Bir gün süren bir yıl!

15 Eylül, Cumartesi sabah 7 buçukta Silivri otobanında salıverilmişlerdi, akşam 7 buçukta üyesi oldukları İstanbul Barosu’nun kapısında tekrar tutuklanmak üzere gözaltına alındılar. Çünkü gerekçeleriyle tahliye kararını veren İstanbul 37. Ağır Ceza Mahkemesi, buna basmakalıp laflarla itiraz eden savcının talebine kısmen uydu, birkaç saat önce verdiği karardan dönerek 12 avukat hakkında tekrar tutuklama kararı verdi. Gerçekte ise tutuklu avukatların ve ailelerinin, haksızlık ve yoksunlukla geçirdikleri bir yılı yok saymaya, yok etmeye karar verdi.

Google Haberlere Abone ol

Tora Pekin

12 Eylül 2017’den 15 Eylül 2018’e bir yıl artı üç gün hapiste tutuluyorsunuz. Sebep, devletin sevmediği bir avukatlık faaliyeti içinde olmanız. Hakkınızda aynı nedenle ve aynı “kanıtlarla” beş yıl önce, Fethullahçı şeytan üçgeni (polis-savcı-yargıç) tarafından açılmış dava hâlâ sürüyor. Oysaki bu şeytan üçgeninin kotardığı ucu hükümete dokunan tüm soruşturma ve davalar çoktan ışık hızıyla kapatılmış; yargı faaliyeti olmadıkları, aksine terör faaliyeti oldukları belirlenmiş, o polis-savcı-yargıçlar ya kaçmış ya tutuklanmış... Ama aynı şeytan üçgeninin açtığı sizin davanız sürüyor. Devlet aklı o noktada Fethullahçı şebekenin işlemlerini üstleniyor ve hem ilkini sürdürüyor hem yeterli bulmayıp ikincisini açıyor. Ev baskınları, büro baskınları, her şey darmadağın ediliyor ve tekrar tutuklanıyorsunuz.

Tutuklanmanız keyfi, tutukluluk koşullarınız da keyfi. Ailelerinizden ve bürolarınızdan çok uzaklardaki hapishanelere gönderiliyorsunuz: Silivri, Edirne, Tekirdağ, Düzce, Bolu, Karabük, Balıkesir Burhaniye, Balıkesir Kepsut... Aileleriniz her görüş için yüzlerce kilometre yol tepmek zorunda, her görüşe gelmeleri mümkün değil. Meslektaşlarınız savunmalarınız için her hafta görüşe gelmek zorunda, o da mümkün değil.

Hapishane dediğin insana dair ne varsa ona karşıyken, toplumsal barışın baş düşmanıyken bir de üstüne keyfi uygulamalarla boğuşuyorsunuz.

Avukat Engin Gökoğlu, Tekirdağ hapishanesinde gardiyanların kırdığı kolunu, yanlış kaynaması nedeniyle bir ömür boyu istediği gibi kullanamayacak.

Yine Tekirdağ’daki ama ayrı bölümde hapsedilen Avukat Süleyman Gökten’le birlikte bir yıldır kitaplarını alamıyor.

Avukat Selçuk Kozağaçlı 10 ayı aşkın süredir, Silivri’deki hücresinde tek başına. (Odanızdan çıkmadan bir gün geçirmeyi deneyin sonra tekrar konuşalım.) Kozaağaç’lı’nın hapishanede aldığı nadir sevinçli haberden biri, aynı hapishanede kalan Avukat Yaprak Türkmen’in aylarca tek başına tutulmasından sonra üç kişilik bir koğuşa geçmesiydi. (Sevindiğimiz haber bu!)

Avukat Didem Baydar Ünsal ve Avukat Aytaç Ünsal, karı-koca tutuklanmışsınız. Bir eş Karabük’te, bir eş Balıkesir’de. Aileyle telefonla görüşme hakkınızı eşinizle kullanmak istiyorsunuz, kullandırmıyorlar. Yargıya başvurup hakkınızı alıyorsunuz, devlet sırf böyle bir uygulama yerleşmesin, iki tutuklu eş birbiriyle telefonla görüşemesin, diye sizi Karabük’ten alıyor, Balıkesir’e götürüyor. Orada aile görüşünde görüşürüm, diyorsunuz; görüşürsün ama o zaman da anne-babanı göremezsin, deniyor.

Eşler öyle, kardeşler farklı mı? Avukat Barkın Timtik Bolu’da, ablası Avukat Ebru Timtik Balıkesir’de. Bir yıl sonra duruşma salonunda birbirlerini gördüler, duydular, birbirlerine sarıldılar. Bolu-Balıkesir Kepsut 450 kilometre, hangi aile, hangi avukat yetişebilir?

Avukatsınız, hapishanedesiniz, bir sabah kızınızın 5 yıl önceki Gezi Direnişi’ne katılmaktan tutuklandığı haberini alıyorsunuz. Avukat Şükriye Erden’in en iyi bildiği iş avukatlık, Silivri’de Türkiye’nin en sıkı güvenlikli hapishanesi olan 9 No’ludaki kızı için ancak Karabük hapishanesinden dilekçe yollayabiliyor.

Avukatlar Ayşegül Çağatay, Aycan Çiçek, Naciye Demir, Barkın Timtik, Ebru Timtik, Zehra Özdemir, Didem Baydar Ünsal, Aytaç Ünsal, Süleyman Gökten, Engin Gökoğlu, Şükriye Erden, Özgür Yılmaz, Ahmet Mandacı, Yağmur Ereren, Behiç Aşçı, Yaprak Türkmen ve Selçuk Kozağaçlı bir yıl tutukluluğun ardından geçen hafta, koğuşlarından ilk kez çıktılar ve İstanbul 37. Ağır Ceza Mahkemesi’nin Bakırköy Adliyesi’nde yapılan duruşmalarına katıldılar.

Beş gün boyunca bir yıldır uzak düştükleri mesleki ve siyasi faaliyetlerini anlattılar. Kendilerine isnat edilen eylemleri reddetmediler, çünkü suç oluşturan tek bir eylemleri yok. Onlar da beş gün boyunca yaşama hakkından işkence yasağına, yoksulluktan barınma hakkına, işçi haklarından kent ve sağlıklı çevrede yaşama hakkına bu hayatta neyle, niçin ve nasıl uğraştıklarını anlattılar.

Mahkeme dinledi, dinledi, dinledi ve 14 Eylül’de tutuklama şartlarının artık bulunmadığı, tutuklulukta yarar olmadığı, tutuklu kalınan sürenin uzunluğu ve tutuklu bulunanların avukat olduğu gerekçeleriyle tüm avukatların tahliyesine karar verdi.

14 Eylül’de serbest kalmaları gerekirken, ancak 15 Eylül sabahı tahliye olabildiler. Böylece bir yılı aşan bir süre sonra, tüm savunmaya gözdağı niteliğindeki bir tutukluluk sona erdi ve özgürlüklerine kavuştular.

Aynı gün içerideki ve dışarıdaki avukatlar -özgürce- ve hep birlikte birkaç saat geçirmek için İstanbul Barosu’nda buluşmaya karar verdiler. 15 Eylül, Cumartesi sabah 7 buçukta Silivri otobanında salıverilmişlerdi, akşam 7 buçukta üyesi oldukları İstanbul Barosu’nun kapısında tekrar tutuklanmak üzere gözaltına alındılar. Çünkü gerekçeleriyle tahliye kararını veren İstanbul 37. Ağır Ceza Mahkemesi, buna basmakalıp laflarla itiraz eden savcının talebine kısmen uydu, birkaç saat önce verdiği karardan dönerek 12 avukat hakkında tekrar tutuklama kararı verdi. Gerçekte ise tutuklu avukatların ve ailelerinin, haksızlık ve yoksunlukla geçirdikleri bir yılı yok saymaya, yok etmeye karar verdi.

Bunu ne hukuk kaldırır ne ahlak ne vicdan. Devletin kendi koyduğu kurala uymadığı bir toplumda da kimse güvende değildir.

Tutuklamalar, avukat arkadaşlarımızın gülümsemesini bile silemez.

Ama siz izlediğiniz diziden ve maçtan başınızı kaldırıp, insanların özgürlüğünün böyle tümüyle keyfi biçimde elinden alınmasına göz yumarsanız, yüzlerce, binlerce yıllık hak mücadelesinin mirasına sırtınızı çevirirseniz; o zaman, bugün olduğu gibi zamanın kırılmasına, yer ayağınızın altından kaybolmasına ve hayatınızın sizden çalınarak bir yılınızın bir gün sürmesine kendiniz izin vermiş olursunuz.