'Türkiye'de üç grup oluştu, ortak acı yaşayamıyor'

Bilgi Üniversitesi Psikoloji Bölümü öğretim üyesi Murat Paker: Türkiye giderek üç parçaya çatlıyormuş gibi bir görünüm arz ediyor. Birincisi Kürtler, ikincisi daha muhafazakârlar, dindarlar, bir de laik, seküler diyebileceğimiz bir kesim... Geçişkenlik alanları bulunsa da kabaca bu üç grup artık ortak acı yaşayamaz hale geldi.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - İstanbul Bilgi Üniversitesi Psikoloji Bölümü öğretim üyesi Murat Paker, darbe girişiminden sonra ilan edilen OHAL ile geçen 8 ay ve insanların KHK ile işten çıkarılmasına ilişkin olarak "Toplumun böyle büyük bir kesiminin psikososyal hayatı bu kadar zorlandığında, etkileri o kesimle sınırlı kalmaz, genel toplumsal dokuya da yayılır. Ya da bahsettiğim bu depresif - agresif tepkisellik üzerinden yeni toplumsal sürtüşme potansiyelini artırmış olursunuz. Bunu baskıyla bir noktaya kadar idare edebilirsiniz, bir yerden patlar ve bütün toplumun ödeyeceği bedelleri olur" dedi. Paker, Kürtler, muhafazakârlar ve bir de laik/seküler kesim ayrışmasının ülkeyi giderek 'ortak acı yaşayamaz' hale getirdiğini söyledi.

Murat Paker'in Cumhuriyet gazetesinden Pınar Öğünç'e verdiği söyleşinin ilgili bölümü şöyle:

Başından beri psikososyal açıdan çok ağır tahribatlardan bahsediyoruz fakat bunun mağduru olan toplumun sadece bir kesimi. Diğer yanda da aynı süreci belki hayatlarının en güzel günleri gibi hissederek, bir tür zafer duygusuyla yaşayan başka bir kesim var. İki uçtaki bu hal Türkiye'ye dair ne söylüyor? Bu makasın kapanma imkânı var mı?

Açıkçası bunun cevabını bilmiyorum. Ama Türkiye giderek üç parçaya çatlıyormuş gibi bir görünüm arz ediyor. Birincisi Kürtler, ikincisi daha muhafazakârlar, dindarlar, bir de laik, seküler diyebileceğimiz bir kesim... Geçişkenlik alanları bulunsa da kabaca bu üç grup artık ortak acı yaşayamaz hale geldi. Bir arada yaşadığınız grupta birinin acısını hiç umursamıyorsanız, hatta onların acılarına dair yas tutmalarına dahi tahammül edemiyorsanız, geleceğe dair ortak hayal kurmakta aşınmalar varsa burada ciddi ve derin bir toplumsal kriz olduğundan bahsedilmeli. Türkiye böyle bir dönemden geçiyor. Bu kadar karışık bir toplumun buradan çıkabilmesi için asgari demokratik standartlarda ortak bir zemin kurulabilmesi gerekir. Birlikte çıkılacaksa başka yolu yok. Yok eğer “Biz zaten birlikte çıkmak istemiyoruz, birbirimizin gözünü oymak istiyoruz” gibi bir durum varsa, zaten geçmiş olsun. Bahsettiğiniz duygu yarılması bir krizdir; toplumun sosyopsikolojik sağlığı, bütünlüğü, geleceği gibi kaygıları olanlar için ciddi meselelerdir. Kendilerini bu dönemde görece iyi hissedenler tarafından da ciddiye alınması ve kaygılanılması gereken çapta yarılmalardır. “Biz iyiyiz, işimize bakalım” denilebilecek bir durum yok Türkiye'de.

Referandum öncesi “Evet” çıkmazsa iç savaş yaşanacağına dair bir şantaj topluma hissettiriliyor. Bir seçim malzemesi olarak kolayca zikrediliyor ama sadece bu iç savaş tehdidinin bile toplumun ruh sağlığına tesiri nedir?

Dar anlamda bir korku politikasının yürütüldüğü açık. Belki de buna daha geniş perspektifli bir kaygı politikasıyla cevap vermek lazım. “Evet çıkmazsa iç savaş çıkar” diyenlere, “evet” de çıksa “hayır” da çıksa, iç savaş çıkmasını, bu ülkenin tarûmar olmasını istemiyorsanız bütün farklılıkları demokratik bir zeminde ortaklaştırabileceğimiz bir şey kurma gerekliliğiyle karşılık vermeli. İki taraf için de kimsenin diğerinin kafasına vura vura bir şey kabul ettiremeyeceği, saygı çerçevesinde bir sistem kurabilmemiz lazım. Bu olmadığı sürece “evet” çıkmazsa da iç savaş çıkabilir, “hayır” çıkmazsa da iç savaş çıkabilir. Mesele “evet”in, “hayır”ın ötesinde. Bu dayatmanın dayandığı zemini değiştirmeyi kafamıza koyuyor muyuz, koymuyor muyuz? Bunu yapamadığımız müddetçe iç savaş olmaz, başka bir melanet olur, ki o melanetin içinde yaşıyoruz zaten. Bayağı bir zamandır siyaset bilimi literatüründe karşılığı olan bir tür iç savaş yaşanıyor zaten. Ne yapacağımız referanduma sıkıştırılabilecek mesele değil ve ne yazık ki sapılabilecek kavşaklar kaçırılıyor. Daha da kaçırılırsa geri dönüşsüz noktalara gidecek.

RÖPORTAJIN TAMAMI