Kürtçe savunma: Habeas corpus mu hokus pokus mu?

Marmara Üniversitesi öğrencilerinin yargılandığı bir duruşmayı anlatıyor Boğatekin: “Nitelikli bir tercüman olsun diye Mehdi Tanrıkulu’nu çağırmıştık. Sanıklardan biri Hukuk Fakültesi ikincisi sınıftaydı. Kürtçe savunmasında şöyle demişti: ‘Sekiz aydır ilk defa hakim karşısına çıkarılıyoruz. Habeas Corpus (Y.N: kişinin suçunu bilmesi, kendini savunabilme hakkı) hakkımızı elimizden aldılar.’ Bunlar saniyelik yaşandı. Müdahale etme şansım olmadı. Mehdi Abi de dedi ki: ‘Hakim Bey, sanık diyor ki tüm haklarımız hokus pokus yapıldı ve elimizden alındı.”

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - Türkiye'de devletin 'Kürtçeyle mücadelesi'nin tarihi eskilere dayanıyor. Belirli bir dönem 'Kamber Ateş' hikayesiyle anlatılıyor örneğin. Nasıldı hikaye? 1983’te Mamak Askeri Cezaevi’nde olan Kamber Ateş’e bir haber gelir. Görüşe annesi gelecektir. Kürtçe dilinin zinhar yasak olduğu günler. Sıkıntı şu ki, anne İpek Ateş, Türkçe bilmemektedir. Görüş günü gelir. Anne, oğluna sorar: “Kamber Ateş nasılsın?” Kamber Ateş, “İyiyim anacığım, iyiyim” der. Peşi sıra aynı cümle bir kez daha gelir. Kamber Ateş, annesini sil baştan tekrar yanıtlar. Anne görüş öncesinde ezberletildiği gibi aynı soruyu bir kez daha sorar. Konuşma böyle sonlanır.

2001 yılında Türkiye’nin birçok üniversitesinde “anadilde eğitim için” imzalar verildi. İmza veren öğrencilerin çoğu üniversiteden atıldı. Bir kısmı ise tutuklandı. 2009'da KCK (Kürdistan Topluluklar Birliği/Koma Civakên Kurdistan) olarak adlandırılan operasyonlarda tutuklanan binlerce sanık anadilde savunma yapacaklarını söylediler. 2012’de ise bu kez PKK’li tutuklular ve hükümlüler açlık grevine başladılar. 68 günün sonunda biten açlık grevinin iki temel talebi vardı. Biri Abdullah Öcalan’ın üzerindeki tecridin kaldırılması ikincisi ise anadilde savunma hakkının tanınması. Şimdilerde mahkemeler Kürtçe tercümanları kabul ediyor. Fakat çözüm süreci öncesi ve sonrası mahkemelerin tutumunun değiştiği biliniyor. Geçmişte neler yaşandı? Bugün anadilde savunma hakkı hangi aşamada? Kürtçe tercümanlar nasıl çalışıyor? Hangi duruşmalarda neler yaşandı? Avukat Hüseyin Boğatekin ve Kürtçe tercümanlık yapan Cihad İlbaş’la konuştuk.

TUTANAKLARA GEÇEN 'BİLİNMEYEN DİL' İBARESİ

Avukat Hüseyin Boğatekin

Avukat Hüseyin Boğatekin, öncelikle "anadilde savunma hakkı"nın Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Ceza Muhakemesi Kanunu’nda tanımlı bir hak olduğunu söylüyor: “Anadilde savunma hakkı, Anayasanın 36'ncı, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6'ncı, Ceza Muhakemesi Kanunu’nun ise 202'nci maddesinde tanımlı bir haktır. Yani belli bir suç isnadı altında olan kişiler, savunmalarını kendi dillerinde yapabilirler.”

2009 yılı Nisan ayında Diyarbakır’da başlatılan KCK operasyonları ile Türkiye’de anadilde savunma hakkı üzerine kamuoyu yaratıldığını hatırlatan Boğatekin bu süreci şöyle anlatıyor: “Bu dönemde gerek sanıklar gerekse avukatlar kutsal olan savunma hakkının en etkin şekilde ortaya koyulabilmesinin anadilde savunmayla mümkün olduğunu mahkemelerde anlattı. Mahkemeler ise buna karşılık ‘bilinmeyen bir dil, anlaşılmayan bir dil’ gibi aşağılayıcı ibareler kullandı.”

Peki bu ibareler nasıl kullanıldı? “Mahkemelerde sanıkların ilk önce kimlik tespitleri yapılır. Sonrasında mahkeme yoklama yapar, sanığın ismini söyler. Bu yoklamalarda tutuklu sanıkların ilk cümlesi ‘es li vi rim’ (buradayım) oldu. Anadilde savunma yapmak isteyen sanıklar ki bu binlerce insana tekabül ediyor, ‘ez li virim’ dedi. Buna karşılık mahkeme başkanları, duruşma tutanaklarına ‘bilinmeyen bir dilde bir şeyler söyledi ve anlaşılmadı’ ibarelerini geçirdiler.”

'KÜRTÇE BİLMEYENLER İÇİN EZBER, KALIP CÜMLELER TUTANAĞA GEÇİRİLDİ'

Yine aynı şekilde 11 Şubat 2011'de evlerinden operasyonla alınan, Barış ve Demokrasi Partisi'nin (BDP) gençlik örgütü Demokratik Yurtsever Gençlik (DYG) Meclisi üyesi, çoğunluğu öğrenci 72 kişinin yargılandığı davada sanıkların tamamı anadilde savunma yapmak istediler. Bugün FETÖ dosyası kapsamında aranan ve kaçtığı düşünülen Cumhuriyet Savcısı Celal Kara’nın şöyle bir mütalaası oldu: “Bilinmeyen bir dildir. Sanıklar bilinmeyen dilde konuşmak istemekte ısrar ediyorlar ve doğal olarak kimlik tespitleri yapılamıyor.”

Boğatekin, “Örneğin İran vatandaşı olup Türkçe bilseniz dahi ilk gözaltına alındığınızda veya kovuşturmaya uğradığınızda talep olmaksızın sadece kimlik bilgilerinize bakılarak bir tercüman hazır edilir. Aynı şekilde dünyanın diğer vatandaşları için bu böyledir ama Kürtlere gelince iş değişiyor” diyor.

Kürdistan illerinde belli yaşın üzerindeki insanların okuma yazma bilmediğini, Türkçeyi etkin şekilde kullanamadığını söylüyor Boğatekin. Böylesi profiller için dahi 2009- 2013 döneminde tercüman tahsis edilmemiş. Peki bunun sonuçları nasıl olmuş?

“Savcıların ya da avukatların ön kabulleriyle aleyhe olmayan, ezber, kalıp cümleler tutanağa geçirildi. ‘Aleyhime olan delilleri kabul etmiyorum. Suç işlemedim, örgüte üye değilim ve tahliyemi talep ederim’ gibi. Takdir edersiniz ki, bir yaşlı Kürt annesinin bu cümleleri kullanabilmesi mümkün değil.”

'TUTUKLU KALMALARININ TEK SEBEBİ VARDI: ANADİLDE SAVUNMA İSTEĞİ'

Boğatekin, 18 Temmuz 2011'de Silvan’da 13 askerin hayatını kaybetmesi sonrasında İstanbul’un Zeytinburnu ilçesinde çıkan çatışmalı günleri hatırlatıyor. Irkçı grupların Kürtlere ait ev ve işyerlerine saldırdığı olaylarda, bilhassa Kürt gençlerinin örgüt üyesi olma iddiasıyla gözaltına alındığını ve tutuklandığını söylüyor. Bu yargılamayı “Tutuklanan gençlerin kimisi bir yıl kimisi iki yıl tutuklu kaldılar. Tutuklu kalmalarının tek bir sebebi vardı: Anadilde savunma isteği. Bu gençlerin tamamı sonradan beraat etti. Son celsede ağlayarak cübbemi mahkemeye doğru fırlatmıştım, duruşma salonunu terk etmiştim” diyerek anlatıyor.

2012’de PKK’li tutuklu ve hükümlüler açlık grevine başladılar. 68'inci günün sonunda biten açlık grevinin iki temel talebi vardı. Biri Abdullah Öcalan’ın üzerindeki tecridin kaldırılması ikincisi ise anadilde savunma hakkının tanınmasıydı. Akabinde çözüm ve diyalog süreci denilen süreç başladı. 24 Ocak 2013 tarihinde, 6411 sayılı yasayla “anadilde savunma hakkı” yasalaştı. Fakat bu kanuna göre devlet, Türkçe bilen ama kendisini daha iyi ifade edebildiği dili konuşmak istediği için Türkçe konuşmayan sanığın tercüman giderlerini karşılamıyor ya da bunu yargıcın takdirine bırakıyor. Bu yüzden tercümanlara avukatlar ulaşıyor.

2010- 2013 yıllarında KCK yargılamaları da dahil olmak üzere mahkemelerde Kürtçe konuşturulmuyordu. Anadilde savunma yapmak isteyen fakat bu hak tanınmadığı için konuşamayan sanıkların tutanaklarına “susma hakkını kullandı” ibaresi yazılıyordu. Bu süre zarfında Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvurular yapılıyordu. Fakat AYM “adil yargılanmaya aykırı bir durum bulunamadı” kararını veriyordu.

Çözüm sürecini kapsayan 2013- 2015 yıllarında mahkemeler tercümanı hazır bulundurmaya başladı. Hatta yemin etmesi koşuluyla bir avukat, bir izleyici ya da herhangi biri de tercümanlık yapabiliyordu. Boğatekin'e göre çözüm sürecinin bitmesiyle mahkemelerin tavrı değişti. Şimdiki mahkemelerin sanıklara "Neden Kürtçe savunma yapıyorsun, örgütten mi talimat alıyorsun?" şeklinde yaklaştığını ya da “Hadi uzatma artık” tarzının gözlendiğini anlatıyor Boğatekin.

'TERCÜMANLIK YAPAN POLİS, MEMUR, ZABIT KATİPLERİ, MÜBAŞİRLER VAR'

Her sene eylül-ekimde tercümanlık başvuruları yapılıyor. Bunun için başvurucular bir güvenlik soruşturmasından geçiriliyor. 3 Ağustos 2017 tarihinde olağanüstü hal döneminde düzenlenen yönetmeliğe göre, tercümanların “Terör örgütleriyle ilişki ve iktibası” bulunmaması gerekiyor. Bu yönetmelik geniş bir aralığı kapsıyor. “2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'yla muhatap olmanız, Cumhurbaşkanlığı'na hakaret, işinizden atılmış bir öğretmen olmanız, hakkınızda bir ceza soruşturması, kovuşturması olmasa dahi idari olarak bir yaptırıma uğramış olmanız tercüman olmanıza engel” diyor Boğatekin.

“Bu ülkede tercümanlık yapabilecek potansiyele sahip Kürtlerin çoğunluğunun zaten bir yargılama kapsamında soruşturulduğunu ya da kovuşturulduğunu düşünürsek başvuru yapanların da çoğunun reddedildiğini söyleyebiliriz” diyerek devam ediyor.

Boğatekin, Kürtçe bilmeyen, akademik yeterliliği olmayan polis, memur, zabıt katipleri, mübaşirlerin de tercümanlık yaptığını anlatıyor ve hukuk terimlerini bilmedikleri için birçok sözcüğü çeviremediklerini ifade ediyor. "Misal" diyor Boğatekin, “ ‘dadgeh’ (hakim) diyor tercüman aval aval bakıyor, ‘dozger’ (savcı) diyor tercüman anlamıyor. 'İddianame' diyor anlamıyor.”

Son olarak Marmara Üniversitesi öğrencilerinin yargılandığı bir duruşmayı anlatıyor Boğatekin: “Nitelikli bir tercüman olsun diye Mehdi Tanrıkulu’nu çağırmıştık. Sanıklardan biri Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi ikincisi sınıf öğrencisiydi. Kürtçe savunmasında aşağı yukarı şöyle demişti: ‘Sekiz aydır ilk defa hakim karşısına çıkarılıyoruz. Habeas Corpus (Y.N: kişinin suçunu bilmesi, kendini savunabilme hakkı) hakkımızı elimizden aldılar.’ Bunlar saniyelik yaşandı. Müdahale etme şansım olmadı. Mehdi Abi de dedi ki: ‘Hakim Bey, sanık diyor ki tüm haklarımız hokus pokus yapıldı ve elimizden alındı.”

'ANADİLDE SAVUNMA İÇİN İKİ YIL TUTUKLU BEKLETİLDİ'

Tercüman Cihad İlbaş

Kürtçe tercümanlık yapan Cihad İlbaş, İTÜ Jeoloji Mühendisliği'ni yarıda bırakmış. Sonraki yıllarda Kürt Enstitüsü’nde Kürtçesini geliştirmiş ve yine aynı kurumun öğretmenlerinden biri olarak göreve başlamış. Bu arada belge çevirileri, toplantı, panellerde simültane çeviriler, film metinleri ve senaryolar çevirmiş. Mahkemelerdeki Kürtçe tercümanlığa ise 2013 yılının Şubat ayında başlamış.

2013'te anadilde savunma yasallaşınca, tercüman ihtiyacı için Kürt Enstitüsü aranılmış. “7-8 kişiydik o zamanlar. Bazen Kartal Adliyesi’ne, bazen Çağlayan’a bazen Silivri’ye giderdik” diyor İlbaş. Bu işi para için yapmıyor fakat kimi öğrencilerin bu işi geçinmek için yaptığını söylüyor. “Sabahın 6’sında Silivri’ye doğru yola çıktığın oluyor. Yol masraflarını avukatlar ya da Tutuklu Ailelerle Dayanışma Derneği (TUAD) karşılıyor.”

İlk duruşmasına Kartal Adliyesi’nde katılmış. “17 yaşında tutuklanmış bir gençti. Dört yıldır hapisteydi. İki yıl boyunca duruşmaya çıkarılmamıştı. İki yıl da yine anadilde savunma yapmak istediği için beklemişti. Çıkarılan kanun sonrası, tek kelimeyle bırakıldı. 'Şunu şunu yaptın mı' dedi hakim, ‘Na’ dedi. Bu kadar. Avukatları, ailesi çok sevindi ama benim için bir travmaydı. Evet, bir sürü absürt şey var ama sırf Kürtçe savunma yapmak için ekstra iki yıl tutuklu kalmak, aklımın almadığı bir şeydi o zamanlar. Üzülmüştüm fakat 19 yaşında bir çocuğun iradesi şaşırtmıştı beni.” İlbaş, bunu bir sivil itaatsizlik eylemi olarak gördüğünü söylüyor.

'TÜRKİYE GİBİ BİR ÜLKEDE SAVUNMADA SÖYLEDİĞİN HER SÖZCÜK ÖNEMLİ'

İlbaş, KCK Ana Davalarında siyasal savunmalar yapıldığı için işin renginin değiştiğini söylüyor. Enstitü Başkanı Sami Tan, “bunu yapabilecek misiniz?” diye sormuş. “Dört aydır yapıyoruz” demişler. Fakat öyle kolay olmamış. “Bu sefer bireysel savunmalar dışında toplumsal, felsefi kavramların kullanıldığı politik bir dille karşılaştık” diyor.

Peki bir tercümanlık belgesi var mı? “2001’de DGM’ler hiç Türkçe bilmeyenler için tercüman veriyordu fakat bir tercümanlık belgesi istiyordu. Oysa, Türkiye’de Kürtçe tercümanlık belgesi alabileceğin bir kurum yok. O dönem Türkiye’den birkaç kişi İsveç’e gitti. İsveç Kürt Enstitüsü'nde iki ay süren eğitim sonuncunda sertifika aldılar. İlla ki siyasi davalar için değil adli davalar için de gerekliydi. Misal kaçakçılık yapan köylüler için.”

Kürt Enstitüsü 90’larda kurulmuş. Fakat Milli Eğitim Bakanlığı, Enstitü'yü bir eğitim kurumu olarak kabul etmiyor. Yani verdiği belgenin resmi bir karşılığı yok. Türkiye üniversitelerinde Kürtçe bölümler açıldıktan sonra ilgili bölümlerin belgeleri geçerli sayılmaya başlamış. Belgesi olmayanlar, “ben şu dili biliyorum” şeklinde yazılı beyanat veriyor.

Kürtçe tercümanlığın sıkıntılarını şöyle anlatıyor İlbaş: “Türkiye gibi bir ülkede savunmada söylediğin her sözcük önemli. Dosyaya da hakim olmak gerekiyor. Hatta kanun çalışmak gerekiyor. Bu yüzden stres yaşadığım oluyor. Bir derneğe gittiği için yargılanan bir kadının duruşmasına çok stresli katılmıştım. Dört çocuğu vardı. Baba da tutukluydu. Benim dediğim bir kelime o kadının daha fazla tutuklu kalmasına yol açabilirdi. Klimanın altında oturuyordum ama ben şapır şapır terliyordum.”