Filistin'de savaşan Halil İbrahim Özcan: Kudüs insanlığın kültürel mabedidir

12 Eylül 1980 darbesinden sonra genç bir öğretmenken arandığını öğrenince Lübnan’a geçen ve 1981’in sonuna kadar Güney Lübnan’da Filistin kamplarında kalan şair yazar Halil İbrahim Özcan, o dönemde yaşadıklarını anlattı. Özcan, 'Kudüs' tartışmalarına ilişkinse şunları söylüyor: "Kudüs insanlığın kültürel bir mabedidir. Kültürel bir değerdir. Kudüs’e siyasi bir kimlik verilmesine en başta İsrail’in karşı çıkması gerekir."

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - ABD Başkanı Donald Trump’ın Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıma kararının ardından Filistin tekrar dünya gündemine girdi. İsrail’in 1948 yılında kurulmasının ardından Filistin halkının yaşadığı acılar bu yüzyılı etkileyen en önemli olaylardan biri oldu.

Filistinlilerin İsrail’e karşı bağımsız örgütlenmesi ve örgütlü bir şekilde karşı çıkmaları 1960’lı yıllardan sonra başlar. Filistin Kurtuluş Örgütü’nün (FKÖ) 1964’de kurulmasının ardından bütün dünyayı sarsan 68 hareketini etkileyen en önemli siyasal figürlerden bazıları Filistin direnişinden çıktı. Dünyayı değiştirmek için yola çıkan çeşitli ülkelerden gençlerin yolları Filistin’den geçti.

Türkiye solunun da en önemli siyasi figürleri önce Filistin’deki işgalcilere karşı savaştılar. Türkiye sosyalist hareketinin sembol isimlerinden Deniz Gezmiş’den başlayarak 90'lı yılların ortalarına kadar birçok kişi Filistinli örgütlerin saflarında bu savaşa katıldı. Ama yalnızca 68 hareketi değil 12 Eylül 1980 darbesinden sonra da Türkiye’yi terk etmek zorunda kalan birçok siyasi mülteci Lübnan’a giderek Filistinli örgütlerin saflarına katıldı.

12 Eylül 1980 darbesinden sonra genç bir öğretmenken arandığını öğrenince Lübnan’a geçen ve 1981’in sonuna kadar Güney Lübnan’da Filistin kamplarında kalan şair yazar Halil İbrahim Özcan ile bu kampları ve yaşadıklarını konuştuk.

Halil İbrahim Özcan’ın 'Ejderha Yılları' adlı bu dönemi anlattığı bir romanı da bulunuyor.

'DÜNYANIN DÖRT BİR YANINDAN DEVRİMCİLER GELİYORDU'

Filistin kamplarında son bulan Türkiye’den çıkışınız 12 Eylül darbesinden sonraydı. Filistin’e gitmeye nasıl karar verdiniz?

12 Eylül askeri faşist darbesinden sonra öldürmeler, hapishanelere doldurmalar başlayınca mecburen bir kısım insan çekilmek zorundaydı. Ülkedeki bu baskı ortamından dolayı bazı devrimciler Avrupa’ya çıkış yaptılar. Ama bazı devrimciler daha önceden devam eden bağları nedeniyle Filistinli örgütlerin içinde hem barınma hem de burada bir süre kalıp tekrar Türkiye’ye dönmek için gittiler. Tabii 12 Eylül’den sonra hızlı bir süreç oldu. Bütün örgütlerin orada bağı yoktu. Bazılarının geçmişten gelen bağları vardı. Bizim ilişkimiz George Habbaş’ın lideri olduğu Filistin Halk Kurtuluş Cephesi üyesi iki Filistinlinin daha önce Türkiye’deki cezaevinden kaçırılmasından dolayı bu örgütle vardı. O dönemde Filistin Kurtuluş Örgütü içinde altı yedi tane ciddi örgüt vardı. Bu grupların üç dört tanesi Marksist gruplardı. Türkiye’den gidenler bu örgütlerle ilişki kurarak gidiyordu. Filistin Halk Kurtuluş cephesi, Demokratik Cephe, Ebu Nidal vardı.

Filistin'de yalnızca Türkiye’den gelenler yoktu. Dünyanın dört bir yanından devrimciler geliyordu. O zamanlar Filistin kamplarında söylenen çok güzel bir laf vardı. 'Hıtmı sefti' yani devrimci yardımlaşma… Devrimci yardımlaşma sözcüğü bütün kamplarda egemendi. Enternasyonal dayanışma devrimci dayanışma orada görülürdü.

Tabii burada İsrail-Lübnan sınırından, esas olarak da Lübnan’dan söz ediyoruz değil mi?

Evet. İsrail’in kurulmasından sonra yaşanan savaşlardan sonra on binlerce Filistinli mülteci Lübnan’a gelmişti. Beyrut’a kadar kamplar vardı. Özellikle Güney Lübnan’da da Filistinlilerin yaşadığı köyler vardı. Her ne kadar Beyrut’ta daha sonra İsrail’in katliam yaptığı Sabra ve Şatilla gibi kamplar bilinse de güneyde yoğun bir Filistinli nüfus vardı. Biz güney Lübnan’daydık.

'HIRİSTİYAN FALANJİSTLER BİZE KARŞI SAVAŞIYORDU'

1970’li yıllardan sonra başlayan Lübnan iç savaşının hâlâ devam ettiği bir dönemden bahsediyorsunuz...

Beyrut ikiye ayrılmıştı. Solcuların ve Filistinli örgütlerin etkili olduğu yer daha çok Müslümanların yaşadığı bölgeydi. Haddad’ın lideri olduğu Hıristiyan Falanjistler bize karşı savaşıyordu. Beyrut’un ikiye ayrılması benim gittiğim dönemde şiire, duvar resimlerine, sanatın diğer alanlarına da yansıyacak şekilde hem Hıristiyan hem Müslüman kesimde büyük bir tepki yaratıyordu. Falanjistler, İsrail tarafından destekleniyordu ve Güney Lübnan’da Golan Tepeleri'ne de yerleştirilmişlerdi. Benim bulunduğum kamp, Hıristiyan Falanjistler ile Birleşmiş Milletler askerleri arasında İsrail’in de sık sık saldırdığı bir bölgede bulunuyordu. Türkiye’den gelen insanları bu kamplara yerleştiriyorlardı.

O zaman tekrar Türkiye’den ayrılışına dönelim. Senin Türkiye’den Filistin kamplarına gidişin nasıl oldu?

Ben Kayseri’de öğretmendim. Arandığımı öğrenince ülkeden ayrılmaya karar verdim. Ancak Avrupa’ya gidenleri o zaman çok hoş görmezdik. Amacım Filistin’e gidip sonra tekrar Türkiye’ye mücadele etmek için dönmekti. Ben önce Suriye’ye geçtim. Suriye’den de Lübnan’a geçtim.

Geçiş nasıl oluyordu?

O dönemde iki geçiş yolu vardı. Biri Kel Dağları, Yayladağ’ın arkasından geçilirdi. İkinci yol ise Arsuz ve deniz yoluyla İskenderun’dan geçmekti. Ben dağdan geçtim. Önce Suriye’de kısa bir süre kaldım. Zaten Lübnan’da hangi kampa gideceğimiz Suriye’de ayarlandığı için orada kaldık. Beyrut'tan İsrail sınırındaki kamplara gittik. Beyrut’ta kaldığımız sürede yazılamaya çıkardık. Türkiye’de yaptığımız gibi duvarlara “Kahrolsun Emperyalizm” falan gibi sloganları yazardık. Orada Filistin’e destek için gelenlerin de olduğu bir yerde kalmıştık. Büyük bir binaydı. Sonra oraya bombalı saldırı oldu. Biz Türkiye’den gelen beş kişi birkaç dakika önce çıkmıştık. O binada iki yüze yakın insan öldü. Bombalamayı 'Lübnan’ı Yabancılardan Kurtarma Ordusu' gibi bir isim taşıyan örgüt üstlendi. İsrail destekli gruplardan biriydi sanırım.

'İSRAİL, KAMPLARI HAVADAN BOMBALIYORDU'

Kamplar nasıldı? Sınırda İsrail ile sıcak bir savaş var mıydı?

İsrail zaman, zaman bombalama eylemleri yapıyordu. Denizden ve havadan bildiği, bulduğu kamplara bombardıman yapıyordu. Bizim kaldığımız kamp bir köyün yakınındaydı. Bizim kampımız Mezra denilen tehlikeli bir noktadaydı. Kamplar ağaçların arasında uçaktan bakıldığında görülmeyecek yerlere kuruluyordu. O zamanlar da insansız uçaklar vardı. Herhangi bir ses duyulduğunda “intişar” diye bağırılırdı. 'Dağılın' anlamına gelirdi bu söz. Herkes bulabildiği bir ağacın altına ya da bir yere saklanırdı. En çok Lübnan köylülerinin İsrail istihbaratına çalışmasından korkulurdu. O yüzde kamp tuzaklanmıştı. Tuzaklanan kamp şöyledir... Kampın etrafına hendekler kazılır ve kum torbaları ile çevrilir. Herhangi bir saldırı durumunda oradaki silahlar ve kamp imha edilecek haldedir. Silah olarak da doçka ve uçaksavar gibi ağır silahlar vardı.

Kimler bulunuyordu Filistin kamplarında?

Devre devre kalınırdı. Üç aylık eğitim devreleri vardı. Ben gittiğimde Türkiyeli Kürt örgütlerden Rızgari, Kawa ve Ala Rızgari çekiliyordu. Onların boşalttığı kamplara PKK’liler geliyordu. Kurtuluş gibi örgütler ise kampta değil daha çok Beyrut’ta kalıyorlardı. Acilciler, MLSP-B gibi örgütlerin militanları da vardı.

Peki kamp yaşamı nasıldı? Neler yapıyordunuz?

Günlük siyasi ve askeri eğitimler oluyordu. Askeri eğitim her kampın kendi içinde yapılırdı. Silahları, bombaları, mayınları bilmek tanımak gibi eğitimler. Onların nasıl kullanılacağı gibi bilgilerle zaman geçiyordu. Benim kaldığım kamp karışık bir kamptı. Hatta Fas'tan birileri vardı. Yemen’den gelenler vardı. Özellikle Arap ülkelerinden gelenler vardı. Komutanlar da iyi eğitim görmüş Filistinlilerden seçilirdi. İlginç olan bir şey aktarayım. Kamplarda hiç namaz kılınmazdı. Yani İslamiyet ya da diğer dinler üzerinden bir tartışma yaşanmazdı. Arapların yoğun olduğu bir kamp olmasına rağmen böyleydi. El Fetih grubunda namaz kılanlar olurdu. Ama bizim kaldığımız kamplarda liderliğini aslen Hıristiyan bir Arap olan George Habbaş’ın yaptığı Filistin Halk Kurtuluş Cephesi kamplarında namaz ya da dinle ilgili herhangi bir şey olmazdı. Günlük yaşam ağırdı. Sabah kalkılır kampa gelen yiyecekler alınır. Ya da kampta pişirilirdi. Mezar gibi mevzilerde ayakkabılar ayağımızda elbiselerimizle yatardık. Bir baskına karşı sürekli tetikte olunurdu. Benim o yıllarda en büyük hayalim çoraplarımı çıkarıp pijama ile temiz bir yatakta yatmaktı. Günlerce yıkanamazdık.

'BM ASKERLERİNE ESİR DÜŞMÜŞTÜM'

Kamplar İsrail saldırısını karşılamak için kurulmuş kamplar mıydı? Sınıra yakın mıydınız?

Hemen Golan’ın altındaydık. Golan karşımızdaydı. Arada Birleşmiş Milletler askerleri vardı. Bir keresinde BM askerlerine bir arkadaşımız ile birlikte esir düşmüştüm. Sonra kamptan gelip bizi kurtardılar. BM askerlerinin olduğu tarafa geçmek yasaktı. Dolmuşların geçtiği bir yer vardı. Oradan da bölgede yaşayan Arap köylüler geçebilirdi. Kendimizi onlar gibi gösterip geçmeye çalıştık. Benim Arap olmadığımı anladılar ve aldılar. Kamplar İsrail sınırına en yakın en uç kamplardı. Orada kalmayı herkes göze alamıyordu. 1982 yılındaki büyük İsrail saldırısında bu kampta benim arkadaşlarımdan şehit düşenler oldu. O zaman benim bulunduğum kamp ilk saldırıya uğrayan kamptı. Ama ben daha önce kamptan ayrılmıştım.

1982 yılındaki bu İsrail saldırısında Türkiyeli birçok devrimci de hayatını kaybetti değil mi?

Evet. Bu kamplarda çok iyi bir direniş oldu. Benim tanıdıklarımdan Ebu Mustafa, Ebu Remzi gibi iyi komutanlar hayatını kaybetti. İsrail saldırısına karşı ilk savaşan birlik o öncü birliklerdi. Ama 1982 öncesinde büyük çatışmalar olmuyordu. Bugün Lübnan’daki Hizbullah hareketinin doğduğu Emel hareketi vardı. Onlarla küçük sürtüşmeler yaşanıyordu. Daha çok İran’ın desteklediği bir başka grup daha vardı. İsrail ile büyük çatışma olmasa da çok karışık bir dönemdi. İsrail’e karşı küçük operasyonlar olurdu. Bu operasyonlara 'ameliyat' denirdi. Hatta bazen katyuşaları çevirip İsrail tarafındaki köylere atış yaparlardı. Bu yüzden Filistinli bazı örgütler ile tartışma yaşardık.

'KAHROLSUN YAHUDİLER' SLOGANINA KARŞI ÇIKTIK

Neden? Zaten İsrail’e karşı savaşıyorsunuz?

Ben şöyle derdim. 'Hedefi belli olmayan atışlar yapıyorsunuz. Belki orada bir köyde yaşayan bir aile vurulacak. İster Yahudi olsun ister olmasın bir evi bombalıyorsunuz. Orada çocuk, kadın, yaşlı kimin olduğu belli olmadan atış yapıyorsunuz. Bu savaş şekli yanlış bir savaştır' diyordum. Savaş ahlakı, kimlere karşı savaşıyoruz gibi tartışmalar yapardık. Mesela “Kahrolsun Yahudiler” sloganına karşı çıkmıştık. Düşünün, oradasınız İsrail’e karşı savaşıyorsunuz. Ama böyle bir tartışmayı da yürütüyorsunuz. Çünkü bir ulus tamamen düşman görülemez. Yahudiler mazlum bir halktı, çok baskı gördüler. Ama sonra kendileri Filistinlileri sürdüler. Güvercinken, kartal olup güvercinlere saldırdılar. Filistinlilerin büyük göçü Deir Yasin katliamı ile başlar. Bütün halkı ile katledilen bir Filistin köyüdür. Bazı Filistinli gruplar “Dünyada tek bir Yahudi kalmayıncaya kadar savaş” sloganı atarlardı. Biz karşı çıkardık. Sonuçta Filistinliler ve Yahudilerin aynı kökenden geldiği söylenir. Evet Yahudiler büyük bir soykırım yaşadılar. Ama aynı soykırımı Filistinlilere karşı uygulamaya çalıştılar. Fakat yine de her Yahudi’nin düşman görülmesi yanlıştır. İlginçtir o dönemde İsrail’de devrimci demokrat insanlar vardı. İki tarafın şiddetine de karşı çıktılar. Her yerden gelen insanlar vardı. Ve böyle tartışmalar yapılıyordu. Sovyetler'den gelenlerle oradaki sosyalizmi tartışırdık. Arnavutluk'tan gelenler vardı. Sonuçta sosyalizm denilen bir ütopya için savaşıyorduk. Kamplarda sekiz ay kadar kaldım. Ben ayrıldıktan birkaç ay sonra İsrail saldırısı başladı. Oradaki savaşta bulunan bazı Arap ve Filistinli arkadaşlarla yıllar sonra Suriye’ye şiir etkinlikleri için gittiğim dönemde karşılaştım. Orada yaşananları onlardan tekrar dinledim. Ölenler yaralananlar çok oldu.

Senin tanıdıklarından kimler hayatını kaybetti?

Benim tanıdıklarımdan sevgili Süleyman Kılıç vardı. İstanbul’dan gelen bir üniversite öğrencisiydi. Çok iyi İngilizcesi vardı. Bana orada İngilizce öğretirdi. Arapçası da çok iyiydi. Trablus yakınlarındaki bir çarpışmada İsrail tarafından öldürüldü. Kuvvet Kulekçi, Vedat Erdal, Selahattin Kaya orada, İsrail ordusunun kuşatmasındaki arkadaşlarına yardıma giderken öldürüldüler. Benim bildiklerim ve hatırladıklarım.

Sonra ünlü Beyrut savaşı gerçekleşti…

Evet. Beyrut’ta İsrail ve Hıristiyan Falanjistlerle büyük bir savaş oldu. Sonra yapılan antlaşma ile Birleşmiş Milletler, Filistinli ve diğer ülkelerden gelen devrimcileri gemiler ile başka ülkelere tahliye ettiler.

Peki Türkiyeli sosyalistlerin Filistin’e gitmeleri hangi yıllara kadar sürdü. Sonuçta 1968 öğrenci hareketleri ile başlayan bir süreç var. Seksenli yılların sonunda artık bu sona erdi diyebilir miyiz?

Yok hayır. 90'ların ortalarına kadar sürdü. Ben o yıllarda yoktum. Ama cezaevine buralara gittikten sonra yakalanan insanlar geliyordu. Onlarla olan sohbetlerimden biliyorum. Türkiyeli örgütler bundan sonra daha çok Bekaa’ya çekildiler. Filistinli örgütlerin İslamcılaşması ile birlikte bu süreç sona erdi. Yani kökten dinci bir Filistin devleti kurulacaksa biz buna da karşıydık.

Peki Kudüs’ün İsrail’in başkenti olarak ABD tarafından tanınması sana ne düşündürdü?

Kudüs Süleyman tapınağından bütün dinlerin çıktığı bir yer. Burası bir mabettir. Ve hiçbir mabet uğrunda insan kanının döküldüğü insan kanı ile kirletilecek kadar kutsal olamaz. Kudüs insanlığın kültürel bir mabedidir. Kültürel bir değerdir. Kudüs’e siyasi bir kimlik verilmesine en başta İsrail’in karşı çıkması gerekir.