Samir Amin eleştirisi: Proletaryasız sosyalist

Aydın Çubukçu: Samir Amin'in yönelimini, dönemsel koşulların girdabında güncel dalgalar üzeride teori üretmeye çalışmak olarak tanımlayabiliriz.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - Ünlü akademisyen Samir Amin'in ölümün ardından hayatına ve politik tutumuna ilişkin değerlendirmeler yapılmaya devam ediliyor. Fikret Başkaya'nın Gazete Duvar'da yayınlanan "Samir Amin: 'Büyük İnsanlığın' kurtuluşuna adanmış, harika bir yaşam..."   yazısının dışında Evrensel gazetesi yazarı Aydın Çubukçu da Amin'i, Başkaya'dan farklı bir açıdan değerlendirdi. Çubukçu, "Makalelerinin ve kitaplarının tümü, kan ve gözyaşıyla yazılmış sömürgeler tarihine adanmıştır" dediği Amin için, "Onların kurtuluş arayışında 'proletarya imgesi' yer bulamıyordu! Böylece Samir Amin, kendisinin 'pro-Marksist' olarak adlandırılmasına itiraz etmedi" değerlendirmesini yaptı. Çubukçu'nun, "Proletaryasız sosyalist: Samir Amin" başlıklı yazısı şöyle:

“Teorik bunalım” denilen şey, aslında pratiğin bunalımıdır. Samir Amin, dünyanın halleri ve geleceği üzerine saygıya değer bir düşünsel çaba içinde bütün olanaklarıyla sömürgeciliğe ve emperyalizme karşı mücadele ederken eksikliğini iddia ettiği şey teoriye ilişkindi. Yaşadığı zaman dilimi ise, büyük savaş sonrası değişim ihtiyacı ile buna devrimci bir cevap vermesi beklenen sosyal koşullar arasındaki uyumsuzlukla karakterize olmuştu. Problem gerçekten önemliydi ama çözüm olanaklarını içinde barındıran güçler dağınık ve örgütsüzdü.

Samir Amin’in bu soruna ilişkin tezleri düşünüldüğünde, ölümüyle “yeri doldurulamaz bir kayıp” yaşadığımızı söylemek oldukça güçtür. O, hemen hemen boşluğa konuşmuştu. Etkisinin çapı, büyük çabasının karşılığı olamadı. Sınırlı bir aydın-akademisyen çevresinde ilgiyle izlenmesine karşın, asıl harekete geçmesini umduğu toplumsal maddi dinamiklere hiç ulaşamadı. Ölümünün ardından, Venezuela Devlet Başkanı Maduro ve Bolivya Devlet Başkanı Morales üzüntülerini bildiren birer açıklama yaptılar. Sömürgelerin kurtuluşu için “ulusal burjuvazi” denilen sosyal kesime rol biçmeyen bir teorisyen için sanki bir şaka!

Samir Amin’in emperyalizm ve bağımlılık ilişkileri üzerine tezlerini böyle bir yazıda ele almamız beklenemez kuşkusuz; ama yarattığı ilginin doğasına ilişkin bir saptama yapabiliriz. Amin, yaşadığı dönemin bir proleter devrimi için umut beslemeyen ve bunun telafisi için “yeni bir teori” arayan entelektüeller ortamına seslendi. Bu tür labirentlerde dolaşmayı sevenlerin elinde kendisinin de düşünmediği sonuçlar çıkarılmasına zemin oldu. Özellikle 1960-70’li yıllarda dünyayı saran mücadelenin esas özelliği eski sömürgelerin çözülüşü ve emperyalizme karşı başta Vietnam olmak üzere pek çok ülkede mücadele bayrağının yükselişi idi. Bir eski sömürgenin çocuğu olan Amin, sorunun temelinde tek tek ülkelerin emperyalizmle ilişkisinden öte, bir dünya durumu olduğunu düşünüyordu. Bu durumu teorik düzeyde ele alışında izlediği yol, o dönem birçok Asya, Afrika, Latin Amerika aydınının ortak duygusunun bileşeni gibidir. Özetle, şunu söyleyebiliriz: Samir Amin ve başka birçok sömürge sosyalisti, kendi ülkelerinin yolunu Marx’ın ve Lenin’in olmadığı bir “sosyalizm teorisi” ile aydınlatmayı deniyorlardı. Özellikle Afrikalı devrimciler, elbette Marx’ı saygıyla selamlıyorlar, ama başta “sınıf mücadelesi teorisi” olmak üzere, onun temel tezlerinin kendi devrimlerinde bir işe yaramayacağını düşünüyorlardı. Sınıf mücadelesi kavramının yalnızca burjuvazi ve proletarya arasındaki ilişkiyi değil, bir bütün olarak tarihteki bütün ezen ve ezilenler arasındaki ilişkiye dair olduğunu düşünmeye ise, herhalde zaman bulamıyorlardı! Onlar, Kapital’in anlattıklarını “kendi hikâyeleri” olarak göremiyorlardı. Bu “hikâye” geçmiş yüzyılın Avrupa’sıyla ilgiliydi ve Afrika orada yoktu!

Samir Amin, bu çizgide Mao Zedung’la kolayca buluştu. Özellikle “üçüncü dünya” kavramını işlevli ve etkili görüyor, buna ilişkin teorik ve örgütsel çalışmalar yapıyordu. Onun yönelimini, dönemsel koşulların girdabında güncel dalgalar üzeride teori üretmeye çalışmak olarak tanımlayabiliriz. Marx, evrensel ve bütün bir tarihi geleceğiyle birlikte kapsayan bir teori kurmuştu. Bu akımda yer alan aydınlar içinse Marx, geçen yüzyıllara ait bir düşünürdü! Bu açıdan bakınca, onların kurtuluş arayışında “proletarya imgesi” yer bulamıyordu! Böylece Samir Amin, kendisinin “pro-Marksist” olarak adlandırılmasına itiraz etmedi.

***

Diğer yandan Samir Amin, Mısır gibi binlerce yıl dünyanın merkezi olmuş, ama sonra yüzlerce yıl yoksul, hasta, cahil ve sömürülen bir ülke düzeyine düşmüş bir ülkede doğmuş olduğunu hayatının hemen tamamını geçirdiği Paris ortamında hiç aklından çıkarmadı. Yalnız kendi ülkesi için değil, benzerlerinden oluşan bir dünyanın tümünün kurtuluş olanakları üzerine kafa yordu. Dünya çapında bu yöndeki her mücadeleye destek verdi, içlerinde yer aldı. Makalelerinin ve kitaplarının tümü, kan ve gözyaşıyla yazılmış sömürgeler tarihine adanmıştır. Tezleri ve politik tutumu nice eleştirilirse eleştirilsin, bu tutkulu anti-emperyalistin içinden doğduğu kültüre ve halklara yürekten bağlılığı ve yılmak bilmez mücadelesi eksiksiz bir saygıyı hak etmektedir. (Kaynak)