İskender Savaşır gerçekten öldü mü?

Bugün 1 Kasım, 17 Haziran’da yitirdiğimiz İskender Savaşır’ın doğum günü. Ben biraz tersten de olsa “İskender Savaşır gerçekten öldü mü?” sorusunun peşinde, yas içindeyken yas üzerine düşünüyor olacağım.

Google Haberlere Abone ol

Batuhan Saç*

Yası yaşarken öncesi gibi kalamayız. Değişmek, değiştirmek zorundayızdır. Çünkü zaten hiçbir göreceliğe değmeden değişmiştir hayat. “Sana göre, bana göre, ona göre” olan büyük bir taraf vardır evet ama hepsi kaynağını kayıptan alır. Açıkça söyleyebiliriz ki kayıp bize yeni bir inşa kurmayı önermez, bizi zorlar, hiç kibar değildir, olması akla dahi gelmez. Peki ne zaman gelir yas, ölümün ardından mı? Bu soruyla başlarsak eğer, yas sürecinin başlangıcı nerede konumlanır?

Yas, ani ölümlerin dışında, ölümden önce başlar. Ancak kesin bir yüklemle kurduğum bu cümleyi kendimden emin bir şekilde yaz(a)mıyorum. Yine de öyle geliyor ki, bazı durumlarda kişi yaşamını “ölmek üzere” sürdürüyordur. İşte bu durumda yas, kaybedilecek kişideki her türlü değişimden kaynağını alabilir. Mesela kaybedilecek kişinin bedeni, yüzü, sesi veya davranışları o ölmeden önce değişime uğramış olabilir. İşte bu değişimler, aynı zamanda bir tür kayıp olarak görünmeye açıktır. Yaşanan bir savaş gibidir aynı zamanda. Kayıplar mahalle mahalle, bölge bölge yaşanabilir. Yas, bu zeminde, savaş kaybedilmeden önce başlar (1). Yas ne zaman başlar sorusundan önce yas nedir demeliydik belki de. El çabukluğuyla, herhangi düşünürün ne dediğine bakmadan, yasın kaybedilenle kurulan bir ilişki biçimi olduğunu söyleyebilirim. Bu ilişki biçimi, içinde öfkeyi de, neşeyi de, özlemi de barındırır. Diğer bir deyişle kendine has inişleri çıkışları vardır. Aynı zamanda unutma ve hatırlama işlemini de kapsar.

İlk kaybedilen, kişi değildir. Yukarıdaki paragrafta ifade etmeye çalıştığım şekliyle, kaybedilen kişinin canlılığına dair değişen her ayrıntı yas sürecinin değişkeni gibidir. Cambridge Dictionary’nin “loss” için verdiği tanım, düşündüğüm ve İskender Savaşır’ın yaşamını kaybederkenki süreçte hissettiklerimle çok benzer: “Artık o şeye sahip olmamak ya da önceden sahip olduğun şeyden daha azına sahip olmak” (2) (Cambridge Dictionary, 2018) Yani kesin bir çizgiyle ayrılmayan, gidişi görülen, gittikçe silikleşen yahut beliren bir var olma biçimi bu kayıp. Bahsi geçen bir şeye sahip olamamak çift taraflı. Örnek olarak İskender Savaşır’ın sözleri geliyor aklıma: “Ben konuşmadan konuşmuyorsun, soru sormuyorsun” demişti bana. Adapazarı’nda, yaşamını yitirmeden önceki son bir hafta içinde yatağında yatarken söylemişti bu ifadeyi. Ben ise yanında şebeklik etmekle onu yormamak arasında, soru sormakla kafasını karıştırmamak arasında gidip geliyordum. İskender Savaşır da hocalık etmeyi kaybediyordu adım adım, işte kayıp ve yas buydu bence. Dolayısıyla bu düşünme biçimini sürdürürsem şunu sorabilirim: Ölen kişi de son vakitlerini, tüm zorluklara ek olarak, yas içinde geçirmiştir. Peki ya buna “ölecek olanın yası” diyebilir miyiz?

.

Ölüm üzerine düşünürken başı sonu olan bir cümle kurmakta zorlanıyorum. Ölüm nedir? Tam olarak vakıf olamıyorum. Ama şundan neredeyse eminim, asıl kaybedilen, o nesneyle sürdürülebilecek olası gelecek yaşantılar. Bu nokta sanki tam anlamıyla ölümün gerçekleştiği yere işaret ediyor benim için. Yani yas, gelecek için tutuluyor. Açık Radyo’da 26 Ağustos’ta İştar Gözaydın’ın programında söylediklerimi hatırlıyorum:

“Kayıp diyorum, ama bir yandan da onu kaybetmemişim gibi. Şu ana kadar var olan İskender Savaşır hafızalarda. Yani geçmiş zaten hep bizimle. Kaybettiğim şey sanki, aslında gelmemiş olan, yani gelecek için tutuyorum bu yası. 17 Haziran’dan sonra da yaşamasını istediğim İskender artık yok.”

Kendi sözlerime itiraz edebilirim ama fazla gerçek olan şey, İskender Savaşır’ın ölmüş olması. İskender Savaşır’ı psikanalize giriş derslerinde gördüğümde büyülenmiştim ve “tamam” demiştim, “ben, bu adam gibi olacağım.”Gördüğüm kişi, gelecek planlarımı bir köşeye yazmış ve oluvermiş gibi karşımdaydı. Benim için büyük bir karşılaşmaydı, büyük bir fırsattı ona öğrencilik edebilmek. Hem de heyecanla, merakla ve sevgiyle… Gittikçe ona benzediğimi, onun gibi konuştuğumu ve kelimelerimi onun dağarcığıyla birleştirdiğimi fark etmiştim. Onun dolabında hangi yemeklerin olduğu da ayrı bir merak konumdu. E tabii İskender Savaşır aynı zamanda bir yemek ve yeme kültürüydü. Yediklerinden yemek, soslarıyla yemeğimi zenginleştirmek, okuduklarından okumak benim için büyük zevkti. İşte böyle, onun yolunu izlemek aynı zamanda benim için bir gelecek planı oluvermişti. Onun bu doğuşu, ölümünde de aynı şaşkınlığı bırakmıştı üzerime.

“Onun gibi olmak” isteği ürkütücü mü geliyor, bilmiyorum. Ama bir öğrencinin dileği ve arzusu bir yandan bu değil midir? Bunun bir tür mozaik olduğunu ve öğrenci olmanın önemli bir niteliği olduğunu düşünüyorum. Küçük bir parantez açarsam, “mozaik” olarak andığım yapının Marcus Aurelius’un Kendime Düşünceler (Aurelius, 2016) adlı kitabının ilk bölümünün tamamını kast ederek söylediğimi ifade edebilirim. Marcus Aurelius kitabın ilk bölümünde kimden neyi öğrendiğini ve benliğine kattığı nitelikleri nereden edindiğini anlatır. “Büyükbabam Veros’tan soylu ve kolay öfkelenmeyen bir karaktere sahip olmayı öğrendim, Severus’tan aile, doğruluk ve adalet sevgisini öğrendim…” diyerek sıralar M. Aurelius. İşte böyle, bir öğrenci örneği olarak aklımda Marcus Aurelius’a sürekli yer veririm. Bu paralellikte M. Aurelius gibi benim de kafamda “İskender ahlakı”, “İskender merhameti”, “İskender bilgeliği”, “İskender sabrı”, “İskender derinliği”, “İskender tutkusu”, “İskender çalışkanlığı”, “İskender neşesi”, “İskender şaşırtıcılığı”, “İskender öğreticiliği-öğrenciliği”, “İskender kolektifliği”, “İskender barışı ve de küskünlüğü” gibi ifadeler geziniyor. Bu, 24 senelik yaşamım boyunca yalnızca onda gördüğüm şeyler. Bunlar, bendeki yokluğa değil, ondaki şaşılası niteliklere işaret ediyor. Yani saydıklarımın tamamı, tadına yalnızca onun varlığından varabileceğiniz şeyler olarak ayrıca varlığını koruyor. Kelimeler aynı evet, tutku, neşe, küskünlük, çalışkanlık… Bu kelimeleri ilk defa da okumuyorsunuz, ama o, ilk defa gördüm diyebileceğimiz canlılıkta ve renklilikte gösterdi bu kelimeleri. Tüm bu idealize görünen sıfatlar hiç abartmadan tam da onun varlığına içkin şekilde yaşardı. Bu nitelikler, bireysel idealleştirmenin dışında, “İskender olmak” demekti. Hangi pencereden bakarsak bakalım, benzeri renkler ve bu ışıklar yaşamımızı aydınlatırdı.

17 Haziran günü, İskender Savaşır yaşamını yitirirken Kayra Bulut piyano çalıyordu. Bildiği dört parça ile evi taşıyor gibi basıyordu parmakları, piyano pedallarına basışı da aynı şekilde kararlıydı. Evin salonunda güneşimiz, yani İskender Savaşır yatıyordu. Güneşimiz diyorum, hani “çamaşırlarımızı aynı güneşte kurutuyoruz, biz kardeşiz” gibi bir söz vardır ya, işte öyle bir hava olur(du) onun olduğu ortamlarda, birleşirdi insanlar. Açık Radyo’da şöyle anlatmıştım: “O, rengarenk deniz kabuklarından kolye yapar gibi birleştirirdi. Her parçada ayrı bir incelikle, hassasiyetle.” Onun bu birleştirici gücü ve çabası İstanbul’u, Adapazarı’nı, İzmir’i ve Ankara’yı haritada yan yana tutup birleştirmeye yetmişti. Peki ya şimdi? İskender Savaşır yaşamını yitirmiş olsa da birleştirdiği ortamlar ve insanlar “yas kardeşi” olarak ayrı bir nitelik kazanmış oldu. Toplu bir şekilde üstlenilen keder, belki de her bireyin kendi kaybıyla yüzleşmesi için bir teklifken, farklı yasların birbirine karışması ve birbirinde erimesi bir tür “yas kardeşliği”ni oluşturuyor (Özmen, 2017).

.

Julian Barnes şöyle bir soru sorar: Yasta “başarı” nedir? Hatırlamakta mı yatar yoksa unutmakta mı? (Grigg, 2016; Barnes, 2013)

Bu soru yasta “başarısızlık” nedir? olsaydı, işimiz görece kolaydı. Ancak, başarı üzerine dahi anlaşmak zorken, yasta başarı da nedir? Gene de birkaç şey söyleyebileceğime inanıyorum. Kaybedilen sevgi nesnesi asla tamamen terk edilmez, o nesneyi belirten iz sürekli taşınır. Hatta Goethe’den alıntılandığı söylenilen ifade şudur: “İki kere ölürüz: İlki kendi ölüşümüz, sonra da bizi bilmiş ve sevmiş olanların ölüşü (Grigg, 2016).” Yani izler de canlılık taşır. Kurduğumuz ilişkiyi izlerle, anılarla sürdürürüz.

Loss kelimesinin kökünün “Leu-” olduğunu biliyoruz (Etymonline, 2018). Bu kök çözülmek, parçalanmak, ayrılmak anlamına geliyor. J. Barnes’in sorusuna geri dönerken, İskender Savaşır’ın unutmak fiili üzerine yazdıklarını düşünürsek, yasta başarının acı vermeyen bir hatırlamayla unutmanın yan yana olduğunu söyleyebiliriz. İskender Savaşır Kelimelerin Anayurdu ve Tarihi’nde (Savaşır, 2000) unutmak fiilinin “un”la yani yemeklerde kullandığımız unla aynı kökten geldiğini ifade eder. Unutmak, yani un ufak etmek, bir yaşantıyı en ufak unsurlarına kadar ayrıştırıp bir besin haline getirmek. Unutuşu besinlerle düşündüğümüzde, kaybını yaşadığımız kişiyi hatırlamanın da besleyiciliğini kavramak hiç de güç değil. Hatta İskender Savaşır’ın da kitabında belirttiği gibi “un” kökünün bir tür iyileşmek/iyileştirmek anlamına gelen “onmak, onarmak”taki “on” ile ilişkisi daha çarpıcı.

Peki, bu zemin üzerinde soruyu tekrarlayalım: Yasta başarı nedir? Hatırlamakta mı yatar yoksa unutmakta mı? İskender Savaşır’ın kurduğu düşünce zincirinde unutmanın gerekliliği aşikar. Ama bu unutmak, benliğe besin halinde sokulan bütünün parçaları olarak gözüküyor. Şimdi, gene onun ifadeleriyle kelimelerin İngilizcelerini kullanarak devam edeyim. İskender Savaşır kitabında hatırlamanın ikincil bir işlem olduğuna dikkat çeker, bu düşüncesinin sağlaması ise remember, recollect ve recall kelimeleri üzerinden yapar. Ardından, hatırlamak fiili aracılığıyla “hatır sormak” üzerine düşünür ve sorar: “Kimlerin hatırını sorarız?” Bu soruya kendisi kişilerle “araya mesafe girmeye başlayınca…” der. Yani hatırlamak burada da gene uzaklaştıktan sonra gerçekleşir. Dolayısıyla, yasta başarı varsa eğer, bu öncelikle “unutabilme” ile gerçekleşirken diğer bir yandan kişide kalan izlerin tekrardan geri çağrılması, hatırlanması ile mümkün. İfadeyi “unutmak” yerine “unutabilmek” olarak kullanmamın sebebi, bazı yas deneyimlerinin kaybı neredeyse bir tutsak gibi tutabildiğini düşünüyor oluşum. Tutsak gibi tutulan, mideye bir taş gibi oturan kayıp yaşantısının hatırlamalarının da acı içerebileceğini ifade etmeye çalışıyorum.

SON

Bir öğrencinin bulduğunda şükran duyacağı önemli varlıklardan birisi de “saçmalama hakkı” verilen bir saha. Saçmalama hakkı derken, bir tür oyunsu alanı kastediyorum. İskender Savaşır bu alanı ustalıkla açardı, her öğrenciye verirdi bu hakkı. 2014’ten beri yaptığımız konuşmalara ve yazışmalara baktığımda apaçık şekilde görünüyor; o, söylenenleri ince noktalardan tutup, zengin geri bildirimler sunardı. Bu oyun sahası, onun verdiği eğitim için vazgeçilmezdi. Gerçeklikle sınanmış, hayrete düşüren bu bilgelik örnekleri için her defasında teşekkür ediyorum.

(Bilim ve Gelecek Kitapçıl’da hazırladığım metinde doğumunu ve kısa yaşam öyküsünü yapıp ettikleriyle birlikte anlatmıştım. Vefatından sonra yazılan metinler içinde onun müzikle ilişkisini anlatanına rastlamadım. Üstelik onun müzikle ilişkisini anlatabilecek kişinin ben olmadığımı da biliyorum. Ama en azından bir gün yazılması gerektiğine inancımı özellikle doğum gününde dile getirmiş olayım.)

Onun sözleri önce hayata dokunurdu. Hocalık ederken söylediği sözler, işitildiği ilk ana dair değildi, anlamak için hayatın içinde gezdirmek gerekirdi. Anlam, adım atacağın yönde olurdu. Yani adım atacağın yola bırakırdı öğrenilecek malzemeyi ve senin bulmana imkan tanırdı. Bir öğrenci daha ne ister ki?

Ben, onun bendeki izlerini, Sokratvari diyaloglarını ve hocalığını hafızamda gururla taşıyıp her seferinde hikmetine inanarak paylaşacağım. Benzer bir deyişle, “İskender’in öğrencisi Batuhan” da özenle taşıdığım, giydiğim bir kıyafet gibi yanımda olacak. Eminim ki, ona duyduğum şükranın ifadesi olan bu cümleleri farklı şekillerde de olsa tekrar tekrar dile getireceğim.

Son olarak, “yas içinde yas üzerine” düşünmeye çalıştığım bu metinde, bugünün asıl önemi için tek bir cümle: Ölüm ve yaşamla gerçek bir barış içinde olan bu bilgeye “iyi ki doğdun!”

BAŞVURULAR

Aurelius, M. (2016). Kendime Düşünceler. (F. Akderin, Çev.) İstanbul: Say Yayınları.

Barnes, J. (2013). Hayat Düzeyleri. İstanbul: Ayrıntı .

Etymonline. (2018, Ekim 23). Etymonline.com: https://www.etymonline.com/word/*leu-?ref=etymonline_crossreference adresinden alındı

Grigg, R. (2016). Hatırlamak & Unutmak. Lacanian Compass EXPRESS, 717.

Özmen, E. (2017). Vazgeçemediklerinin Toplamıdır İnsan. İstanbul: İletişim Yayıncılık.

Saç, B. (2018, Ekim 23). Bilim ve Gelecek. https://bilimvegelecek.com.tr/index.php/2018/06/30/sinirlarinda-yasayanlari-yeserten-bir-ulke-iskender-savasir/ adresinden alındı

Savaşır, İ. (2000). Kelimelerin Ana Yurdu ve Tarihi. İstanbul: Metis Yayınları.

Thesaurus, C. A. (2018, Ekim 23). Cambridge Dictionary. Cambridge University Press: https://dictionary.cambridge.org/dictionary/english/loss adresinden alındı

Youell, B. (2015). Öğrenme İlişkileri. (E. T. Erkan Oğuzalp, Çev.) İstanbul: Bağlam Yayıncılık.

(1) İskender Savaşır 20 Şubat’ta beklenmedik bir sancısından bahsettiğinde “geçmiş olsun, anlaşılan bedendeki savaş büyük” demiştim. O da “evet sorma, mübalağa cenk olunuyor” demişti. O, bu cenk içinde büyük bir cengâverdi. Şüphesiz, böyleydi.

(2) Loss: The fact that you no longer have something or have less of something.

(3) https://bilimvegelecek.com.tr/index.php/2018/06/30/sinirlarinda-yasayanlari-yeserten-bir-ulke-iskender-savasir/

*Psikolog