'Sosyalist hakim' Ali Faik Cihan: Kibriti çakmak benzini tutuşturmak!

Büyük usta, toplumcu hakim Ali Faik Cihan çok zeki ve çalışkandı. Halkçıydı. Sosyalist idi. İnatçı ve ısrarlıydı. Hakim oldu. Ama hukuk düzeni ona hakim olamadı. Renksiz, kokusuz bir yargı camiasının içinde bir an kibriti çaktı ve benzini tutuşturdu…

Google Haberlere Abone ol

Orhan Gazi Ertekin*

“Gelenekten geçmişe süzülüp giden zaman ile birlikte kuvvetimiz, gücümüz sessiz bir nehir gibi boşuna akıp gitmektedir… Yapılacak iş çok kolay. Kibriti çakmak benzini tutuşturmak…”

Ali Faik Cihan

Türkiye yargı tarihinin her açıdan müstesna ismi Ali Faik Cihan, nam-ı diğer “Sosyalist Hakim”, 29 Ağustos 2002’de 76 yaşındayken İstanbul’da vefat etti. Her açıdan pek az bulunur bir ısrar ve sebat ile ilmek ilmek örmüştü hayatını ve onun ölümüyle bıraktığı mirası ve dahi boşluğu yeniden ve yeniden hatırlamak için nedenlerimiz her geçen gün daha da çoğalıyor.

Bir defa baskı ve zulüm karşısında yargının en uslanmaz ve iflah olmaz çocuklarından birisi ve birincisiydi Ali Faik Cihan. Yükselmek ve terfi etmek üzerine kasten inşa edilmiş bir yargıçlık mesleğinin içinde defalarca tutuklanma, yargılanma ve sürgünler yaşayarak bir “bürokrat” olarak hayatını bir “antik şiir”e dönüştürmüştü. Belliydi ki Türkiye’de yargıçlık bir “meslek” değil “mesleksizlik” hali olarak kurulmuştu ve bunun da egemenler açısından gayet mantıklı ve tutarlı gerekçeleri vardı. O ise Türkiye yargısında bir tragedya ozanı olarak var kalmayı tercih etti. Kasten ve taammüden...

Onun müstesnalığı sadece buradan gelmiyor. Ali Faik’in Türkiye yargısının okuryazarlık tarihinde de yeri özeldir ve hâlâ aşılamamıştır. Cumhuriyetin hukukçu geleneğindeki “mevzuat” temelli düşünce rutinlerini toplumsal ve siyasal analizlerle politiko-juridik bir temele doğru taşımıştır o. Cumhuriyet hukukçularının sığ dünyası onun toplumsal ve politik bağlamlı müdahaleleri ile ilk büyük bozulmayı yaşamıştır. O da kasten ve taammüden…

KARADENİZ'İN ASİ HAKİMİ

Ali Faik Cihan 1926 yılında Rize’nin Fındıklı ilçesinin Meyvalı köyünde doğdu. Bu coğrafi kader toplumsal düzlemde şu demekti o vakitler: Özgürlüğüne düşkün, silaha meraklı ve gündelik dili politikleştirme yeteneği yüksek, ya da her tür yüksek politikayı gündelik dile taşımak becerisine sahip olmak…

Ali Faik’in hayatının ilerleyen dönemlerinde de bu karakter özelliklerini birer birer şahit olacağız zaten. İlk gençlik ve üniversite döneminde santral memurluğundan sekreterliğe kadar çok çeşitli işler yaptı Ali Faik. TKP gençlik kollarında da çalıştı. Ankara Hukuk Fakültesi'nden mezun olduktan sonra hakimlik sınavını kazandı. Fakat TKP gençlik kolları üyeliği gerekçe gösterilerek mesleğe alınmadı ve 1955 yılında Adalet Bakanlığı'na karşı Danıştay’da dava açarak kazandı. Mesleğe başlaması bu nedenle 1958 gibi geç bir dönemde gerçekleşti. Türkiye yargısının Ali Faik’i kendisine yakıştıramaması manidardır. Nitekim sabit bir yere de sığdıramamıştır. Ovacık'ta başladı hakimliğe ve Alucra’dan sonra sürgünle Akçaabat’a tayin edildi.

YARGIDA YENİ BİR YOL

Ali Faik’in mesleki süreci, Türkiye yargısının iki büyük devlet hizbi arasındaki ilk büyük kapışmasının yaşandığı bir dönem olmuştu. 1954-1961 süreci 1926 İstanbul Barosu baskınından itibaren kendi ideolojik ve endüstriyel egemenliğini kurmuş Cumhuriyetçi hukukçuluk ile 1940’lardan itibaren kendi kozasını ören muhafazakar hukukçuluk arasında bir kadro savaşı olarak yaşanıyor ve bu iki büyük gücün çıkarlarının ideolojik düzeyde karşılaştığı bir mücadele meydanı özelliği sergiliyordu. Bugünün çatışmalarının mikro sahalarından birisi de işte bu dönemdir. Ali Faik 1955’de Demokrat Parti'nin yargıyı Cumhuriyetçi hukukçuluktan alma ve işgal etme eğilimine karşı başlattığı mücadelesini 1965’lere doğru Cumhuriyetçi hukukçuluğun mahfillerine kadar genişletti ve hukukçuluğun içinde yeni bir politik ve hukuksal yol hattı doğmuş oldu. Ali Faik Cihan bu anlamda bir ilk “kurucu” olmanın onurunu taşıyor. Türkiye hukukunda ve yargı tarihinde kurucusu olduğu ekol onun en bağlı olduğu adlandırmasıyla “toplumcu hukuk” olarak çağrılabilir.

Ali Faik girdiği her işte kendi bağımsızlığında ısrar ederken içeriden ve etkili diyaloglar geliştiriyor, yoğun okuma faaliyeti gerçekleştiriyor, ama edindiği her bilgiyi sadece kendisinde kalmayacak bir politik dolaşımın içine taşıyordu. “Acı ama Gerçek” kitabı 1960 darbesinin hemen ertesinde bu sahici ve samimi karakterinin bir sonucu olarak doğdu. Acı ve üzüntü verici bir yoksulluk gözlemlerinin ardından bir kalkınma, adalet ve hukuk atılımı bekliyordu o dönemde Ali Faik. 61 darbesinin ardından birinci ve ikinci cumhuriyet kavramsallaştırmasını takip ederek “ikinci cumhuriyet” kavramsallaştırmasını, Türkiye’nin toplumsal dönüşümlerini temel alan bir tarihsel anlayış ile ortaya koymuştu. Onu göre “birinci cumhuriyet” bir “kişiler cumhuriyeti” idi. Çünkü “onu yönetenlerin damgası”nı taşıyordu. İkinci Cumhuriyetin ise kapsamlı bir toplumsal, kurumsal ve hukuksal dönüşüm hedefini ortaya koyması gerekiyordu. Esas olarak da “toplumcu” olması gerekiyordu.

SOSYALİST TÜRKİYE

1961 yılında basılan bu kitabından sonra onun politik tekamülünü gösteren “sosyalist Türkiye” kitabını 1965 yılında yayınlayacaktır. “Acı ama gerçek” kitabı ile “Sosyalist Türkiye” kitabı arasındaki dört yıllık süreç Türkiye solu açısından gelenekten koparak bağımsız varlığıyla belirginleşme ve bir “yeni yol” inşası sürecidir. Hem gelişmeleri hem de aktörleri ile son derece verimli ve öğreticidir. Ali Faik’in yaşamı bu dönüşümü anlamak açısından da öğreticidir. 1960’lardaki TİP’in yükselişi, Gençlik, işçi ve köylü hareketlerinin doğuşu Cumhuriyetçi hukukçuluğun içindeki gerilimi de artırmış ve gelenekçi, milliyetçi ve toplumcu bölünmeler içinde kendine yeni bir yol aramaya başlamıştı. Bundan dolayı Ali Faik’in 1961’deki “ikinci cumhuriyet” talebi 1965’de artık “Sosyalist Türkiye” olacaktır. Kitap yayınlanır yayınlanmaz toplatılır. Cumhuriyetçi, milliyetçi ve muhafazakar hukukçuluk mahfilleri neredeyse birleşmiş haldedirler. Zamanın Hakimler Kurulu Ali Faik’e meslekten el çektirir. Ayrıca Trabzonda kitaptan dolayı yargılanıp 7 yıl 6 ay hapis cezasına çarptırılır. Buna karşılık temyizle gittiği Yargıtay da karar bozulur ve Ali Faik yeniden mesleğine döner. Bu kez de Akçaabat’a sürgün edilmiştir.

'TİTREK HAMSİ HÜCRESİ'

Ali Faik’in bu süreçte Trabzon'da olması Zülfü Livaneli’nden Ataol Behramoğlu’na ve Hasan Cemal’a kadar birçok ismin içinde yer aldığı özel bir “cemiyet”in teşkilini de sağlamıştı. Burada doğan arkadaşlar çevresi sonradan Türkiye yargı tarihinin en trajikomik örgüt yargılamasının da sebebini teşkil ediyordu. Şizofren bir öğretmenin sayıklamalarını rapora dökmesi sonucu Trabzon’daki bu arkadaş cemiyeti 1971 darbesi sonrası “titrek hamsi hücresi” olarak gözaltına alınmıştı. Ali Faik böylece 1971 darbesinde de tutuklandı ve cezaevinde yattı. 1950’lerden itibaren Ali Faik’in hayatı bir Türkiye yangınının içinden yürüyerek geçmekle ifade edilebilir herhalde ancak.

Emekli olduktan sonra da politik hayatı gibi düşünce hayatı da devam etti. Sosyalist mücadelesini avukat olarak da yürüttü. Maalesef bir anı kitabı yazmadı. Eğer Ali Faik Türkiye’de bir hakim olarak yaşamasaydı varlığına ve bunları yapabileceğine inanmak gerçekten zordu. Bildiğimiz anlamıyla bir “bürokrat”ın böyle antik bir hikayenin kahramanı olmasını, kalbini bir an bile uzun, mutlu ve refah içinde bir mesleğe feda etmemesine şaşırıp kalmazdık…

Büyük usta, toplumcu hakim Ali Faik Cihan çok zeki ve çalışkandı. Halkçıydı. Sosyalist idi. İnatçı ve ısrarlıydı. Hakim oldu. Ama hukuk düzeni ona hakim olamadı. Renksiz, kokusuz bir yargı camiasının içinde bir an kibriti çaktı ve benzini tutuşturdu…

Biz hâlâ onunla ısınıyoruz…

Nur içinde yatasın büyük usta…

*Demokrat Yargı Eşbaşkanı