Kılıçdaroğlu'nun Guardian'a yazdığı makalenin tam metni

CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, Adalet Yürüyüşü'nü İngiliz gazetesi The Guardian'a bir makaleyle anlattı. Kılıçdaroğlu makalede, "Biz vatandaşlar olarak devlet otoritesini, haklarımızın korunması karşılığında kabul ediyoruz... Bunun, Türkiye'nin sınırları dışında da yankı bulacak türden, adalet için yeni bir toplumsal hareketin başlangıcı olmasını umuyoruz.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Adalet Yürüyüşü'nün İstanbul'a ulaştığı sıralarda İngiliz gazetesi The Guardian için bir makale kaleme aldı. CHP lideri, 'Türkiye'nin otoriterliğe kayışını durdurmak için yürüyoruz' başlıklı makalede, 'adaletsizlik, keyfilik ve ayrımcılığın AKP rejimini tanımlayan özellikler haline geldiğini' yazdı.

Makalenin tam metni şöyle:

'ONBİNLERCE KİŞİ DAHA KATILACAK'

Her gün onbinlerce Türkiye vatandaşı adalet talebiyle yürüyor. 15 Haziran'da Ankara'dan başladık ve her gün yaklaşık 20 kilometre yürüyerek İstanbul'a gidiyoruz. Türkiye'de yaşayan herkes için adalet ve hukukun üstünlüğü talep ediyoruz.

Bu, uzun bir yolculuk - 432 kilometre. Yürüyenler dağlarda yoğun yağmur, yaylalarda kavurucu sıcaklara karşı koydu. Sayımız şimdiden 40 bini geçti ve önümüzdeki günlerde onbinlerce kişinin daha bize katılmasını bekliyoruz. Bütün gün kulaklarımda bir slogan çınlıyor: 'Hak, hukuk, adalet'.

Siyasi görüşümüz ne olursa olsun, tek bir dava için birleşmiş durumdayız: Adalet. Barışçıl biçimde yürüyoruz. Önümüzdeki yola serilen kurşunlara veya kamp alanlarımıza bırakılan gübreye tepki göstermiyoruz. Bizi hakaretlerle provoke etmek isteyenlere sadece alkışla yanıt veriyoruz. Barışçıl ama çelik gibi olan irademiz, en değerli varlığımız.

Türkiye geçen temmuzda bir darbe girişimine sahne oldu. Fakat beş gün sonra, AKP hükümeti olağanüstü hal ederek hukukun üstünlüğünü ve parlamenter demokrasiyi askıya aldığında ikinci ve daha sinsice bir darbe meydana geldi. O günden beri Türkiye kararnamelerle yönetiliyor. Hükümet doğru düzgün bir açıklama yapmaksızın yaklaşık 105 bin devlet memurunu görevden aldı. Siyasi suçlamalarla, çok sayıda akademisyeni, gazeteciyi ve hatta milletvekillerini tutukladı. Toplulumuza korku hükmetmeye başladı.

'AKP REJİMİNİN TANIMLAYICI ÖZELLİKLERİ...'

İşleri daha da kötüleştirecek biçimde, hükümet nisan ayında cumhurbaşkanına geniş yetkiler veren bir referandum düzenledi. Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı'nın (AGİT) referandumun adil olmayan ve hukuksuz bir biçimde düzenlendiğini, Avrupa Konseyi standartlarının altında kaldığını açıklamasına rağmen, AKP olağanüstü hali kalıcı hale getirerek bu oylamayı kendisinin tek adam yönetimini güçlendirmek için kullandı.

Adaletsizlik, keyfilik ve ayrımcılık AKP rejiminin tanımlayıcı özellikleri haline geldi. Öncelikle adalet talep etmemizin nedeni de bu. Adalet hakkı, temel bir insan hakkı. Hukukun üstünlüğünün esas ilkelerini kapsıyor: Bağımsız mahkemeler ve bağımsız yargı, adil yargılanma hakkı ve bütün vatandaşların hukuka eşit biçimde erişimi...

'HAPİSHANELERDE YER KALMADI'

Otoriter rejim Türkiye vatandaşlarını bu haktan mahrum bıraktı. Ülkemizin en yüksek mahkemesi, hükümetin kararnameyle çıkardığı yasaları gözden geçirmek konusunda kendi kendisini yetkisiz ve yetersiz ilan etti. Bağımsız ve tarafsız davranmaya çalışan hâkimler hemen görevden alınıyor ve haklarında iddianame hazırlanıyor. Rejimin siyasi muhaliflerini savunan avukatlar tutuklanma riskiyle karşı karşıya. Çarşamba günü, Uluslararası Af Örgütü'nün Türkiye direktörü ve bazı önde gelen insan hakları savunucuları sebep gösterilmeksizin gözaltına alındı. Hapishanelerimizde yer kalmadı: Siyasi muhaliflere ve gazetecilere yer açmak için suçlular erken tahliye oluyor. Kişiler hakkında soruşturma açıldığında veya iddianame hazırlandığında, aileleri de yasal haklarını kaybedebiliyor. Toplu cezalandırma yeniden ortaya çıktı.

'GAZETELER HÜKÜMET MEGAFONU GİBİ'

Türkiye’deki yeni otoriterliğin özellikleri şunlar: Sadece sınırlı bir yasama gücüne sahip olan bir parlamento; gerçekleri çarpıtan ve her tür muhalefete iftira atarak çoğunlukla hükümet destekli megafonlara dönüşmüş gazeteler; işleri başka yerlerde alınmış kararları imzalamaktan ibaret olan mahkemeler ve devlet kaynaklarını kullanarak düzenlenen maliyetli hükümet mitingleri. Bu arada, 'adaletsizliği protesto etme' hakkının Evrensel İnsan Hakları Sözleşmesi'nde tanınmış olmasına rağmen, kitlesel gösteriler neredeyse yasayla yasaklanmış durumda. Bu, sadece kendisini korumayı amaçlayan otoriter bir rejim tarafından yaratılmış ve cumhuriyetimizin tarihininde bir benzeri olmayan türden bir kriz.

'YALNIZ DEĞİLİZ'

Yalnız değiliz. Dünya aşırılıkçıların, dar görüşlü popülistlerin ve diktatörlerin yükselişine sahne oluyor. Baskı derecelerinde önemli farklılıklar söz konusu ancak ortak yanlar da var.Diktatörler birbirlerinden öğreniyor. Demokrasilere karşı birlikte hareket ediyorlar. Ülkelerini mahvediyorlar ve kendi halklarını yurtdışında yaşamaya zorluyorlar. Liberal demokratlar buna nasıl yanıt vermeli? Dar görüşlü popülistlerin ve yeni nesil diktatörlerin iktidarlarına meydan okumak için uluslararası çapta yeni demokratik araçlar geliştirmeli ve bunları paylaşmalıyız.

Bu otoriter meydan okumaya verilecek tek ilkeli yanıt, demokratik değerlere bağlılığımızı yenilemek ve güçlendirmektir. Ve bu, ümit verici sözcükler ve eylemlerle yapılmalı.  Umut bulaşıcıdır. Benimle birlikte yürüyenlerin yorgun ama kararlı yüzlerinde, umutlarının her gün arttığını görüyorum. Dayanışma cesaret doğurur. Kısa süre içinde yüzbinlerce kişi bize katılacak.

'DEVLET OTORİTESİNİ BİR ŞARTLA KABUL ETTİK'

Sayımız arttıkça, kolektif cesaret hissiyatımız da artıyor. Bu yürüyüş, Türkiye'de ifade özgürlüğü ve barışçıl protesto hakkını savunma kararlılığımızı yansıtıyor. Ülkeyi kararnamelerle ve korkuyla yönetmeyi tercih edenlere, toplumsal bir sözleşme yapmış olduğumuzu hatırlatmak için yürüyoruz: Biz vatandaşlar olarak devlet otoritesini, haklarımızın korunması karşılığında kabul ediyoruz.

Bu sözleşmeyi yeniden tesis etmek için yürüyoruz; demokrasiyi, adaleti ve güçlükle kazanılmış haklarımızı yeniden tesis etmek için yürüyoruz. Esasında sert bir otoriter rejimin üzerindeki yanıltıcı 'demokrasi' örtüsünü kaldırmak için yürüyoruz. Yürüyüşümüz İstanbul'da, bu rejimin çok sayıda kurbanını ağırlayan hapishanenin kapılarında sona erecek. Fakat bunun, Türkiye'nin sınırları dışında da yankı bulacak türden, adalet için yeni bir toplumsal hareketin başlangıcı olmasını umuyoruz."