Sırrı Süreyya Önder: Ne zaman söylentisi çıksa ardından diyalog geldi

HDP Ankara Milletvekili Sırrı Süreyya Önder, 'yeni çözüm süreci' iddialarıyla ilgili açıklamalarda bulundu. Önder, siyasette son dönemi olduğunu hatırlattı.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - HDP Ankara Milletvekili Sırrı Süreyya Önder, bir süredir tekrar tartışılmaya başlanan Kürt sorununda çözüm konusunda herhangi bir adım olmadığını belirtti. Önder, "Ama şöyle de bir gerçeklik var: Ne zaman böyle söylenti ortaya çıkmışsa, o söylentinin çıkmış olması tam da o "sürdürülemezlik"ten kaynaklandığı için, bunu bir müzakere ve diyalog süreci takip etmiş" şeklinde konuştu.

BirGün gazetesinden Meltem Yılmaz’ın sorularını yanıtlayan ve aktif siyasette son dönemi olduğunu, üç sinema projesi hazırladığını belirten Önder'in açıklamalarından bir bölüm şöyle:

Ama bitmiş değil, açılım sürecine ilişkin yeni sinyaller veriliyor. Abdülkadir Selvi’nin yazısı ile başlayan mesajlar söz konusu. Siz böyle bir ihtimal görüyor musunuz?

Bize yönelmiş herhangi bir adım yok. Peki bu laflar nereden çıkıyor? İşte bu çok önemli. Mevcut durum, devlet ve hükümet açısından sürdürülebilir değil. Kürtler açısından da kabul edilebilir değil. Hal böyle olunca bir toplumsal itiraz gelmemesi için sürekli bu laflar ortaya atılıyor. Bu işin bir boyutu. Ama şöyle de bir gerçeklik var: Ne zaman böyle söylenti ortaya çıkmışsa, o söylentinin çıkmış olması tam da o "sürdürülemezlik"ten kaynaklandığı için, bunu bir müzakere ve diyalog süreci takip etmiş. Dolayısıyla biz HDP olarak sürekli tutumumuzu, tavrımızı tartışmaya mahal bırakmayacak şekilde barış ve müzakereden yana kullandık. Bütün inisiyatiflerimizi de burada geliştirdik bugün de aynı noktadayız.

Bu defa çerçeveniz nedir, açılım sürecinin olmazsa olmazları sizin açınızdan nedir? Ayrıca kırmızı çizgilerinizi nasıl tarif edersiniz?

Belediye eşbaşkanlarımız, eş genel başkanlarımız başta, hiçbir siyasetçimiz, bir gün bile içerde tutulamaz. Biri bize süreç diye geldiğinde, önüne indirilecek ilk olgu budur. Sonrasında, benim çözüm sürecinde ısrarla talepçisi olduğum ve ısrarla görmezden gelinen bir olgu vardı: Süreç, kırılgan bir dengede yürüyordu çünkü Kürt meselesi sadece ulusal bir mesele değil, aynı zamanda bölgesel de bir mesele. Böyle olunca da bir dünya meselesi hüviyetine bürünüyor ve karışanı, dalaşanı, bozmaya ve yönlendirmeye çalışanı; dünyadaki hegemonik emperyalist devlet sayısınca çok oluyor ve süreç böyle bir tehdidin altında gidiyor. Dolayısıyla ben hükümet temsilcilerine şunu önermiştim: Bir kriz yönetmeliği oluşturalım. Bir yerden bir çatışma, saldırı ya da provokasyon olduğunda bizler günlük siyasetin içerisinden birbirimize konum alacağımıza, böyle bir durumla karşılaştığımızda ne yapabiliriz diye bir yönetmelik oluşturalım ve buna sadık kalalım, kan gövdeyi götürse dahi bunu yapalım. Bu yapılmadı. Ayrıca, geçen açılımdan, üçüncü bir göz olması gerektiği dersini de aldık, bir izleme heyeti mutlaka olmalı. Hükümet kendisine yakın isimler önermesine rağmen başta Öcalan olmak üzere itiraz etmedik, yeter ki bir şahidi olsun ve hep tutanağı tutulsun. Hükümetin bunu bir toplumsal ihtiyaç olarak kavraması, kabullenmesi ve çözüme inanması şart. Buna inanmadığı zaman, ki geçmişte bunu içselleştiremediğini gördük, o zaman şöyle bir yaklaşım içerisinde oluyorlar: Onlar silahı bırakır, biz de üç beş adım atarız, bu iş hallolur gider... Ama öyle değil işte. Mesele o olsa bu kadar uzun bir tarihsel sürece ve bu kadar direngen bir halk tablosuna yol açmazdı. Bunun tarihsel, sosyal, sosyokültürel, ekonomik, cinsiyet boyutu gibi onlarca boyutu var ve bunlarla ele alınmak zorunda.

Sözünü ettiğiniz yaklaşım AKP’nin her alandaki politikası değil mi zaten? Uyuşturucu sorununun çözümünü, gençlerin üstüne dini boca etmekte arayan, işsizliğin çözümünü “herkes bir işçi alsa memlekette işsizlik diye bir şey kalmaz” bakışında ele alan bir anlayış değil mi bu?

Zaten o yüzden şaşaladıkları ve bocaladıkları en temel alan bu alan oldu, çünkü Kürt halkı yediden yetmişe son derece politikleşmiş ve hiçbir hiyerarşik nizam içermeyen bir örgütlülük içerisinde. Bu Rojava örneğinde de gözüküyor. Türkiye’nin hiçbir şekilde nizam kurabilme kabiliyet ve becerisinden bahsedebilmek mümkün değil. Ama Kürtler’in Rojava pratiğine baktığımızda bölgedeki tek nizam kurabilme yeteneği ve iradesi Kürtler’de var.

Peki, OHAL’in devam ettiği, medya üzerindeki baskının bu boyutlara tırmandığı, eşbaşkanların ve yöneticilerin cezaevinde olduğu bir ortamda açılım süreci inandırıcı olur mu?

Kürt meselesinde barışı ve çözümü hedeflemek Türkiye’de demokratikleşmeyi hedeflemekten geçer. Yani sürecin barışla taçlanabilmesi için demokratikleşme olmazsa olmazdır. Siz demokratik alanın bu kadar daraldığı bir yerde Kürtler’e bağımsızlık bile verseniz bu mesele çözülemez. O nedenle demokrasi başattır. Dolmabahçe mutabakatı bir demokratikleşme manifestosuydu, bir Kürt manifestosu değildi. Eşbaşkanlar ve siyasetçilerimizin içeride olması bizim kadar, bu ülkede “ortak gelecek, ortak vatan” düşleyen herkesin sorunu olmak durumundadır.

 RÖPORTAJIN TAMAMI