Kanlı katliamın davasında son durum

Ankara Katliamı davasının 4'üncü duruşması geçtiğimiz pazartesi-salı günleri görüldü. Müştekilerin avukatı Özcan Karakoç Türkiye'nin en büyük katliamının davasında gelinen noktayı Gazete Duvar'a değerlendirdi.

Google Haberlere Abone ol

ANKARA - Türkiye tarihinin en büyük katliamının gerçekleştiği 10 Ekim 2015 tarihi binlerce insanın hayatında derin yaralar bıraktı. KESK, DİSK, TMMOB ve TTB'nin “Savaşa inat, barış hemen şimdi”, “Acil barış, acil demokrasi“ sloganlarıyla düzenlediği 'Emek, Barış ve Demokrasi Mitingi' öncesinde yapılacak yürüyüş için sabah saatlerinde Ankara Garı'nda toplanan kitlenin en kalabalık olduğu noktada art arda iki patlama gerçekleşti.

İlk patlama HDP’nin, ikincisi de EMEP ve SGDF’nin (Sosyalist Gençlik Dernekleri Federasyonu) aralarında bulunduğu kortejlerin olduğu yerde meydana geldi. Katliamda 102 kişi hayatını kaybetti. Katliamın üzerinden iki yıl geçmesine rağmen tedavisi halen devam edenler, yatağa mahkûm olanlar ve patlama nedeniyle uzuvlarını kaybedenler dahil 500 kişi yaralandı. Katliamdan hayatta kalanlar o caddedeki dehşeti, kan gölünü, polislerin yaralılara sıktığı biber gazını, gelmeyen ambulansları, TOMA'ları, durmayan taksileri ve katliam mağdurları arasındaki dayanışmayı ve sonrasında yaşadıklarını asla unutmayacak.

10 Ekim katliamının 4'üncü duruşması 10-11 Temmuz tarihlerinde Ankara 4'üncü Ağır Ceza Mahkemesi'nde görüldü. Davada milim milim yol alınıyor. Katedilen mesafe, her duruşmada kayıplarının hesabını sormak için mahkeme salonunu dolduran, katliamın ardından kurdukları 10 Ekim Barış ve Dayanışma Derneği ile seslerini duyuran ailelerin ve 10 Ekim Davası Avukatlar Komisyonu'nun sayesinde. Davada gelinen noktayı, tamamı gönüllülerden oluşan o komisyondaki avukat Özcan Karakoç ile konuştuk.

'KAMUSAL SORUMLULUK ALANINDAN TİTİZLİKLE KAÇINILDI'

Türkiye’nin en büyük katliamı davası görülüyor ve ilk günden itibaren kolluktan yargıya hiçbir kurum gerekli özeni göstermiyor. Müştekilerin hepsi ifadelerinde dönemin siyasi sorumlularından, alanda hiçbir önlem almayan yetkililerden, yaralılar henüz alandayken biber gazı kullanan Emniyet görevlilerinden şikâyetçi olduklarını söylemelerine rağmen kamu görevlileri korundu. Bunları neye bağlıyorsunuz?

Bilindiği üzere 10 Ekim Ankara Tren Garı Katliamı davasının soruşturma aşamasında, Ankara Savcılığı tarafından kısıtlama kararı talep olunmuş ve bu talep Ankara Sulh Ceza Hakimliği’nce kabul görerek soruşturmanın taraflara ve kamuoyuna kapatılması sağlanmıştı. Bu dönemde gerçekleştirilen tüm soruşturma işlemlerine genel bakış açısının, IŞİD militanlarından tespit edilebilenler ile katliamdan doğrudan ve/veya dolaylı olarak sorumlulukları bulunanların yakalanmasıyla yetinilmesi olarak özetleyebiliriz. Kamuoyunda da yaygın kanaat olan, kamusal sorumluluk alanından ise titizlikle kaçınıldı. Gerek emniyet birimleri gerek Ankara Savcılığı ve gerekse soruşturma aşamasında yer alan tüm birimler, kamusal sorumluluk alanından kaçındıkları için eksik bir soruşturma yürütüldüğünden bahsedilir oldu. Oysa müfettişler tarafından tanzim edilen raporda, bir kısım Emniyet birimlerinin ve görevlilerinin en azından "ihmali” sorumlulukları bulunduğu ve yargılanmalarının gerektiği yönündeki istem, Ankara Valiliği tarafından soruşturma izni verilmediğinden kamusal sorumluluk alanı kapatılmaya çalışıldı. Dolayısıyla bir an için soruşturmanın gerçek anlamda ciddi ele alınması ve sadece IŞİD militanlarının değil ama katliamda rolü olan tüm kişi ve/veya kurumların sorumluluğuna gidilmesi durumunda, kamuda görevli bulunan pek çok kişinin sanık olarak yargılanmaları gündeme gelebilecekti. Bundan kaçınmak adına gerekli özenin gösterilmediği rahatlıkla ifade edilebilir.

'SANIKLAR ÖRGÜTLÜ TUTUM SERGİLİYOR, IŞİD ÜYELERİNİ KORUYORLAR'

4’üncü duruşmada avukatlar olarak 'belgelerin sanıkların suç vasıflarının değiştirilmesi gerektiğini ortaya koyduğunu, sanıkların sadece örgüt üyeliği suçlamasıyla değil katliamın sorumlusu olarak yargılanmasını' talep ettiniz. Ayrıca sanıkların örgütlü tutumunun 'örgüt üyesi olduklarını ve dışarıdaki IŞİD üyelerini koruduklarını gösterdiğini' de söylediniz. Bu kanaatiniz nasıl oluştu?

Ankara 4'üncü Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılanan sanıkların bir kısmı Ankara Tren Garı Katliamını gerçekleştirdikleri, bir kısmı ise sadece IŞİD terör örgütü üyesi oldukları için yargılanıyorlar. Oysa katılanlar vekili olarak talep ettiğimiz kimi belge ve diğer dava dosyalarına ait evrakların Mahkemeye ulaşması ile birlikte sanıkların rolleri, kimlikleri, nitelikleri ve görevleri daha belirgin hale gelmeye başladı. Özellikle IŞİD terör örgütü üyesi olmakla suçlanan kimi sanıkların Ankara Tren Garı Katliamı öncesinde diğer sanıklarla görüşmelerinin tespit edilmesi, “tanımıyoruz” dedikleri kimi IŞİD üyeleri ile görüşmelerinin ortaya çıkması ve her halükarda katliamın doğrudan içerisinde yer almasalar da “yardım eden” sıfatlarının olabileceği gelinen aşama itibariyle ciddi olarak ele alınmalıdır. Katliamı gerçekleştiren ekibe bu konuda yardım eden, destek veren ve hatta katliamın gerçekleşmesini sağlayanları koruyan, kollayan kişilerin de katliamdan dolayı cezai sorumluluklarının bulunduğunun bilinmesi gerekir. Bu kişiler bakımından sadece IŞİD terör örgütüne üyelik isnadı ile bakılması, cezai bir bakış açısı olarak ele alınamaz.

Dava dosyasına intikal eden her yeni belge ve bilgi birleştirilip büyük resme bakıldığında yargılanan sanıkların pek çoğunun katliamdan dolayı sorumluluklarının bulunduğu aşikâr olup bu nedenle suç vasfının değişme olasılığından bahsedilmektedir. Ayrıca sanıkların hâlihazırda örgütlü bir tutum sergiledikleri ve IŞİD üyelerini korudukları da bilinen bir gerçektir. Birkaç somut örnek vermek gerekirse, kasım ayında başlayan birinci yargılama haftasında, yargılanan sanıkların savunmaları alındıktan sonra, katılan vekilleri olarak her bir sanığa CMK m. 201’de yer alan “doğrudan soru yöneltme” hakkı kullanılmış, sanıklar çapraz sorguya alınmışlardır. İlk savunması alınan sanıkların, gerçekleştirilen çapraz sorgu neticesinde farklı bilgilere ulaşılması ve sanıkların gerçek yüzlerinin ortaya çıkmasının anlaşılmasının ardından, yargılanan tüm IŞİD sanıkları ortak bir karar alarak sorulan tüm sorulara “cevap vermek istemiyorum” şeklinde yanıt vermişler ve örgütlü bir tavır geliştirmişlerdir. İkinci olarak dava dosyasında yer alan kamera kayıt çözümlemelerinden, IŞİD’in hücre evi ve depolarına sürekli girip çıkan ve kimlik bilgileri Emniyet birimlerince tespit edilemeyen(tespit edilmek için hiçbir çaba harcanmayan), bu nedenle kendilerine X1, Y1 gibi kodlarla yer verilen 30’a yakın insan bulunmaktadır. Bu kişilerin depolara sanıklarla birlikte sandık ve koli gibi eşyalar taşıdıklarına ilişkin fotoğraflar IŞİD sanıklarına tek tek gösterilmiş ve tarihi de belirtilmek suretiyle bu kişilerin kimler olduğunun aktarılması istenilmiştir. Yanıt bir kez daha “cevap vermek istemiyorum” olmuştur! Bu durum ise sanıkların basit birer IŞİD sempatizanı ve/veya IŞİD üyesi olmadıklarını, halen IŞİD’e bağlılıklarını devam ettirerek dışarıda kalan kişileri koruduklarını göstermesi bakımından manidardır.

'HER BİLGİ/BELGE, SANIKLARIN BASİT BİRER MİLİTAN OLMADIĞINI GÖSTERİYOR'

Üçüncü olarak ise son iki duruşmada sanıklardan bir kısmının savunmasında değişikliğe gitmesi ve yargılanmalarının tek nedeninin “Müslüman olmalarına” dayandırılmasıdır. Buna göre bir kısım sanıklar, sadece Müslüman olarak yaşamak istedikleri, İslam inancını benimsedikleri ve İslam inancına göre yaşamayı tercih ettikleri için yargılandıklarını iddia ederek kendilerinin dışında olan tüm kesimleri “kafir” olarak ilan etmeye başlamışlardır. Sanıklardan Abdülmubtalip Demir’in Mahkeme’yi, Savcılığı, katılan vekillerini ve katılanları “lanetlemesi” ile başlayan süreç, bir diğer sanık Resul Demir’in duruşma esnasında sözlü olarak lanetlemesi ile devam etmiş, gerçek ve tek İslam inancını yaşayanların kendileri olduğu intibasını yaratmışlardır. Bu durum dahi IŞİD sözcülerinin beyanları ile bire bir örtüşmektedir.

Sonuç olarak dava dosyasına gelen her yeni belge ve/veya bilgi sanıklar arasındaki ilişkileri daha açığa çıkardığı gibi sanıkların uzun süredir IŞİD içerisinde yer aldıklarını ve basit birer “militan” olmadıklarını da göstermesi bakımından değerlidir.

'EMNİYET, SAVCILIK İLKİNİN ÜZERİNE GİTSEYDİ SONRAKİ KATLİAMLAR OLMAZDI'

Son duruşmada siz, HDP’nin Adana ve Mersin bürolarına yönelik bombalı saldırıları hatırlatarak “Bunlar soruşturulmadığı için Diyarbakır, o soruşturulmadığı için Suruç, Ankara, Antep sırasıyla devam etti" dediniz. Tüm saldırılar, sanıklar birbiriyle bağlantılı görünüyor değil mi?

Orada ifade edilen husus tam olarak şuydu: 18 Mayıs 2015 tarihinde HDP Adana ve Mersin Bürolarına gerçekleştirilen patlamalar titizlikle ele alınıp etkin bir soruşturma sürdürülmediği için 5 Haziran 2015 tarihinde Diyarbakır Miting saldırısı engellenemedi. Bu saldırı bakımından da etkin bir soruşturma başlatılıp yürütülmediği için 20 Temmuz 2015 tarihindeki Suruç Katliamı da önlenemedi/önlenmedi. Suruç Katliamı soruşturmasında tüm detaylar ele alınıp katliamın gerçek faillerine ilişkin bir çalışma yürütülmediği için 10 Ekim 2015 tarihinde Ankara Tren Garı Katliamı meydana geldi.

Maalesef Ankara Savcılığı tarafından yürütülen soruşturma safahatı da “terörle mücadelede etkin bir soruşturma” olarak ifade edilemediğinden, 1 Mayıs 2016 tarihinde Gaziantep Emniyet Müdürlüğü saldırısı ve ardından da 20 Ağustos 2016 tarihinde Gaziantep Kına Gecesi Katliamı yaşandı, yaşanmak zorunda kalındı.

Duruşma esnasında tüm bu katliamların sırasıyla sayılmasındaki saik iki türlü ele alınabilir. Birincisi, yaşanan ilk katliamın ardından gerçekleştirilen soruşturmalarda, Emniyet birimleri ve Savcılık ısrarla, inatla, korkmadan ve cesaretle soruşturmanın üzerine gitmiş olsaydı sonraki katliamların engellenebilmesi pekâlâ mümkün ve olası hale gelirdi. Bir başka deyişle, başlatılan soruşturmaların hiçbiri etkin sürdürülmediği için IŞİD militanları adeta cesaretlendirilmiş ve peş peşe katliamların gerçekleştirilmesi zımni de olsa desteklenir, izin verilir hale gelmiştir. İkincisi ise bu katliamların bir anda başlamasının önemine dikkat çekilmesidir. Buna göre ilk saldırılar 7 Haziran 2015 seçimlerinin hemen öncesinde HDP’ye karşı başlatılmış ve seçim sonuçlarından memnun olmayan kesimlerin yüksek sesle “kaos”u dillendirmelerini müteakip, saldırılar toplumun muhalif kesimlerine yönelmiş ve katliam boyutunda insanlığa karşı işlenen suçlar haline gelmiştir. O kadar ki, 10 Ekim 2015 tarihinde 'Savaşa Karşı Barış' çağrısı ile toplanan on binlerin olduğu miting alanı hedef olarak seçilmiş ve Gaziantep’ten yola çıkan canlı bombalar iki araba halinde rahatlıkla Ankara’ya gelerek elini kolunu sallayarak miting alanını katliam alanına çevirmişlerdir.

Gelinen aşamada tüm bu katliamların birbirlerinden bağımsız ekipler tarafından gerçekleştirildiği ve tesadüfi saldırılar olarak gerçekleştiğinin söylenebilmesi mümkün değildir. Tersine, her bir katliam dava dosyası titizlikle ele alındığında, farklı IŞİD sanıklarının birbirlerinden haberdar oldukları, IŞİD hücre yapılanmasının sadece illegal yolları değil dernekler, vakıflar, medreseler gibi legal yolları da örgütlenmek için kullandıkları ve değerlendirdikleri, örgütlenme faaliyetlerini hiçbir baskı altında kalmadan rahatlıkla gerçekleştirebildikleri ve diledikleri zaman Türkiye-Suriye arasındaki geçişleri kullanabildikleri anlaşılmaktadır.

'KATLİAM DAVASINDA SEGBİS UYGULAMASI CİDDİYETSİZLİKTİR'

Son duruşmada da görüldü ki SEGBİS(Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi) ile ifade almak sağlıklı bir yöntem değil. Örneğin tanık olarak dinlenen Cuma Dabanıyassı’nın ifadesi çelişkilerle doluydu ama siz ona duruşma salonunda olmadığı için sanıkları bile gösteremediniz. Böylesine kritik bir yargılamada SEGBİS yani kişinin duruşmaya kamera aracılığıyla bulunduğu yerden bağlanarak katılması yöntemi neden uygulanıyor?

SEGBİS sisteminin, ceza yargılamasının amacıyla taban tabana zıt bir sistem olduğunu söylemek hiç de abartı olmayacaktır. Ceza yargılamasının amacı maddi gerçeğe ulaşarak adaleti sağlamaktır. Maddi gerçeğe ulaşmak bakımından yargılama aşamasındaki tüm deliller büyük bir özenle ele alınmalı ve birlikte değerlendirilmelidir. Bunun sağlanmasının en önemli saç ayaklarından birisi yargılamanın süjelerinin sanıklara, tanıklara ve gereğinde bilirkişilere doğrudan soru yönelterek maddi gerçeğin aydınlatılmasına katkı sağlamalarıdır.

Yargılanan IŞİD sanıklarından Esin Altıntuğ sadece soruşturma aşamasında değil ama kovuşturma aşamasında, Ankara 4'ncü Ağır Ceza Mahkemesi’nde verdiği ifadesinde, Cuma Dabanıyassı'ya ilişkin çok önemli aktarımlarda bulunmuştur. Esin Altıntuğ vermiş olduğu ifadesinde Cuma Dabanıyassı'nın Türkiye’den Suriye’ye insan götürüp getirdiğini, Ankara Tren Garı Katliamını gerçekleştiren Halil İbrahim Durgun'u aradığı esnada, Cuma Dabanıyassı'ya gittiğini ve sorduğunda Halil İbrahim Durgun'un Suriye’de olduğunu söylediğini, merak etmemesi gerektiğini açık bir şekilde beyan etmiştir. Yine Cuma’nın Suriye’ye insan getirip götürdüğünü Gaziantep’teki herkesin de bildiğini açıklamıştır. Bu kadar önemli bir tanığın Mahkeme huzurunda ifadesinin alınamaması büyük bir eksikliktir. Ayrıca her ne kadar Mahkeme Başkanı bir kısım sanık isimlerini okuyarak sorduğunda tanık Cuma “tanımıyorum” şeklinde beyanda bulunmuşsa da bu sanıklarla teşhis yaptırılamamıştır. Bu husus çok önemlidir. Nitekim IŞİD sanıklarının büyük bir kesimi kod adı kullandıkları gibi, farklı yerlerde farklı isimler kullanmaları da söz konusudur. Her bir sanığın tanık Cuma’ya tek tek gösterilerek tanıyıp tanımadığının sorulması ve ilişkisi olanlarla ilişkisinin temelinin sorgulanması, tanık olarak gösterilen kişinin de IŞİD üyesi olabileceği ihtimalini kuvvetlendirecektir. Bu durumda tanık olarak çağrılan Cuma’nın, şüpheli olarak sıfatının değişmesine yol açabileceği gibi, IŞİD üyeliğinden yargılanabilmesinin de yolunu açabilecektir.

SEGBİS sistemi bazı davalarda bilerek ve isteyerek kullanılıyor. Türkiye’nin en büyük katliam davası görülmekteyken SEGBİS sistemi ile bağlantı sağlamak büyük bir ciddiyetsizlik olarak ele alınabileceği gibi daha evvel de ifade ettiğimiz üzere maddi gerçeğin tam olarak aydınlatılmasının önündeki en büyük engellerden birisi olarak da ifade edilebilir.

ÜÇ IŞİD'LİNİN SIR ÖLÜMÜ

Katliamın kilit isimlerinden Halil İbrahim Durgun'un (14 Kasım 2015'te polisin Gaziantep'te bir hücre evine düzenlediği operasyon sırasında üzerindeki bombaları patlatıp parçalandığı öne sürülen kişi) eşi Esin Altıntuğ tutuksuz sanıkken, sizlerin 2'inci duruşmadaki çapraz sorgusu sayesinde tutuklanmıştı. Esin Altıntuğ'un mahkemeye başını açıp saçını sarıya boyatarak gelmesi de dikkat çekmişti. İfadesinde “eşim kendini patlatmadı, öldürüldü” diyen Esin Altıntuğ son duruşmada, “İsmimden emin olduğum kadar eminim ki fotoğraftaki Halil İbrahim Durgun değil” açıklamasını yaptı. Ancak buna rağmen davanın kilit isimlerinden Halil İbrahim Durgun’un ölümü hâlâ muamma. Buna ilişkin değerlendirmeniz nedir?

Esin Altıntuğ'un ifadeleri oldukça çelişkili. Geçen duruşmada “Benim eşim patlamamıştı, ben teşhise gittiğimde vücut bütünlüğü tamdı, göğsüne kadar örtü olmasına rağmen yüzü ve boynu sağlamdı, kendisini patlatmamıştı” şeklinde özetlenebilecek bir ifade verdikten sonra, Halil İbrahim Durgun’un otopsisine dair fotoğraflar ve otopsi dosyasının tamamı dava dosyasına gönderildi. Fotoğraflar kendisine gösterildiğinde önce “kesinlikle bu değil” dedi ama yüzünün bir kısmını gösteren fotoğrafta “Halil’in beni vardı, bunun da beni var ve benziyor” dedi. Benim şahsi kanaatim Halil İbrahim Durgun'un patlama neticesinde ölmüş olduğu çünkü otopsi görüntüleri bunu gösteriyor.

Bununla birlikte sorgulanması gereken çok önemli bir husus bulunmaktadır. Ankara Tren Garı Katliamı’nı organize eden, yürüten ve süreç içerisindeki en etkili kilit isimlerin tamamı şu an canlı değiller. Halil İbrahim Durgun'un gerçekleştirilen bir operasyonda kendisini patlattığı ifade edildi ama yan odada bulunan karısı Esin Altıntuğ'a, diğer IŞİD sanıklarından Hatice Akaltın'a ve çocuklara hiçbir şey olmadı! 'IŞİD Gaziantep Emiri' olarak ifade edilen ve katliamı organize eden Yunus Durmaz'ın da kendisini patlatarak öldürdüğü ifade edildi fakat yanında bulunan diğer IŞİD sanığı Hacı Ali Durmaz'a ve Yunus’un eşi Nesibe Durmaz'a hiçbir zarar gelmedi! Son olarak ise dava dosyası bakımından kilit öneme sahip olan ve sonradan 'IŞİD Gaziantep Emiri' olduğu iddia edilen Mehmet Kadir Cebael de gerçekleştirilen bir operasyonda ölü olarak ele geçirildi! Gaziantep Valisi “polisimiz karşıdaki inşaattan teröristi etkisiz hale getiriyor. Terörist de o esnada evdeki bombayı patlatıyor” şeklinde beyanda bulunmuşsa da dava dosyasına gelen otopsi raporunda, Mehmet Kadir Cebael'in başına bitişik atış mesafesinden yapılan atışla öldürüldüğü anlaşılıyor.

Çok somut ve net: Sadece 10 Ekim Ankara Tren Garı Katliamının değil ama öncesindeki ve sonrasındaki katliam davalarının da aydınlatılabilmesi bakımından büyük öneme sahip olan 3 kişi gerçekleştirilen operasyonlarda cansız olarak ele geçirilmiştir! Oysa Reina saldırısını gerçekleştiren IŞİD sanığının yakalanmasını müteakip gerçekleştirilen açıklamalarda, bu sanığın canlı olarak yakalanması için talimat verildiği ve talimatın yerine getirildiği açık bir şekilde ifade edilmişken aynı hassasiyetin veya istemin diğer 3 kişi bakımından gerçekleştirilmesi “bir şeyler mi saklanıyor?” sorusunu da akıllara getirmektedir.

'SAVCILIK ETKİN BİR SORUŞTURMA YÜRÜTMEMİŞTİR'

10 Ekim Katliamı davasında her duruşmada yeni bilinmeyenler ortaya çıkıyor. Böylesi önemli bir davanın bu kadar çok bilinmezinin olması hukuken ne ifade ediyor?

Ankara Savcılığı etkin bir soruşturma yürütmemiştir. Etkin bir soruşturma yürütülmediği gibi davanın mağdurları ve müştekiler ile avukatlarının soruşturma aşamasına müdahil olmalarına ve sundukları/sunacakları delillerle soruşturmanın genişletilmesine de mani olmuşlardır. Esasında her duruşmada yeni ortaya çıkan delillerin ve/veya bilinmeyenlerin soruşturma aşamasında Savcılık tarafından toplanması ve değerlendirilmesi gerekirdi. Bu gerçekleştirilmediği için bugünleri yaşıyoruz. Sadece basit bir örnek vermek gerekirse: IŞİD sanıklarının kullanmış oldukları GSM hatlarına ilişkin BTK'dan (Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu) gelen HTS(telefon trafiği) raporları bir CD halinde Ankara Savcılığı’na gönderilmiş olmasına karşın dava açıldıktan sonra gördük ki, CD’nin zarfı dahi açılmamıştı. Bahse konu CD’ler dava dosyası kapağına zımbalanmış bir vaziyette duruyordu. Savcılık bu kayıtları hiç incelemediği, dahası merak dahi edip bakmadığı için biz bugün IŞİD sanıklarının kullanmış oldukları GSM hatlarındaki görüşmeleri değerlendiriyoruz. Bugün bizim dillendirdiğimiz ve talep ettiğimiz “bilinmeyenler”, etkin bir soruşturma sürdürülmediğinin de en büyük kanıtı olarak değerlendirilmelidir.

'BU DAVALARA KATILIM ÇOK ÖNEMLİ'

Bugün Suruç Katliamı davasının duruşması var. Bu dosyanın 10 Ekim katliamıyla ilişkisi nedir? Yine bu ay sonunda 24 Temmuz’da 5 Haziran HDP mitingine yönelik saldırının da davası var. Davalara katılım yargı sürecini nasıl etkiliyor?

Suruç Katliamını gerçekleştiren canlı bomba Şeyh Abdurrahman Alagöz ile Ankara Tren Garı Katliamını gerçekleştiren canlı bombalardan Yunus Emre Alagöz kardeşler. Her iki katliamı gerçekleştiren örgüt de aynı: IŞİD. Eğer ki Suruç Katliamı sonrasında soruşturmayı yürüten Savcılık, Şeyh Abdurrahman Alagöz ailesini ve yakın ilişkilerini teknik takibe almış olsaydı(ki canlı bombaların babası Zeynel Alagöz daha evvel çocukları hakkında kayıp ve ihbarda bulunmuştu) belki de Yunus Emre Alagöz'e ulaşmak mümkün olacaktı ve bir katliam engellenecekti. Ciddi ve etkin bir soruşturma yürütülseydi IŞİD’in belli hücreleri kesinlikle yakalanabilecek ve pek çok katliamın önüne geçilebilecekti.

Gerek Ankara Tren Garı Katliamı gerek Suruç Katliamı gerekse 24 Temmuz’da görülecek olan Diyarbakır HDP Miting saldırısı davalarına katılım çok ama çok önemli. Davalara katılım sadece mağdur ve müştekiler ile avukatlarının katılımını değil aynı zamanda Türkiye’de bir daha bu ve benzeri katliamlar olmasın dileğini taşıyan herkesin katılımını da içermelidir. Gerçekten de davalara katılımın yüksek olması Mahkemelerin de yargılama sürecini daha ciddi ele almalarına yol açıyor. Fakat nitelik bakımından da davalara katılımın azami seviyede tutulması bir ihtiyaç. Buna göre davaya katılan avukatların dava dosyalarına hâkim olmaları, dosyaya gelen tüm evrakı titizlikle ele alarak incelemeleri ve kamuoyuna sunulan ufak görüntüyü değil büyük fotoğrafı görerek maddi gerçeğin tarifini yapmaları büyük öneme sahip.

Her halükarda tarihi bir sorumluluğun taşındığı katliam davalarında, sadece katliamı doğrudan gerçekleştiren IŞİD sanıklarının değil kasten, ihmalen ve/veya zımnen sorumluluğu bulunan kamu görevlilerinin de tespit edilerek yargılanmalarının önünün açılması ancak bu sayede başarılabilecektir. Tarihe bir not düşmek adına, katılan avukatları üzerlerinde bulunan sorumluluğun ziyadesiyle farkındadırlar ve tarih, ne kadar balçıkla sıvanmaya çalışılırsa çalışılsın güneşin gerçeği aydınlatacağı günü yazacaktır.