Kadın haklarını Gülben Ergen de savunsun, Fatmagül Berktay da, Madonna da

Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu Başkanı Gülsüm Kav, Reçel Blog'un kurucularından müzisyen Rümeysa Çamdereli, Barış İçin Kadın Girişimi’nden Feride Eralp ve HDP Kadın Meclisi sözcüsü Besime Konca, 8 Mart için Türkiye'deki kadın örgütlerinin birbiriyle ilişkisini Gazete Duvar'a değerlendirdi. Kav, Çamdereli, Eralp ve Konca ortak bir kadın mücadelesinin kazanımları arttıracağında hemfikir.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - Türkiye’de farklı feminist hareketler, örgütlenme biçimleri, bir siyasi hareket içerisinde kendine yer açan kadın mücadeleleri mevcut. Kimi zaman yan yana görebiliyoruz onları. Kimi zaman ise siyasetlerinin merkezine ne koyduklarına ya da öncelik verilen hak mücadelelerine, hassasiyetlere göre ayrışıyorlar.

Türkiye’deki kadın örgütlerinin birbiriyle ilişkisi nasıl? Birlikte hareket edebiliyorlar mı? Feminizmi diğer siyaset yürütme biçimlerinden ayrı kılan ne? Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu Başkanı Gülsüm Kav, Reçel Blog'un kurucularından ve aynı zamanda müzisyen Rümeysa Çamdereli, şimdilerde çok aktif olmayan Barış İçin Kadın Girişimi’nden Feride Eralp ve Halkların Demokratik Partisi (HDP) Kadın Meclisi sözcüsü Besime Konca’yla konuştuk.

‘ROTAYI MÜSLÜMAN KADINlLARA KIRDIĞIMDA YALNIZLAŞMA SÖZ KONUSU OLDU’

Rümeysa Çamdereli

Reçel Blog'un kurucularından ve aynı zamanda müzisyen Rümeysa Çamdereli,  feminist mücadele serüveninin seküler kadınlarla örgütlenerek başladığını, kendini feminist olarak tanımladığını, 7-8 yıldır feminist örgütlenme içerisinde yer aldığını söylüyor. Çamdereli, “O dönem de aslında bir arada hareket eden, örgütlü bir feminist hareketin içerisinde hissetmemiştim kendimi. Sonrasında rotayı Müslüman bir kadın hareketine kırdığımda daha da yalnızlaşma söz konusu oldu kendi adıma. Çünkü birçok soruya cevap vermek zorunda kaldım.” diyor.

Peki neydi o sorular? “Müslümanlıkla feminizm bir arada olabilir mi” gibi anaakım sorulardan bahsettiğini söylüyor Çamdereli. Önyargıyla ya da tam tersi bir “çeşit” olma misyonuyla sadece bir başörtülü temsili olmak için çeşitli yerlere çağrıldığını ve hatta bu şekil konuşmalara tanık olduğunu anlatıyor. Çamdereli, “Acayip bir örgütlü durum var ve bu şekil tavır alınıyor gibi bir şey söylemiyorum” diyor. Hatta tam tersi örgütlenmemin çatırdadığı ve çok az kadının bir arada olduğu bir dönemde bunu söyleyerek kimseyi suçlamak istemediğini de ekliyor.

İlk katıldığı 8 Mart yürüyüşlerinde, temsil edilebileceğini dahi düşünmüyormuş Çamdereli. “O yürüyüşün benim olmadığını hissettiğim çok olmuştu ama mesela Kadıköy’de Kürt kadınlarla katıldığım yürüyüşlerde kendimi orada daha fazla hissetmiştim. Binlerce başörtülü kadını görmek benim için farklı olmuştu. Var oluşum dışlanmıyordu” diyor.

Çamdereli, yine Kürt kadınlarla birlikte yürürken, grubun kendi hassasiyetlerini ve dinamiklerini bildiği için hiçbir gerilim yaşamadığını, hiçbir pankarttan rahatsız olmadığını oysa daha feminizmle tam olarak tanışmamışken Taksim’deki gece yürüyüşünde bazı pankartlardan daha fazla rahatsız olduğunu anlatıyor: “Zaman içinde çok şey değişiyor ve herkesin oraya katılma motivasyonu gittikçe farklılaşıyor. Biz de kendi pankartlarımızla yürüyüşe katıldığımızda ‘Hayır, bu pankartı açamazsın’ demedi kimse. Ama önemli olan, rahatsız olmaktansa orada olmayı başarmak. Bunu hissediyorum kendi adıma.”

“Kıyafetime Karışma” eyleminde bir başörtülü olarak orada olmanın kendisi açısından önemli olduğunu söyleyen Çamdereli, “Orada görece gruptan ayrı hissettim kendimi ama ayrılığın kendisi de bir şey ifade ediyordu, orada olmamın kendisi bir şey ifade ediyordu” diyerek anlatıyor.

Gezi sonrasında, “Müslüman Kadınlar ve Feminizm” başlıklı bir tartışma yapmak için çağrıldıkları bir forumdan bahsediyor Çamdereli. Yine o forumda, katılımcılardan biri, “İslam ataerkil bir din ve feminizmle birlikte anılamaz” demiş. “Tartışmayı verimli hale getirmeyen bir çıkıştı. Muhakkak ki dini ve dinin topluma etkisini tartışabilmeliyiz. O günlerde, birbirimizin hikayesinden önce söylemleri çatıştırmanın bizi bir yerlere getiremeyeceğini hissetmiştim. Hâlâ da aynı düşünüyorum” diyor.

‘BÖLGEDE OLANLAR TÖRE CİNAYETİ OLARAK TANIMLANIYORDU’

Besime Konca

Halkların Demokratik Partisi (HDP) Kadın Meclisi Sözcüsü Besime Konca, özellikle 7 Haziran seçimleri öncesinde hemen bütün Türkiye kadın hareketleri açısından çok ciddi ortaklaşmalar kurulduğunu ifade ediyor. 2013-2014 yıllarına denk gelen çözüm süreci döneminde ise bu daha da artmış.

Konca, Türkiye kadın hareketinde geçmişte yaşanan tartışmalar olduğunu, farklı mücadele gerekçeleri sebebiyle iletişimlerin kesildiğini ve fakat zaman içerisinde bunların atlatıldığını dile getiriyor.

Konca geçmişle mukayese ederek bugünü şöyle anlatıyor: “Bugün gelinen kadın hareketi, 2000’li yıllardaki gibi değil. O dönem farklıklar daha fazlaydı ya da çeşitli nedenlerle mesafeler kapatılamıyordu. Kuşkusuz bunda devletin Kürt algısı yaratma çabasının da etkisi vardı. Batı’nın Kürt kadın hareketini anlama noktası bugünlerden farklıydı. Eleştiriler daha fazlaydı. Bölgede olan çok şey ‘töre cinayeti’ olarak tanımlanıyordu. Kadına bakış ve ataerkil bir sorun olduğu anlaşılamıyordu. Bugün ne yazık ki; kadına, çocuklara yönelik her türlü şiddetin Türkiye’nin bütün illerinde yaşanan bir şey olduğunu görüyoruz.”

Tüm bunlardan yola çıkarak Konca, sorunların benzediğini ve dolayısıyla mücadele ederken kullanılan gerekçelerin, argümanların da benzeştiğini belirtiyor.

Bunun dışında Konca, Kürt kadın hareketinin aynı zamanda kültürel kimlik sorunundan kaynaklı bir Kürt sorunuyla uğraşma sorununun olduğunu ve fakat buna rağmen zaman geçtikçe mücadele alanlarının genişlediğini, feminist bir partileşmeye varacak kadar mesafe katedilebildiğini altını çiziyor.

Kadın hareketinin özelliğinin farklı yerden bakan, farklı olan insanları bir araya getirmek olduğunu söyleyen Konca, hükümetin genel anlamda kadınla ilgili politikalarına ve son düzenleme girişimlerine bakılırsa bugüne kadar elde edilmiş kazanımlara karşı büyük bir saldırı ihtimalinin söz konusu olduğunu söylüyor: “Bu saldırılara karşı, farklılıklarımız ne olursa olsun, her koşulda birlikte yeniden bir mücadeleyi yürütecek ortak bir kadın mücadelesine ihtiyacımız var.”

Konca, şiddetin görünmez kılınıp, meşrulaştırılmaya çalışıldığına, kadını kamusal alandan çekmeye çalışan adımlar atıldığına ve buna paralel hükümetin cinsiyetçi, militarist ve milliyetçi söylemlerinin ayyuka çıktığına dikkat çekiyor.

Dolayısıyla, diyor Konca: “Özellikle son bir yıldır bütün kadın hareketleri, herkesin kendine ilişkin kaygıları olsa da ortak dayanışma ve mücadeleyi büyütme çabasındalar. Bu süreç böyle göğüslenebilir.”

Geçmişte ve özellikle çatışmalı süreçlerde mesafeli davranan kadın kurumlarının olduğunu, tartışmalarla bir yere kadar gelindiğini söyleyen Konca ileride herkesin katılabildiği daha üst bir çatı örgütlenmesine ihtiyacın olabileceğini belirtiyor.

Erkek egemen siyasetin eleştiriye kapalı olduğunu, kadın mücadelesinde eleştirilere değer verildiğini söyleyen Konca bilhassa birbirimizi güçlendirecek eleştirilere açık olmanın önümüzdeki süreçte daha güçlü planlar yapmak için şart olduğunu ifade ediyor. Son olarak, ortak eylem yapma noktasında eksiklikler olduğunu belirten Konca, 8 Mart’la yeni bir döneme girileceğini ve bu eksikliğin giderileceğinin umudunu taşıdığını dile getiriyor.

'KADIN HAKLARINI GÜLBEN ERGEN DE SAVUNSUN, FATMAGÜL BERKTAY DA, MADONNA DA'

Gülsüm Kav

Kadın Cinayetleri Durduracağız Platformu Başkanı Gülsüm Kav, Türkiye’de kadın örgütlerin birbiriyle ilişkisinin modern ve demokratik temelde zayıf olduğunu belirterek başlıyor sözlerine. Gerektiği durumlarda bütün eksikliklere rağmen ve belki de biraz da gündemin zorlamasıyla; kürtaj mücadelesinde, çocuk istismarına karşı mücadelede, kadın cinayetlerinin infial yaratan biçimlerinde ortak eylemler yapılabildiğini ama bunun hele ki kutuplaşmanın bu derece arttığı bir dönemde yeterli olmadığını, daha planlı, iradi çabaların gerektiğini söylüyor.

Kendi feminizminin en doğru biçim olduğunu iddia etmenin ve herkesin de bu bayrağın altına girme dayatmasını yapmanın feminizmle bağdaşmayacağını, feminist hareketin, geniş bir yelpazeye sahip olduğunu ve aksi davranışların feminizmle çeliştiğini ifade eden Kav, zaman zaman ne yazık ki tekçi eğilimlerle karşılaşılabildiğini dile getiriyor. Asıl meselenin kendimize benzemeyen kadınları da mücadeleye katmak olduğunu söyleyen Kav, feminizmi gerçek bir politika hale getiren şeyin bu özelliği olduğunu belirtiyor.

Kav, Trump’ın seçilmesiyle, Amerika’da kadın hareketinin canlandığını, mizojinizme karşı seslerin yükseldiğini sadece Batı ülkelerinde değil, OrtaDoğu’da da kadınların bundan etkilendiğini ifade ediyor. Kav bu süreci şöyle yorumluyor: “Bu son ivmeyi yakalamadan önceki eleştirilerimizden birkaçı feminizmin akademikleşmesi, lobileşmesi, projeciliğe kaymasıydı. Şimdi bunlar kırılmaya başlandı. Hiç kimse kendi kuvvetiyle bu saldırıyı durduramaz. Bırak birbirine benzeyen kadınların bir araya gelmesini, öbür kutuptan kadınları da kazanmalıyız.”

En taze örnek olarak geçen sene 8 Mart’ta gördüklerini anlatıyor Kav. Ortak miting alanlarında, herkesin kendini ifade hakkı olabileceği gibi öne çıkan ortak sözlerin ise ortak kadın taleplerini içermesi gerektiğini, buna dikkat edilmediği durumda alanı terk eden kadınlar olabildiğini söylüyor. Kav, kavşak noktalarının ziyan edilmemesini ekleyerek şu notu düşüyor: “Benim enternasyonalist bir sosyalist feminist olarak, önceliğim ezilen taraftır ama oraya sadece kadınları savunmak için gelmiş olanları bu fikre böyle ikna edemem. Orada bitmez o iş. Eğer böyle alanlarda taleplerine karşılık bulabilirse başka fikirleri dinlemeye de kapıları kapatmayacaktır kadınlar. Süreç isteyen bir mücadele bu. Öncelikle ikna etmek gerekiyor insanları.”

Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’na yönelik “popülizm yapıyorlar” eleştirilerini değerlendiren Kav, feminizmin yılın sözcüğü seçilmesinde popüler kültürün etkili olduğuna dikkat çekiyor. Kav, “Popülizm, popüler olanın peşine gitmektir. Popüler olmayan, kimsenin yüzüne bakmadığı bir şeyin üzerindeki örtüyü kaldırıp sahiplenmek ve onu popüler kılabilmek bence siyasi bir başarıdır” diyor.

Şu an devlet kaynaklı verilere göre şiddet gören kadınlardan sadece yüzde 11’inin hak arama yoluna girdiğini, geri kalan evinde suskun oturan kadınlara seslenecek araçlar bulmak gerektiğini söyleyen Kav, medyanın ve dolayısıyla popüler kültürün bu anlamda tescillenmiş araçlar olduğunu anlatıyor: “Türkiye’de her eve televizyon girmesinin kadınların boşanmaya cesaret etmesinde önemli rolü olduğunu düşünüyorum. Popüler kültür yüzleri ve dolayısıyla medya; değiştirici, dönüştürücü bir kuvvet olabiliyorsa niye kullanılmasın?”

Püriten bir feminizme karşı olduğunu söyleyen Kav, ayin gibi toplantılar yapan, ritüeller silsilesiyle dolu alışkanlıkların Türkiye solunda da olduğunu hatırlatarak şöyle diyor: “Kadın hareketi de böyle olacaksa ben niye ömrümü vereyim ki? Aynı kuşaktan birbirine benzeyen kadınların bir araya gelmesi korku filmi gibi.”

Son olarak Kav şunları söylüyor: “Kadın haklarını, Gülben Ergen de savunsun, Fatmagül Berktay da, Madonna da. Mesela Hülya Koçyiğit son hali yerine keşke feminist bir bakışa sahip olsaydı. Birkaç gün önce Berrak Tüzünataç’ın NTV’ye verdiği yanıttan gurur duydum. Daha fazla kişi işitecek bunu. Bizim sesimiz bir yere kadar ulaşıyor.”

'FEMİNİST HAREKETİN SORUNU AMNEZİ'

Feride Eralp

Şimdilerde çok aktif olmayan Barış İçin Kadın Girişimi’nden Feride Eralp, öncelikle feminizmin başka siyasetlerden daha gerçek ilişkiler kurduğunu söyleyerek sözlerine başlıyor. Tabii ki çok kolay olmadığını ama en azından farklı kesimlerden, farklı siyasetlerden kadınların bir araya gelebildiğini, çeşitli platformlarda ortak kampanya yürütebildiğini söylüyor. Eralp, “Birbirimizi tanıyoruz. Birlikte iş yapmaya alışığız. Sorunlar yaşanmıyor değil ama yüzü yüze ilişki açısından iyi olduğunu düşünüyorum” diyor.

Esas olarak Türkiye’deki kadın hareketinin sorununun tarihsizlik ve amnezi olduğunu anlatan Eralp, değil bir sene önce, birkaç gün önce olan bir şeyi dahi hatırlamadığımızı belirterek, muktedirlerin de tam da bunu istediğini dile getiriyor.

Eralp, “Sistemin var olması için insanlar hafızasız kılınıyor ama ne yazık ki biz de muhalefet olarak bunu tekrarlıyoruz. Dolayısıyla bir hafızasızlık üretiyoruz” diyor.

Türkiye’de kadın hareketinin nasıl ortaya çıktığını, kazanımların ne şekilde gerçekleştiğini, ilişkilerin ne şekilde kurulduğunu, ne şekilde bozulduğunu, kampanyaların nasıl başlayıp nasıl bittiğini hatırlamak gerektiğini söyleyen Eralp, hafızanın aktarımı konusunda ciddi başarısızlıklar olduğunu ifade ediyor. Tarihi bilerek ve reddetmeyerek, geleceğe dönük bir şey yapılması gerektiğini söyleyen Eralp, deneyimlerle inşa edilen bir geleceğin kadın hareketine her anlamda iyi geleceğini düşündüğünü belirtiyor.

Bunun yanı sıra, bir takım siyaset yapma gelenekleri olduğu gerçeğinden yola çıkarak, ne yazık ki kolektifliğin değil grupların öne çıkmasına dayanan alışkanlıklardan bahseden Eralp, bundan vazgeçilmesi gerektiğini, ortak kadın hareketinin büyümesi, güçlenmesi, kadınların her birinin kendine ait hissettiği bir alan haline gelmesi için bu yönde adımlar atılması gerektiğini söylüyor.

Eralp, elbette ki karma siyaset alanlarının iş yapma pratiklerinden etkilendiklerini, oradaki sorunlardan azade olmadıkları zamanlar olduğunu ifade ediyor. “Bu kimin adının görünür olduğu, kiminin olmadığı tartışmalarının ortaya çıkmasına sebep olabiliyor ama bu tartışmaları yaparken elde etmiş olduğumuz kazanımları ve bugün yitirdiğimiz ya da yitirmemek için mücadele etmek durumunda kaldığımız kazanımları hatırlamak fayda sağlayacak bir şey” diyor.

Bir takım sorunların çok can yakıcı olduğunu, örneğin savaş durumunda bazen her şeyin gölgelenebileceğini söyleyen Eralp şöyle anlatıyor: “Bir yandan kadınlar öldürülmeye devam ediliyor. Örneğin bir gündeme odaklanmışken bir araştırma hastanesinin kayıtlarında 115 çocuğun hamile olduğunu öğreniyoruz. Dolayısıyla hangi konuda hangi zeminde bir araya gelindiğine dikkat edilmesi gerekiyor.” Bütün bu ezme, ezilme biçimlerinin hepsinin birbirine bağlı olduğunu belirten Eralp, aslında kadın hareketlerinin birbirinden bağımsız olamayacağına dikkat çekiyor.