiden sahip olmadıkları bazı haklar edinmişti. Bunlardan biri, eşlerin evlilik sonrası edinilen mallarda eşit pay sahibi olma hakkıydı. Hukukçular, bu hakkın çalışmayan kadınlar açısından uygulanmasını, ev içi emeğin ücretlendirilmesi olarak değerlendiriyor. Yasadaki ifade bu şekilde olmasa da teamülü bu yönde yerleşti. Yeni Medeni Kanun, 3 Kasım 2002 seçimleriyle iktidara gelen AKP’nin icraatı değil ama o zamandan beri kadın erkek eşitsizliğini ortadan kaldırmayı hedefleyen politikaların üretilmeye çalışıldığı yadsınamaz bir gerçek. “Pozitif ayrımcılık” adı altında bazı kanunları kadına öncelik verecek şekilde uygulayan iktidar, “ev içi idaresinin sadece kadının sorumluluğunda olduğu” savı üzerinden hareket ediyor. Bu durumda sosyal yardımlar kadınlara ödeniyor. Ancak sosyologlar, bu yardımların kadının güçlendirilmesine değil, eve bağımlı bir hayat sürmesine hizmet ettiğini savunuyor.

İSTATİSTİKLER DE KADININ KONUMUNUN DÜZELMEDİĞİNİ GÖSTERİYOR

.

İstatistiklere bakıldığında yeni Medeni Kanun'a ve pozitif ayrımcılık ilkesine rağmen kadının toplum içindeki konumunun gerçekten de düzelmediği görülebiliyor. Dünya Bankası verilerine göre 2002 yılında kadınların işgücüne katılım oranı yüzde 29’u geçmiyordu, bu oran 2017 yılında bile yüzde 35’in üzerine çıkamadı.

HALEN AB ÜLKELERİNİN ÇOK GERİSİNDEYİZ

Türkiye’de son yıllarda kadınların işgücüne katılımı arttıysa da oranlar, Dünya Bankası verilerine göre yüzde 48’lik dünya ortalamasının ve AB ülkelerinin çok gerisinde. Hatta 1990’lardaki yüzde 34,03’lük oranı bile henüz yakalayabilmiş değiliz. Türkiye’nin kendi dinamikleri açısından düşünüldüğünde, 1994, 1998-1999 ve 2001 krizleri sonrasında, ekonominin yükselişe geçmesiyle kadın istihdamının artması arasında paralellik olduğu düşünülebilir. Yani meseleye pozitif yönden bakarsak Türkiye’de kadınlar çalıştıkça ekonomi iyiye gidiyor.

Ekonomi değiştikçe kadınların çalıştığı sektörler de değişiyor. Türkiye İstatistik Kurumu verilerine göre kadın istihdamında en büyük pay 1990’larda tarım sektörüne aitken 2016’da en fazla kadın istihdamı hizmet sektöründe gerçekleşti. Ancak 2016 yılında istihdam oranı erkeklerde yüzde 65,1 iken kadınlarda yüzde 28’de kaldı. Aynı verilere göre 2016 yılı itibariyle ev dışında başka bir yerde çalışmayan, sadece ev işleri yapan 15 yaş üstü kadın sayısı, 11 milyon 303 bin.

EV KADINLIĞI EVDE OTURUP KEYİF ÇATMAK MI?

DİSK’e bağlı Genel-İş Sendikası’nın bu yıl 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü nedeniyle hazırladığı raporunda belirttiği gibi, Türkiye’de çalışan kadınların elde ettikleri gelirin büyük bölümü çocuk bakımına harcanıyor. Bu durumda kadınlar, aile içi sorumlulukları genellikle kendileri üstlenmek zorunda kalıyor. Ücret eşitsizliğinden kaynaklanan bu zorunlu tercihte, kadınların eğitim seviyesinin düşüklüğünün de etkisi var. Kadını “ev kadını” olmak zorunda bırakan bu eşitsizlik, “Evli kadının evinde oturup keyif yaptığı” algısının sürmesine neden oluyor.

KADIN İÇİN EV İŞİ HİÇ DE 'KEYİF' DEĞİL

Gökben Demirbaş

Sosyolojide bu algı için ‘leisure’ kelimesi kullanılıyor. Genelde ‘boş zaman faaliyeti’ olarak çevrilen bu terim, ‘keyif alınan işler için efor sarf etmek’ olarak tanımlanabilir. Sosyolojideki kullanımıyla ‘leisure’ kavramı, tek bir kelimeyle çevrilemeyecek kadar geniş bir içeriğe sahip. Sadece keyif için yemek pişirmek, herhangi bir hobiyle uğraşmak, turist olarak ya da spor için yapılan aktiviteler bile ‘leisure’ tanımına girebiliyor. Sosyolog Dr. Gökben Demirbaş, Glasgow Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nde çalıştığı doktora tezi için Türkiye’deki kadınların gündelik hayatlarını nasıl algıladıklarına dair yaptığı araştırmada, kadınların ev işi yapmayı hiç de ‘keyif’ olarak algılamadıklarını, ‘leisure’ olarak görmediklerini gözlemlemiş.

Dr. Demirbaş, kadınlara boş vakitlerinde neler yaptıklarını sorduğunda, çoğundan "Boş vaktim yok ki" cevabını almış. Araştırma yöntemi hakkında MSGSÜ Kadın Araştırmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi tarafından gerçekleştirilen, ‘Toplumsal Cinsiyet ve Mekân İlişkisine Yakından Bakmak’ başlıklı konferansta sunum yapan Demirbaş, Türkiye’de ev kadınlığının ‘leisure’ olarak algılanmaya devam ettiğini söylüyor.

EV İŞLERİNİN YÜZDE 90’I KADININ İŞİ

“Türkiye’de ev içi emeğin bölüşümü son derece eşitsizdir” değerlendirmesini yapan Dr. Demirbaş, 2016 yılı Aile Yapısı Araştırması’na göre ev işlerinin yüzde 90’ını kadınların yaptığının altını çiziyor. TUİK 2014-2015 Zaman Kullanımı Araştırması’na göre erkekler ev işi ve aile bakımına günde 53 dakika (yalnızca 9 dakikası çocuk bakımını kapsıyor) ayırırken, kadınlar 4 saat 35 dakika ayırıyor, yani kadınlar çocukları için 5 katı daha fazla zaman harcıyor. “İş gücüne katılıma göre değerlendirildiğinde bu rakamlar çok az değişiyor. Mesela çalışan erkekler ev işi ve aile bakımına günde ortalama 46 dakika ayırırken, çalışan kadınlar 3 saat 31 dakika ayırıyor” yorumunu yapan Dr. Demirbaş’ın belirttiği gibi, çalışan kadının ev içi emek yükü hiç de azalmıyor; veriler erkeklerin ev içinde işbölümü yapmadığını kanıtlıyor.

DEVLET ÇOCUK BAKIMI YÜKÜNÜ ÜSTLENMİYOR

Dr. Demirbaş’a göre devletin çocuk bakımı hizmetinde yetersiz kalması, kadının iş gücüne katılımının önündeki en büyük engel. 2017 OECD Raporu’na göre 3 yaş ve altı çocuklarda kreş hizmeti Türkiye’de çok sınırlı: 2 yaş çocuklar için erken çocukluk eğitimi hizmetinde OECD ülkeleri ortalaması yüzde 39 iken, Türkiye’de bu yaşta kayıtlı çocuk neredeyse bulunmuyor. 3 yaş grubunun erken çocukluk eğitimi ve okul öncesi eğitime kaydı yüzde 9 seviyesinde kalıyor ve bu oran yine yüzde 78’lik OECD ortalamasının çok altında. Dr. Demirbaş’a göre “Çocuk bakımı üzerine bu kadar sınırlı kamusal hizmet sunumu Türkiye’de kadınların hem işgücüne katılımını hem de mevcut eşitsiz toplumsal cinsiyet rejimini şekillendirmede büyük rol oynuyor.”

BOŞANMA DAVALARINDA EV İÇİ EMEK

Peki kadın istihdamının dünya ortalamasının gerisinde kaldığı ülkemizde, kadının ev içi emeğinin devletin gözünde bir kıymeti var mı? 2002 yılında değişen Medeni Kanun sayesinde bu soruya, teorik olarak ‘evet’ yanıtını verebiliyoruz. Pratikte ev içi emeğin değerinin ne olduğu ve ev içi emeğin nasıl değerlendirildiğini Avukat Aysun Apaydın’a sorduk.

Aysun Apaydın, halk arasında mal paylaşımı olarak bilinen ve boşanma kararının kesinleşmesi sonrası başlanan “katkı payı katılım davalarında”, yeni Medeni Kanun sayesinde ev içi emeğin değerlendirildiğini belirtiyor. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu Madde 196’da “Eşin ev işlerini görmesi, çocuklara bakması, diğer eşin işinde karşılıksız çalışması, katkı miktarının belirlenmesinde dikkate alınır. Bu katkılar, geçmiş bir yıl ve gelecek yıllar için istenebilir” ifadesinin, ev içi emeğin değerlendirilmesi olarak yorumlanması, teamül olarak geçerlilik kazanmış durumda. Apaydın, uygulamanın netleşmesinin 2008 sonrasında gerçekleştiğini belirtiyor ve ekliyor: “Türkiye’de bir kanun içtihadının oluşması 10 yılı bulabiliyor. Bir davanın Yargıtay’a gidip geri dönmesinin ardından, ancak Yargıtay onayladığı ve süreklilik arz ettiği zaman diğer davalarda da aynı haklar talep edilebiliyor.”

YASALAR DEĞİŞSE DE ERKEKTEKİ ALGI DEĞİŞMEDİ

Bu noktada, yasalar değişmiş olsa bile erkeklerin ev içi emeği halen ‘leisure’ olarak görmeye devam ettiğinin altını çizen Apaydın, kadınların yasal hakları konusunda bilgilendirilmesinin büyük önem taşıdığı görüşünde. “Kadınların çoğu boşanma aşamasında bir an önce evliliği sonlandırabilmek için haklarından vazgeçiyor” diyen Apaydın, erkeklerin çoğunlukla bencillik duygusuyla, kadının ve çocuğun evlilikteki yaşam standardını sürdürmesini sağlayacak nafaka taleplerini reddettiğini vurguluyor. “Erkekler, evliyken çocuğa ayırdıkları bütçenin yarısını bile nafaka olarak eski eşe ödemekten imtina ediyor” diyen Apaydın, nafakanın çocuğun zorunlu sayılan ihtiyaçları ve ailenin yaşam standartlarına göre, anne ve babanın gelirine bakılarak hesaplanması gerektiğini düşünüyor.

'NAFAKA EV İÇİ EMEĞİN KARŞILIĞI OLARAK GÖRÜLMELİ'

Üst düzey yönetici bile olsalar kadınlar ile erkekler arasındaki gelir farkının çok büyük olduğuna dikkati çeken Apaydın, “Nafaka, çocuğun zorunlu sayılan ihtiyaçları ve ailenin yaşam standartlarına göre, anne ve babanın gelirine bakılarak hesaplanmalı. Üst düzey yönetici bile olsa, kadınlarla erkekler arasındaki gelir farkı çok büyük” diyerek nafakanın çocuğun yaşam standardının bozulmaması için gerekli olduğunu savunuyor. “Boşanma davalarında kadına verilen nafaka, ev içi emeğin ücretlendirilmesi olarak görülmeli. Zira boşanmış anneler iş hayatına ek olarak çocuğun sorumluluğunu tek başlarına üstleniyor ve bu emeklerinin göz ardı edildiğini düşünüyor.” Avukat Apaydın, ev içi emeğin ücretlendirilmesinin şu anda sadece katkı payı davalarında söz konusu olduğunu, bu davalarda kadın çalışmıyor olsa bile hane gelirine aynı oranda katkı yaptığı varsayılarak mal paylaşımı hesaplaması yapıldığını belirtiyor. “Bu şekilde hesaplanınca zaten kanundaki yüzde 50’lik pay hakkına karşılık geliyor. Bu da doğru bir yaklaşım. Bunun yanında, kadına verilen nafakanın ev içi emeğin ücretlendirilmesi olarak görülmesi nafaka oranının tespiti açısından daha faydalı olur.”

NAFAKA KARŞITLARININ YENİ ÇÖZÜMÜ: VELAYETİ ALMAK!

Son zamanlarda süresiz nafakanın kaldırılmasına yönelik yükselen talepler, erkeklerin çocuğun velayet hakkını alarak nafaka derdinden kurtulmaya çalışması sonucunu vermeye başladı. “Çocuğun velayetini bana ver, çocuk seninle kalsın” türü anlaşmalar üreterek boşanan erkeklerin, annesinin evine bıraktıkları çocuğun ihtiyaçlarını karşılayıp karşılamayacakları meçhul. Nafaka karşıtlarının yarattığı bu algı sonucunda, velayetini babasının aldığı ama annesiyle yaşayan çocuk, maddi anlamda babanın ‘insaf’ına kalmış oluyor ve annenin dara düştüğü zaman yasal hak olarak nafakasını talep etme hakkı fiilen ortadan kalkıyor. Aynı zamanda, çocuğun velayetini alan erkeğin boşandığı kadının yaşamında söz sahibi olmaya devam etmesi ve bu yüzden problem yaşanması ihtimali de var. Nafaka, çocuksuz bir kadına tekrar evlenene kadar, çocuk için ise çocuğun reşit olma dönemine kadar ödenen bir maddi katkı olarak tanımlanmasına rağmen, ‘velayeti alınca masrafları üstlenmiş olurum’ masalıyla, yasal olmasa da fiili anlamda ortadan kalkmaya başlamış durumda. Asgari ücretin 1600 TL olduğu bir ülkede 600 TL gibi bir nafaka ödemenin gerçekten zor olacağı yadsınamaz. Bu noktada, kadının yasal haklarını kaybetmeyeceği ve çocuğun mağdur olmayacağı bir çözüme ihtiyaç var. Devlet, ev içi emeği de teamül olarak bir emek olarak kabul ettiğine göre, boşanmış ailelerin çocuklarının nafakasını ödemeyi üstlenirse hem kadın hem de çocuk açısından daha iyi bir çözüme ulaşılması mümkün olabilir.

ÇALIŞMA KANUNU'NDA EV İÇİ EMEK MESELESİ

1974-1990 arasında kadın hareketi için poster üreten See Red Women’s Workshop feminist sanat kolektifinin “Kapitalizm ev içi emeğe de bağlıdır” yazan posteri. https://seeredwomensworkshop.wordpress.com/

Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanı Avukat Mehmet Uçum ve Avukat Zeynep Yıldırım, “Çalışma Hukuku Ev Kadınını Ne Kadar Tanıyor” başlıklı makalelerinde, ev içi emeğin hukuk sistemimizde sadece aile hukuku açısından değerlendirmeye tabi tutulduğunu, bunun dışında bir hukuki kapsam bulunmadığına dikkati çekiyorlar. “Kadının ev içi emeği de bir çalışmadır. Ev içi emeğin kıymetlendirilmemesi yani bir değer biçilmemesi ve bu çalışma süresinin zorunlu sigortasının olmaması tipik bir angarya durumu yaratıyor” yorumunu yapan Uçum ve Yıldırım, evli olsun olmasın tüm kadınların ev içi emek için sigorta güvencesine kavuşturulması gerektiğini savunuyor.

EV İÇİ EMEĞİN MADDİ KARŞILIĞI: MİLLİ GELİRE YÜZDE 25’LİK KATKI

Hukukçuların ev içi emeğe bakış açısı böyle olsa da iktisatçılar, ev içi emeğe halihazırda yapılan bir ödeme olduğunu düşünüyor. Çalışanlara, çalışmayan eş adına yapılan ‘aile yardımı’nı ev içi emeğin ücretlendirilmesi olarak görüyorlar. İktisatçılar, ev işlerine harcanan vakti, mevcut asgari ücretle kıyaslayarak ev içi emeğin değerini ve milli gelire katkısını hesapladıklarında, ev içi emeğin milli gelire minimum yüzde 25’lik bir katkı sağladığı ortaya çıkıyor.

ASGARİ ÜCRETİN YÜZDE 71’İNE TEKABÜL EDİYOR

İktisatçı Çiğdem Aldemir, 2014-2015 verilerini baz alarak yaptığı hesaplamada, brüt asgari ücretin 1647 TL olduğu durumda, ev kadınlarının harcadığı vakti baz alarak ev içi emeğin karşılığını, aylık 128 saat çalışma üzerinden brüt 1171.20 TL olarak hesaplıyor (Aldemir, 74). Bu hesaba göre, ev içi emeğin değeri, asgari ücretin yüzde 71’ine tekabül ediyor. 2000 yılındaki Pekin+5 konferansından sonra dünyada gayrisafi milli hasıla hesaplanırken ev içi emeğin değeri de hesaplamalara dahil edilmeye başlandı, ancak Türkiye bu konferanstaki kararları kabul etmedi. Oranlar yıllara göre farklılık göstermekle birlikte, iktisatçıların hesaplarına göre ev içi emeğin GSMH içerisindeki payı yüzde 25-45 arasında değişiyor.

Kısacası ev içi emek, asgari ücretin yüzde 71’i civarında bir değere sahipken ve milli gelire en az dörtte bir oranında katkı yapıyor olmasına rağmen, devletin bu emek için yaptığı “aile katkısı” son derece düşük kalıyor. Oysa kadınların ev içi emeği “emekliliklerine” katkı olarak değerlendirilse, emeklilik yaşı geldiği halde sigortası olmayan kadın da emekli maaşı alabilir. Binali Yıldırım’ın “Sosyal yardımları yeniden değerlendireceğiz” açıklamasına tepki göstermek yerine, ev içi emeğin kadına emeklilik hakkı tanıması üzerinden bir çözüm üretilmesi, hem kadınlar hem de erkekler açısından daha adil bir sonuç sağlayabilir.

İSTEĞE BAĞLI EMEKLİLİK ÇÖZÜM DEĞİL

Ev kadınlarının prim ödemeleri durumunda emekli olabilmesine dair bir yasa tasarısı uzun zamandır gündemde ancak hukukçular böyle bir yasanın ev kadınlarının lehine olduğunu düşünmüyor. Mehmet Uçum ve Zeynep Yıldırım’ın söz konusu makalede belirttiği gibi, “İsteğe bağlı sigortalılığın temelinde, çalışmanın güvence altına alınması değil çalışmadan da bir sigorta güvencesi oluşturma olgusu” yatıyor. Bu nedenle ev kadınının çalışmasının isteğe bağlı sigorta ile güvencelendirildiğini ileri sürmek mümkün değil. Zaten bu yasa tasarısında ev kadınlarından talep edilen prim miktarı, devletin ‘aile katkısı’ diye çalışan erkeğe ödediği paranın iki katından da fazla!

EV İÇİ EMEĞE SİGORTA TALEBİ

Ev içi emek, milli gelire katkıda bulunan bir emek türü olduğuna göre o zaman devletin, aile yardımı yapmak yerine, bu parayı kadının sigorta primi olarak biriktirip kadına yaşı geldiğinde emeklilik maaşı olarak ödemesi, uzun vadede toplumsal refaha katkıda bulunacak bir yaklaşım olabilir. Bu fikri savunan ve çalışan kadının ev işlerini üstlenmeye devam ettiğine dikkati çeken Aldemir, “Kadınlara ev işleri karşılığı ödenecek ücret, iş piyasasında çalışsın veya çalışmasın bütün kadınlara ödenmelidir. Ödenecek ücret, aile ücreti şeklinde erkeğin iş piyasasında çalışması karşılığında aldığı maaşa dâhil edilmemeli, bizzat ayrı bir fon olarak kadına ödenmelidir. Ödenecek ücret, kadınların iş hayatından çekilmesine sebebiyet vermemeli, bu nedenle hükümet tarafından kadın istihdamını artıracak önlemler alınmalıdır” önerisinde bulunuyor.

Özetle ev içi emeğin, milli gelire katkı sağlayan bir emek türü olduğu göz önüne alındığında, sadece mal paylaşımı davalarında yararlanılan bir hak olarak kalmaması gerekir. Boşanmış annenin, çocuğun bakımı ve masrafları için babadan talep ettiği nafakanın, ev içi emeğin karşılığı olarak devlet tarafından üstlenilmesi, uzayıp giden boşanma davalarının daha hızlı sonuçlanmasını sağlayabilir ve ödenmeyen nafakalar için açılan davaları azaltarak yargının yükünün hafifletebilir. Ev içi emek, çalışsa da çalışmasa da kadının sorumluluğu olmaya devam ettiğinden, bu emeğin karşılığının ‘aile katkısı’ olarak erkeğe ödenmesi yerine kadının sigorta primi olarak devlet tarafından biriktirilmesi, emeklilik yaşı gelen kadınların kendilerine ait emekli maaşına sahip olmasıyla uzun vadede toplumsal fayda sağlayabilir.

Ayrıntılı bilgi için:

Gökben Demirbaş, (2018) Women's leisure in urban Turkey: a comparative neighbourhood study. PhD thesis, University of Glasgow: http://theses.gla.ac.uk/30626/

Çiğdem Aldemir (2016), “Kadının Görünmeyen Emeğinin Görünür Kılınması: Ev İçi Emeğin Ücretlendirilmesi”, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İktisat Anabilim Dalı, İktisat Bilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi: http://openaccess.ogu.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/handle/11684/1281/10120114.pdf?sequence=1&isAllowed=y

Türkiye İstatistik Kurumu, “İstatistiklerle Kadın, 2017” haber bülteni, 6 Mart 2018, Sayı: 27594.

http://www.tuik.gov.tr/PreHaberBultenleri.do?id=27594

Av. Mehmet Uçum ve Av. Zeynep Yıldırım, “Çalışma Hukuku Ev Kadınını Ne Kadar Tanıyor”, erişim tarihi Kasım 2018: http://www.mehmetucum.com/9-makaleler&newsID=287

Tekin Akgeyik, “Türkiye’de Kadınların İşgücü Piyasasına Katılımını Etkileyen Faktörler: TÜİK Verileri Üzerine Bir Analiz”, Sosyal Siyaset Konferansları, Sayı : 70 – 2016/1, 31-53.

http://dergipark.gov.tr/download/article-file/394276