Abbas Vali: Kürtlerin bilge bir lidere ihtiyacı var

Prof. Dr. Abbas Vali, Mesud Barzani'nin referandum kararını ve sonrasında yaşananları değerlendirirken "Kendisinin ve ulusunun başına getirdiği faciadan yalnızca kendisi sorumludur" diyor. Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi'nde insanların demokratik katılımı ve şeffaflığı sağlayacak bir değişim talep ettiğini belirten Vali, şöyle devam ediyor: "Kürtlerin bilge bir lidere, bugünün ötesini düşünebilecek vizyon sahibi bir insana, bugünü görebilen ve yarını planlayabilen bir öndere ihtiyaçları var. Kürt siyaseti kahramanlık ve fedakârlıkla dolu ama akıl ve vizyon eksikliği içerisinde."

Google Haberlere Abone ol

DİYARBAKIR - Ortadoğu’da ve Türkiye’de olaylar hızlı bir seyir izliyor. Kimi konular daha tartışılmadan ve yerli yerine oturtulmadan bir şekilde öteleniyor. Güney Kürdistan’da gerçekleşen bağımsızlık referandumunun üzerinden çok zaman geçmedi aslında. Kaldı ki referandum sonrası gelişmeler Türkiye’yi ve Kürtleri yakından ilgilendiriyor. Bu nedenle referandum ve yankıları, bir süre siyasetin en önemli gündemiydi. Nicedir konuşulmuyor olsa da hâlâ önemli bir konudur. Gündemin çeşitliliği ve yoğunluğu, Kürt sorunu gibi köklü sorunların bittiği anlamına gelmiyor, belki ancak biraz ertelenebiliyor.

Ortadoğu’daki gelişmeleri yakından izleyen ve Kürtler hakkında önemli kitaplara imza atan Prof. Dr. Abbas Vali’den, Güney Kürdistan’da gerçekleşen referandumu değerlendirmesini istedik. Vali, referandumun gerçekleşme şekline dair eleştirilerini, referandumdan önce dile getirmişti. Bu söyleşide referandum kararının alınması, referanduma katılım, referandumdan sonraki gelişmeler, Kerkük’ün ve tartışmalı bölgelerin Kürtlerin elinden alınması ve Güney Kürdistan’daki siyasi kriz hakkında düşüncelerini paylaştı. Elbette bu krizden çıkış yoluna da işaret etti...

'KBY YASA DIŞI SÜREÇ VE EYLEMLERE BAŞVURDU'

Sayın Vali, Güney Kürdistan’da gerçekleşen bağımsızlık referandumunu ve son gelişmeleri konuşacağız. Ancak önce referanduma bakmamız gerekiyor. Mesela sandığa gitme kararı alınırken Güney Kürdistan’daki dinamiklerin görüşü önemsenmedi. Şimdi de bunun doğru bir tutum olmadığı görüldü. Sizce bağımsızlık referandumu kararı muhaliflere rağmen neden alındı?

Referandum, özgül politik nedenlerden ötürü alınan kişisel bir karardı. DAEŞ yenilgiye uğratıldı ve Sayın Barzani’nin kendi iktidarını Irak’ta yeni bir dönemin ve bölgesel siyasetin başlamasından önce tahkim etmesi gerekiyordu. DAEŞ sonrası sürecin yeni bir güç dengesi temeline oturacağı gerçeğinin farkındaydı ve bu, genel bağlamda Orta Doğu’da ve özellikle Irak ve Suriye’de yeni bir güçler yapılanması anlamına geliyordu. Sayın Barzani ve kendisinin yurtiçi ve yurtdışı danışmanları, Irak’ta egemenliğin restorasyonunun gündeme geleceğini ve İran’ın da bu hususta belirleyici bir rol oynayacağını biliyordu. İran’ın desteğine sahip olan egemen devletin, kriz sonrası Irak’ta, Erbil’deki Kürt Bölgesel Yönetimi’nin otoritesini hedef alan oldukça güçlü biçimde merkezileşme eğilimine gireceği, dolayısıyla iç çekişmeler ve sınır sorunları yaşanmasının muhtemel olduğu ortadaydı. Bu durumla başa çıkabilmek amacıyla gücünü pekiştirmesi ve ağır hasar almış ve 2014’ten bu yana düşüşte olan meşruiyetini tekrar kazanması gerekiyordu.

Sayın Barzani’nin liderliğindeki KBY (Kürdistan Bölgesel Yönetimi), büyüyen iç muhalefet ve hoşnutsuzluk karşısında otoritesini korumak ve güvence altına almak amaçlı yasa dışı süreç ve eylemlere başvurdu. Parlamentonun zorla kapatılması, demokratik yollarla seçilmiş olan bakanların yönetim dışı bırakılması, muhalif gazetecilerin ve akademisyenlerin susturulması, konuşma ve toplanma özgürlüğüne kısıtlama getirilmesiyle süren bu eylemler, siyasi meşruiyetin temeline de ciddi bir biçimde zarar verdi. İktidarının yasal dayanaklarını aşındığı bir durumda, artık demokratik meşruiyet talep etmek mümkün değildi.

Parlamenter bir sistemde, iktidarın yasal dayanakları, iktidarın meşruiyetinin ölçüsüdür. Oysa Sayın Barzani, sistemdeki temel yasa koyucu organ olan parlamento iznine başvurmaksızın başkanlık yetkilerini genişletti. Bu, son iki yıldır cumhurbaşkanlığının yasal olmadığı ve dolayısıyla meşru olmadığı anlamına geliyor. Halka dayalı bir demokratik meşruiyete sahip değildi. Sayın Barzani bunun farkındaydı ve DAEŞ’e karşı savaşı bahane ederek ve vatan savunması için ulusal birliğin önemini kullanarak, bu gerçeği örtbas etmeye çalıştı. Ancak savaş sona erdiğinde, mazeretleri de geçerliliğini yitirdi. Devlet başkanlığının azalan meşruiyetini onarma zamanı gelmişti. Elbette ki bu, parlamentoyu açarak ve yeni bir seçim ilanında bulunarak yapılabilirdi. Fakat, Sayın Barzani seçim sonuçlarından emin değildi; kötüye giden ekonomik ve mali koşullar, ayrıca hükümetin iflas eşiğinde olması itibarına zarar vermişti.

Halk petrol ihracatından kâr elde etmeyi umarken, hiçbir fayda görmedi. Petrol gelirlerinin paylaşımı hususunda karanlıkta kaldılar; hükümetin mali yükümlülüklerini gerçekleştirmek, maaşları ödemek vb. için neden bir geliri olmadığını anlayamadılar. Sayın Barzani halka başvurup görev süresini bir dönem daha uzatmasını istemekten korkuyordu. KYB (Kürdistan Yurtseverler Birliği) ile iki etmene dayanmakta olan ittifakının sağlamlığı konusunda da emin değildi: Öncelikle petrol gelirlerini paylaşmak ve ikinci olarak resmi siyasi süreçten Gorran / Değişim Hareketi’ni (KYB’ye başarıyla meydan okuyan bu yeni parti, son seçimlerde parlamentoda ikinci sıraya yerleşti) dışlayarak siyasi alanda politik belirleyici aktör olma fırsatını engellemek.

Hem KDP (Kürdistan Demokrat Partisi) hem de KYB’deki liderlik ve siyasal örgütlenme modeli modern-öncesi dönemden kalma; kabile veya aşiret reisinin dokunulmaz bir statüye sahip olduğu ilkel ilişkilere dayanıyor. İktidar, bu iki partinin başındaki Barzani ve Talabani aşiretlerinin iktidarı ve nüfuzu tarafından örneklendiği üzere, kişisel ve genellikle mutlak ve itiraz kabul etmez bir yapıda. Bu olgular, Barzani’nin referanduma halkın sivil ve demokratik hak ve özgürlüklerinin doruk noktası olarak araçsal yaklaşımını kısmen açıklıyor. Azalan hukuki ve siyasi meşruiyetini yenilemek ve güçlendirmek için görev süresini uzatmak istiyordu. Gayet açık biçimde defalarca söylediği üzere, bağımsızlık kararını uygulamaya ilişkin bir niyeti yoktu. Halkın onayını, Bağdat’taki merkezi hükümetle DAEŞ sonrası döneme ilişkin müzakere sürecinde siyasi meşruiyetini artırma ve basit bir pazarlık aracı olarak istedi. Referanduma ve ayrıca Güney Kürdistan halkının sivil ve demokratik hak ve özgürlüklerine ilişkin bu araçsal yaklaşımı, iktidarın otoriter yapısını ve KBY’deki yönetimin kişisel doğasını ortaya koydu.

Siyasal iktidarın yapısında petrol geliri ve ilkel ilişkilerin birbirine eklemlenmesi, “Tribal Petro-Patrimonial Domination” (Petro-Hanedan Kabile Hakimiyeti) olarak adlandırdığım spesifik bir tahakküm biçimi yarattı; buradaki siyasi iktidar, politik sadakati sağlamak için petrol gelirinin pay edilmesine dayanan hami-müvekkil ağları vasıtasıyla sürdürülmekte ve yeniden üretilmekte. Bu ağlar, resmi yapıdaki otoriteleri ve demokratik meşruiyeti görmezden gelen hükümet içindeki resmi iktidar yapısına paralel çalışır. “Petro-Hanedan Kabile Hakimiyeti”ni kendisine temel alan bir yönetim, yoğun bir şekilde kişiseldir ve otorite yapısı temelde ilkeldir. Bence Sayın Barzani’nin bağlayıcı olmayan referandum girişimi, kendi kişisel iktidarını büyütmek ve güçlendirmek amacı taşıyan, popüler demokratik bir görev talebi bağlamında görülmeli. “Çöküş”e yol açan stratejik yanlış hesaplar, referandumda halk tarafından kendisine verilen demokratik görevin sonuçlarına ilişkin korkusuna denk biçimde gerçekleşti.

REFERANDUMDAN ÇIKAN ‘EVET’ OYLARI

Referanduma katılım istenenin altında olsa da bağımsızlık için evet diyenlerin oranı hayli yüksekti. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bazı insanlar çekimserdi; referandumu farklı sebeplerden ötürü (kişisel ya da toplumsal olarak), yani toplumsal veya politik bir grubun bir parçası olarak desteklemediler; yine de dışarı çıktılar ve son dakikada oy kullandılar. Bu, tamamen mevzunun doğasından ötürüydü: Bağımsızlık referandumu oldukça duygusal bir siyasi mesele, ilkesel olarak itirazda bulunmak veya mantıklı gerekçeler öne sürerek onaylamayı reddetmek kesinlikle çok zor. Aslında, tarihsel yaşam alanınız olan kendi topraklarınızda bağımsız olarak yaşamak düşüncesi, mantıksal siyasi itirazları, fikirleri ve çekinceleri göz ardı etmek için o kadar elverişlidir ki kimi insanlar referandumun yanlış veya yanıltıcı olduğunu ve yanlış yorumlandığını düşünseler bile, duygusal sebeplerle oy vermeye karar verir. Bağımsızlık referandumu milliyetçi bir hedeftir; kavram gereği siyasal romantizmle ve evinizi kendinize ait görme duygusuyla, kendi aidiyetinizle doğrudan bağlıdır. Güney Kürdistan’daki referandumda evet oyların yüksek oranda çıkmasını açıklayan etken buydu.

'ABD'NİN ÖRTÜK DESTEĞİ ETKİN BİR YARDIMA DÖNÜŞMEDİ'

ABD Dışişleri Bakanı Rex W. Tillerson’ın bağımsızlık referandumunun ertelenmesi için Mesut Barzani’ye yazdığı mektup kamuoyuna yansıdı. Bu mektuba rağmen, yani ABD’nin önerilerini dikkate almadan referandumun gerçekleştirilmesini nasıl açıklamak gerekiyor? Barzani neden ABD'yi dinlemedi?

Görünen o ki, Sayın Barzani’nin mektubu kavrayışı ve aslında ABD’nin referanduma ilişkin konumu, bir dizi yanlış hesaba dayanıyordu. Bence Sayın Barzani, bir yandan Amerika Birleşik Devletleri’nin Irak’taki uzun vadeli siyasi stratejik amaçlarını ciddi biçimde yanlış anlamış ve bir yandan da ABD ile İran arasındaki çıkar çatışmasına ve düşmanlığa olduğundan fazla anlam ithaf etmiştir. ABD’nin, Şii çoğunluk yönetimi altında birleşmiş bir Irak’taki İran siyasi ve askeri hegemonyası endişesinin, ABD’nin Irak’taki stratejik hedefinde belirleyici etken olduğunu zannediyordu.

Kamuoyuna ne söylerlerse söylesinler, Amerikalı devlet adamlarının kritik bir anda yaşanacak kırılma esnasında Irak’taki Amerikan yanlısı Kürt bölgesini, İran yanlısı Şii hükümeti dengelemek için destekleyeceğini düşünüyordu. Bölgenin iki büyük ABD müttefiki olan Suudi Arabistan ve İsrail’in referanduma verdiği yüksek sesli destek, Sayın Barzani’yi, Tillerson’ın mektubunu doğru anladığına ikna etmiş olabilir. Çöküşün ardından belirttiği üzere, ABD’nin örtük desteği etkin bir yardıma dönüşmedi. Bu durum, Bay Barzani’nin, ABD’nin örtük desteğinin etkin bir yardıma dönüşeceğini varsaydığı anlamına geliyor. Ancak açıkçası, (onun görüşü) ABD’nin Irak ve bölge genelindeki uzun vadeli stratejik çıkarlarının yanlış bir okumasına dayanan, yanlış bir öngörüydü.

Sayın Barzani, Amerika’nın birleşik bir federal Irak’ın egemenliği ve toprak bütünlüğü konusundaki taahhüdünü hafife almamalıydı. ABD’nin, Irak’taki Maliki hükümetini desteklemek ve sağlamlaştırmak amacıyla en az on yıldır İran’la işbirliği yaptığı gerçeğini dikkate almalıydı. Bu işbirliği, DAEŞ işgali sonucu Irak ordusunun çökmesi ve Maliki hükümetinin dağılmasından sonra da hız kesmeden sürdü.

ABD, DAEŞ’e karşı savaşta Sayın İbadi’nin hükümetini ve Irak ordusunu desteklemek için Devrim Muhafızları'na bağlı Kudüs Gücü komutası altındaki büyük Şii milis gücü Haşdi Şabi’yi yaratması için İran’a tam yetki verdi. ABD ve İran, Irak’ta yüksek bir stratejik amaç paylaştı: Irak devletinin egemenliğine ve toprak bütünlüğüne bağlılık. Bu, Kerkük’ün İran destekli Haşdi Şabi ve Irak ordu birlikleri tarafından ele geçirilmesi olayında belirleyici oldu; ABD bunu durdurmak için bir girişimde bulunmadı, izlemekle yetindi.

Sayın Barzani ciddi bir stratejik yanlışa düştü. DAEŞ sonrası Irak’taki koşulların ABD-İran işbirliğinin sürdürülmesine izin vermeyeceğini ve ABD’nin Bağdat’taki İran destekli Şii rejimine karşı kendisine ve projesine destek vermeye meyilli olacağını düşündü. ABD’nin Irak’ın egemenliği konusundaki kararlı tutumunu hafife aldı. ABD’nin egemenlik ve toprak bütünlüğüne olan bağlılığı, 2011’den bu yana komşu Suriye’de olup bitenleri ele alma noktasında büyük önem taşıyordu. Arap Baharı’nın başarısızlığı ve Arap Orta Doğu’sunda Cihatçı İslam’ın yükselişi, bir defa daha merkezî egemen devletlerin bölgede güvenlik ve düzen açısından ne denli önemli olduğunu gösterdi.

KBY’NİN KAYBETTİĞİ SİYASİ GÜÇ

Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin referandum sonrasında, sonucu dünyaya anlatmak ve kabul görmesini sağlamak için iyi bir diplomasi yürütebildiğini söylemek mümkün mü? Bunun olanakları var mıydı sizce?

Günümüzde, KBY için politik ve diplomatik süreçler ve uygulamalar açısından durum daha da güç. Referandum, KBY’nin siyasi izolasyonuyla neticelendi; aynı şekilde bu izolasyon, KBY’nin siyasi önderliğinin ve referandum projesinin yenilgisine de yol açtı. Yanlış politik hesaplar ve stratejik hatalar, söylendiği üzere KBY’nin konumunu zayıflattı; bu büyük çaplı stratejik yanlış hesaplama ve hatalı siyasi-stratejik yönetim, gücüne, prestijine ve nüfuzuna ciddi bir biçimde zarar verdi. KBY’nin kaybettiği siyasi gücü ve nüfuzu yakın bir zamanda tekrar kazanması pek de mümkün görünmüyor. Aslına bakılırsa, normal politik ve diplomatik koşullarda, Irak’ta ve bölgede tekrar istikrar kazanması ve “proaktif” (pasif olmayan) bir siyasi pozisyona ulaşması biraz zaman alacak. Fakat mevcut durum, Irak’taki ulusal kriz koşullarıyla ilişkili olarak veya Ortadoğu çapındaki yeni bir bölgesel krizin ortaya çıkışıyla değişebilir.

Daha önce de belirttiğim gibi Güney Kürdistan bölgesinin, genel bağlamda Irak’ta ve özel bağlamda KBY’nin, jeopolitik ve stratejik önemi, kritik koşullarda oldukça ani bir şekilde değişebilir; gelecekte, Irak’ta ortaya çıkabilecek bir ulusal kriz ve merkezi siyasi otoritenin çöküş ihtimali, gerçek siyasi ağırlığından ve öneminden çok daha büyük bir ağırlıkla, jeopolitik ve stratejik önem kazandırabilir.

Irak devletinin tarihsel ve siyasi özgüllüğü göz önüne bulundurulunca, devlet iktidarının parçalanması ve Irak’taki siyasi düzenin dağılmasına yol açacak bir kriz yaşanması mümkün değildir diyemeyiz. Irak, “sömürge sonrası bir devlet” ve siyasi tahakkümün yapısı istikrar taşımıyor. Çoğu zaman, dini ve etnik topluluk bağlantıları ve ilkel aşiret / kabile sadakatiyle derinden ayrışmış, çekişmeli sosyo-politik güçler arasındaki kırılgan siyasi ittifaklara dayanıyor. Bu istikrarsız yapı, genelde fikir birliğinden ziyade itaati hedefleyen, yasa yerine şiddeti kullanan güçlü bir siyasi figür tarafından bir araya getirilir.

Irak’ta da çoğu sömürge sonrası devlette olduğu gibi vatandaşlık nüfusa dayatılan bir “ortak kimlik”tir, devlet tarafından “güvenlik” hedeflerine ulaşmak için kullanılır ve bölgedeki farklı etnik, dini ve aşiret toplulukları üzerindeki tahakkümünü perçinleyerek siyasi düzeni sağlar. Demokratik bir içerikten ve teorik bağlamda vatandaşlık kavramıyla ilişkilendirilen genel sivil ve demokratik haklar ve özgürlüklerden yoksundur. Böyle bir siyasi yapı içinde Irak politikasındaki siyasi kurum ve süreçlerin bu biçimde sürmesi, siyasetin geniş biçimde destek gören siyasi bir uzlaşmaya dayalı olmadığını ve siyasi sürecin kurumsallaşamadığını oldukça açık bir şekilde göstermekte.

Irak, yaklaşık yüz yıldır sömürge sonrası bir devlet konumunda; öte yandan, yekpare bir Irak ulusal kimliği oluşturmak noktasında tamamen başarısızlığa uğradı. Irak ordusunun DAEŞ karşısında ani bir çöküşe uğraması, DAEŞ’in Irak’ta Sünni topluluklar tarafından içten bir şekilde kabul görmesi ve son zamanlarda tamamen bir Şii milis gücü olan ve Şii dini kimliğini temel alarak örgütlenen Haşdi Şabi’nin ortaya çıkışı, yekpare bir Irak ulusal kimliğinin yokluğunun somut bir göstergesi. Bahsettiklerimin tamamı, iddialarımın gerçekliğini, sömürge sonrası devletin yekpare bir Irak ulusal kimliği oluşturamamış olduğunu ve siyasi alanda etnik, dini gruplara ve aşiretlere yaslanan anlayışının hâkim olduğunu doğruluyor. Bu koşullar, ulusal ve bölgesel ölçeklerde istikrarsızlığı ve krizleri besliyor.

KBY-TÜRKİYE İLİŞKİSİNDE ROJAVA ETKİSİ

Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin referandum kararı alırken Irak merkezi hükümetinin yanı sıra Türkiye ve İran’ın hamlelerini de hesaplamadığı ya da göz ardı ettiği değerlendirmeleri için ne söylemek istersiniz? Bir siyasi öngörüsüzlükten söz etmek mümkün mü?

Sanırım bu soruyu zaten büyük oranda ya da en azından kısmen yanıtladım; dolayısıyla burada yalnızca KBY’nin komşularına verdiği yanıtı, Türkiye’nin ve İran’ın pozisyonuna dair ciddi bir yanlış anlamaya dayanan düşüncesini ve Irak politikasındaki yakın ve uzun vadeli hedeflerini ve referanduma verilen tepkiler konusunda yanlış hesaplamalara neden olan unsurları açıklayacağım.

Talihsiz referandum projesini takip eden çatışmalarda en önemli rolü oynayanlar, iki komşu ülke, İran ve Türkiye’ydi. Sayın Barzani, Türkiye ile ilgili olarak bir takım siyasi ve ekonomik meselelere odaklanmış görünüyordu. Ekonomik alanda, her iki tarafın da çıkarlarına oldukça uygun bir biçimde hizmet ettiği düşünülen, Türkiye vasıtasıyla yapılan petrol ihracatı da dahil olmak üzere, büyük bir sıçrama yaşanan ticari ilişkiler üzerine odaklanıldı. Görünen o ki Sayın Barzani, Türk hükümetine ilişkin stratejik değerlendirmesinde ekonomik ve finansal ilişkilerin rolünü önemsedi. Sayın Barzani ve danışmanları, siyasal alanda AKP hükümetiyle stratejik bir ittifak içinde olduklarını varsaydı. Bu stratejik ittifakın merkezinde PKK’ye ve bölgede genişleyen nüfuzuna karşı yürütülen ortak mücadele bulunuyordu. Barzani, Güney Kürdistan’da PKK’ye karşı düzenlenecek operasyonlarda Türk ordusuna tam yetki verdi. Ayrıca, Irak hükümetinin itirazlarına rağmen Kürt topraklarında Türk askerleri için bir üs kurulmasına izin verdi.

Dahası, Sayın Barzani, AKP’ye hem genel hem de yerel seçimlerde yardım etmek amacıyla Türkiye’de yaşayan Kürtler üzerindeki nüfuzunu kullandı. AKP’nin seçim kampanyasına destek vermek ve adaylarına oy sağlamak için destekçilerini Türkiyeli Kürtler arasında harekete geçirerek, etkin bir biçimde yardımcı oldu. Son yıllarda, Sayın Erdoğan, Barzani’nin açık desteğini HDP’nin giderek güçlenen nüfuzuna karşı kullandı ve Kürt toplumunda güçlü bir destek gören Türk lider imajıyla meşruiyetini sağlamlaştırdı. Bu stratejik iş birliği, Rojava’daki gelişmeler neticesinde, yani Rojava’da PYD ve YPG’nin ortaya çıkışı ve başarısı ve Barzani yanlısı güçlerin bu durumu engelleyememesiyle zarar gördü ve zayıfladı.

Türk hükümeti, Rojava’da Barzani yanlısı siyasi partileri ve örgütleri etkili bir vekalet oluşturmak için kullanmayı umuyordu. Ancak Barzani’nin bu amacı gerçekleştirme çabası, KBY’nin sınır bölgelerdeki ve Güney dahilindeki PYD ve YPG oluşumlarına karşı hayata geçirdiği çeşitli siyasi ve ekonomik kısıtlamalara rağmen, başarısızlığa uğradı. Barzani yanlısı güçlerin Rojava’da marjinalize hale gelmesinin temel sebebi, Suriye de YPG ile ABD arasında gelişen güçlü askeri iş birliğiydi.

Türkiye’de de Haziran 2015 seçimleri ve akabinde hayata geçecek olan AKP-MHP ittifakı sonrasında, AKP’nin siyasetinde gerçekleşen stratejik odak kayması, Barzani yanlısı güçlerin hareket sahasını kısıtladı. Bu durum, HDP’nin siyasal alanın ve anayasal sürecin dışında tutulmasına rağmen, KDP’yi canlandırma girişimlerinin başarısızlığa uğramasından anlaşılabilir. En güncel kamuoyu araştırmaları, HDP’ye, liderliğine, üyelerine ve destekçilerine karşı alınan önlemlere rağmen, Kürt toplumu genelinde bölgesel seçim desteğinin sürdüğünü gösteriyor. Bu, Barzani ve destekçilerinin Rojava ve Kuzey’deki Kürt toplumu içerisinde etkili bir güç olarak hareket etmelerine yönelik AKP’nin beklentilerini karşılayamadığını ve Türk hükümetinin politik hedefleri dahilindeki stratejik değerinin büyük oranda düştüğünü açık bir biçimde gösteriyor. Bu bağlamda, Rojava’daki son gelişmeler oldukça önemliydi ve Sayın Barzani’nin Türk hükümeti tarafından bu duruma atfedilen stratejik önemi gözden kaçırdığını söyleyebiliriz. Bu gelişmeler, Suriye’deki mevcut Amerikan stratejisi ve Türkiye açısından olası sonuçları ve PYD yönetimi altında özerk bir Rojava ihtimali, Türkiye hükümetinin Sayın Barzani’nin referandumuna karşı çıkışında önemli bir rol oynadı.

Güvenilir bir müttefik olan Mesut Barzani tarafından dile getirilmiş olsa dahi, Güney’deki bağımsızlık talebinin yol açacağı tehlikeler, KBY’nin Türkiye nezdindeki siyasi ve ekonomik faydalarından, en azından Ortadoğu’daki mevcut değişken koşullarda çok daha belirleyiciydi. Barzani ve kendisinin iyi eğitimli ekibi, İran’ın konumunu ve Şii rejiminin amaç ve niyetlerini ciddi bir biçimde yanlış algıladı ve yanlış hesaplamalarda bulundu. Irak’ta DAEŞ sonrası dönemde İran’ı ve ABD’yi dengelemek amacıyla yürütülen strateji tamamen başarısız oldu. Söyleşimizde daha önce de belirttiğim üzere, Barzani ve danışmanları ABD’nin Irak'ın egemenliği ve toprak bütünlüğüne olan bağlılığını gözardı ettiler ve DAEŞ sonrası Irak’ta İran-ABD ilişkilerinin karmaşıklığını anlayamadılar.

‘BAŞINA GELENLERDEN BARZANİ SORUMLUDUR’

Referandumdan ve Kerkük’ün Irak merkezi yönetimine teslim edilmesinden sonra, Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin bağımsızlık için ekonomik, askeri ve diplomatik alanlarda hiçbir hazırlık yapmadığı yorumu yapıldı. Bu konuda siz ne dersiniz?

Evet, aynı fikirdeyim; bunu referandum öncesi ve sonrasındaki çeşitli söyleşilerde ve yayınlarda da belirtmiştim. Hazırlık konusundaki eksiklik, Barzani’nin ciddi biçimde yanlış stratejik hesaplarının ve oldukça vahim sonuçları olan hatalı kararının hem nedeni hem de sonucuydu. Bağımsızlık referandumu, tanımı gereği bir siyasal egemenlik denemesi, kendi topraklarınızda nüfusunuz üzerinde egemenlik kurma niyetinin ilanıdır; kendi topraklarında bağımsız olarak kanunlar çıkarmak ve bunları uygulamak isteyen egemen iradenizin beyanıdır; bağımsız bir ekonomi ve dış politika oluşturmak ve uygulamak için bir niyet beyanıdır.

Siyasal egemenlik, belirli olasılık ve gerçekleşme koşullarına ihtiyaç duyar; ancak her şey bir yana, öncelikle askeri-güvenlik, ekonomik-finansal, politik-anayasal koşullara ihtiyaç duyar. Bu beyan taktiksel bir hamleden ibaret ve yasal olarak bağlayıcı olmasa bile, bu koşullar egemenlik kurma niyetinin beyanını desteklemek ve sürdürmek amacıyla oluşturulmalıydı. Sayın Barzani ve danışmanları, bilhassa iç ve dış muhalefet tarafından bir yanlış anlamanın, yanlış anlaşılmanın ya da kasıtlı yanlış beyanda bulunulduğunun ortaya konulduğu bir durumda, taktik bir hamleyi devam ettirmek ve desteklemek için bu şartların gerekmediğini varsayarak fazlasıyla naif davrandılar.

Özellikle askeri-güvenlik ve politik-anayasal koşullar, referandum sonrasında belirleyici rol oynadı. 16 Ekim olayları, Kerkük’ün düşmesi ve neticesinde ortaya çıkan karmaşa bu noktayı açık biçimde kanıtladı. Bu durum, Sayın Barzani’nin, sahada etkin ve alınan kararları kendi toprakları üzerinde doğrudan uygulayabilen bir düzenli bir askeri güçten ya da güvenlik gücünden yoksun bir hükümete başkanlık ettiğini çok açık bir biçimde gösterdi.

KBY’nin iki taşıyıcı direği olan KDP ve KYB’nin her birinin Peşmerge kuvvetleri ve güvenlik güçleri, kendi liderlik ve komuta yapısına sahip. Bu bölünme ve ortaya çıkan siyasi ayrışma, KBY’de çok daha derinlere uzanıyor. Bu durum KDP ve KYB arasındaki ittifakın üzerine kurulduğu iktidar yapısına has bir özelliktir. Bu ittifak siyasi menfaatlere ve iki tarafın kısa vadeli çıkarlarına dayanan saf siyasi pragmatizmin bir sonucuydu. İttifak, KDP bölgesi olan Erbil merkezli Sarı bölge ve PUK bölgesi olan Süleymaniye merkezli Yeşil bölge olarak adlandırılan güç ve etki alanlarının taraflarca tanınmasına dayanıyordu. Bu menfaatlere dayanan güç paylaşımı, iki taraf arasında petrol gelirini paylaşmak amacıyla yapılan gizli bir anlaşmayla sürdürüldü. Özellikle de etki alanlarının karşılıklı olarak tanınması ve 2003-2004’ten bu yana etkin bir şekilde yürürlükte olan bu düzenleme, herhangi bir birlik kavramıyla tutarlılık içermiyordu. Sonuç olarak, birleşik bir siyasi yönetimden ziyade, iktidar paylaşımı ve gelir bölüşümü hususunda bir düzenlemeye gidilmişti.

Çatışmalar sonrasında toprakların yüzde 52’sinin ve petrol gelirinin yüzde 60’ının kaybedilmesine yol açan Sayın Barzani televizyona çıktı ve pek de bir anlamı olmayan sözlerle ihanete uğradığını haykırdı. Zira, ona kimin ihanet ettiğini ve Kerkük’ü İran komutası altında olan Haşdi Şabi’ye teslim ettiğini herkes biliyordu; beklenmedik bir çekilme olmamıştı. Hayır, gerçek bundan çok öteydi. Bu kişiler, KYB’ye bağlı güvenlik güçlerinin komutanları ve siyasi önderleriydi: Pavel Talabani, Aras ve Lahor Şeyh Jangi’nin Talabani aşiretinin önde gelen üyeleri olduğunu ve ayrıca KBY güçlerinden ayrı olan birliklerin bir parçası olduklarını herkes bilir.

Şüphesiz biçimde, Kerkük ve sözde tartışmalı bölgenin geri kalan kısmını İran tarafından komuta edilen bir Iraklı Şii milis gücüne teslim ederek, kendi uluslarına ihanet ettiler. Ancak bu tarihi ihanet, KDP ve KYB arasındaki iktidar paylaşımı temelinde kurulmuş olan KBY’deki siyasi sürecin dinamikleri bağlamında politik olarak ele alınmalı. Nüfuz ve gelir paylaşımı temelinde kurulmuş olan güç dengesi, 2011 yılında Gorran Hareketi’nin ortaya çıkışı ve hızla destek bulması sebebiyle sekteye uğradı. Gorran’ın iki yıl sonra gelen seçim başarısı, parlamentodaki ikinci en büyük parti olan KYB’yi yerinden etti ve KBY’nin iktidar paylaşımı yapısı içerisinde KDP’nin elini kuvvetlendirdi. KDP’nin Gorran’ın siyasi süreç üzerindeki etkisini önleme ve bunlarla mücadelede öncü bir rol oynadığı ölçüde, KYB ikincil bir konuma düşmeyi kabul etti. Böylece KYB, Sayın Barzani’nin Gorran karşıtı politikalarının ve uygulamalarının sonuna dek arkasında oldu.

Aslında Gorran’a karşı mücadele etmek ve onu KBY’de kurulan iktidar paylaşımı koşullarını gözeten resmi politik sürecin dışında tutmaya çalışmak, ittifakın yeni ve değiştirilmiş yapısında mühim bir meseledir. Ancak Sayın Barzani, Gorran’ın etkin biçimde marjinalleştirilmesinden sonra, otoriter politikalarına ve dışlayıcı uygulamalarına devam etti ve KYB içerisindeki belirli güç ve nüfuz odaklarını hedefine almaya başladı. Amacı KYB’yi dağıtmak ve iç bölünmeleri derinleştirmekti. KYB içinde kendi iktidarına karşı çıkan muhalefeti, yani Talabani aşiretinin çekirdek kadrosundan oluşan grubu marjinalleştirmek ve üstünlüğünü kabul etmeye ve hakimiyetini desteklemeye hevesli gruplarla egemenliğini genişletmek istedi. 16 Ekim ihaneti, KYB içinde kök salmaya başlayan ve Barzani’nin otoriter eğilimlerine, iktidarı tamamen kendi elinde toplamayı amaçlayan politikalarına karşı kök salan muhalefetin verdiği bir tepkiydi. Aslında, ihanetin tohumları KBY’nin iktidar yapısında yeşermişti. Bu anlamda, Mesut Barzani tarafından 14 yıl önce yaratılan ve hâlâ başkanlık ettiği iktidar yapısının kendine has bir özelliği söz konusu olan. Kendisinin ve ulusunun başına getirdiği faciadan yalnızca kendisi sorumludur.

BİLGE VE VİZYON SAHİBİ BİR LİDER

Özellikle Kerkük’ün teslim edilmesinden sonra Kürt siyasi partilerine yönelik eleştiriler arttı. Başkan olarak ve referandum için gösterdiği ısrar nedeniyle Mesut Barzani, bu eleştirilere en çok maruz kalan lider oldu ve istifa etti. Bundan sonra Kürt siyasetçileri nasıl bir süreç bekliyor? Celal Talabani’nin vefatı, Barzani’nin istifası sonrası yeni ve güçlü bir lider mi beklemeliyiz yoksa güçlü lider yerine örneğin güçlü siyasi partiler mi?

İnsanlar siyasi ve ekonomik koşullardan ciddi biçimde memnuniyetsizler; haklı olarak hükümet ve siyasi partilerin politik önderliklerini, siyasal çürüme ve zafiyet sebebiyle suçluyorlar. Demokratik katılımı ve şeffaflığı sağlayacak bir değişim talep ediyorlar. Bu, (halka) açık politik bir süreç, gerçek çoğulculuk ve halk katılımı, demokratik denetim ve çökmekte olan politik sistemdeki dengelerin yeniden tesisi manasına geliyor. Ancak siyasi liderler ve partilerin tümü halktan ciddi bir biçimde çekindiği için önemli değişiklikler beklenmemeli; bu ortak halk korkusu, onları sivil ve demokratik hak ve özgürlüklerin kurban edilmesi pahasına, mevcut durum üzerinde uzlaşmaya zorlayacaktır. Halkı harekete geçirecek güçlü bir liderin ortaya çıkması, halkı harekete geçirmesi ve kendi siyasal programı etrafında birleştirmesi, gerçek bir ulusal figür olarak etki yaratması şu anda oldukça düşük bir olasılık. İhtiyaç duyulan yalnızca güçlü bir lider değil, insanları ileriye taşıyacak güçlü bir insan; yani, bilge ve vizyon sahibi olan güçlü bir lider. Kürtlerin bilge bir lidere, bugünün ötesini düşünebilecek vizyon sahibi bir insana, bugünü görebilen ve yarını planlayabilen bir öndere ihtiyaçları var. Kürt siyasetinde bu tür bir lider yok. Sanırım, Kürt siyasetinin bu büyük zayıflığı, Kürt toplumu için felaket sonuçlara neden olan en büyük eksiklik. Kürt siyaseti kahramanlık ve fedakârlıkla dolu ama akıl ve vizyon eksikliği içerisinde. Bu ifadenin acı gerçekliğini görmek için yalnızca Kürt tarihini okumak bile yeterlidir. Kürt tarihi, hüzün verici bir tarihtir, cesur beklentiler ve yitirilen umutların, fedakârlık ve ihanetin, yenilgi ve umutsuzluğun tarihidir.

ABBAS VALİ KİMDİR?

Abbas Vali, Mahabad, İran Kürdistanı’nda doğdu. İlköğrenimini Tebriz’de tamamladı. İran Milli Üniversitesi Siyaset Bilimi bölümüne 1973’te girdi. Daha sonra İngiltere’de Keele Üniversitesi’nde siyaset dalındaki master derecesini 1976’da aldı. 1983 yılında Londra Üniversitesi’nde sosyoloji bölümünde doktorasını verdi. Doktora sonrası araştırmalarını Economic and Social Research Council’de yaptı.

Akademik kariyerine 1986’da Wales Üniversitesi’nde başladı. Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nden Erbil Üniversitesi’ni kurması için 2005 yılında davet aldı. 2008 yılında Erbil Üniversitesi’nden ayrıldığında rektörlük görevini sürdürüyordu. Vali o tarihten itibaren Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nde çalıştı. Prof. Dr. Abbas Vali Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nden 17 Şubat 2017 tarihinde, YÖK Yürütme Kurulu tarafından 22 Şubat 2017 tarihinde çalışma izni iptal edilmeden önce, istifa etti.

Abbas Vali’nin “Kürt Milliyetçiliğinin Kökenleri”, "Kapitalizm Sonrası İran”, “Kürdistan Cumhuriyeti-İran’da Kürt Kimliğinin Oluşumu” ve “Kürt Tarihi, Kimliği ve Siyaseti” adlı kitapları Avesta Yayınları tarafından yayımlandı.

Çeviri: TARKAN TUFAN. Röportajın İngilizce metni