'Cumhuriyet tarihi boyunca verilmiş on binlerce kaybın travmasını yaşıyoruz'

"Her yeni kayıpta, geçmişte verilmiş on binlerce kaybın travması da canlanıyor kayıp yakınlarında. Büyük emeklerle verilmiş mücadeleler sonucu edinilen kazanımları kaybediyoruz. Geçmişimizdeki acılarla yüzleşebildiğimiz günlerin geldiğini düşünürken, sadece bir kaç yıl gibi kısa bir süre içinde, yeni kocaman acılar eklendi." Psikolog Pınar Önen ruh hâlimizi anlatıyor...

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - Türkiye'deki ekonomik sıkıntılar, çatışmalı süreç ve toplumdaki kutuplaşma, tek tek bireylerin psikolojisini de olumsuz yönde etkiliyor. Toplumsal Dayanışma İçin Psikologlar Derneği'nden (TODAP) Pınar Önen, "Çocuklarımızı barışçıl değerlerle değil, intikam, idam gibi militer değerlerle büyütüyoruz" diyerek, Suruç saldırısından sonra Türkiye'de kutuplaşma, ayrımcılık, nefret ve şiddetin daha da tırmandığını söylüyor.

'BİRİKMİŞ BÜYÜK BİR DUYGUSAL ENERJİ VAR'

Türkiye'de özellikle son iki yılda yaşanan canlı bomba eylemleri sırasında birçok insan hayatını kaybetti. Yaşanan onca acının ardından insanların psikolojilerinin bu durumdan nasıl etkilendiğini düşüyorsunuz?

Öncellikle, son iki yıldan öncesi var. Bu topraklarda, hiçbir zaman gerçekten barış ve huzur hakim olmadı. Sıcak çatışmaların azaldığı, durduğu dönemler oldu, ancak kutuplaşma, önyargılar, ayrımcılık, nefret söylemi, şiddet, militarizm her zaman oldu. Asker kayıpları hep oldu, sivillere yönelik şiddet eylemleri hep oldu. Bunu hatırlamak şu yüzden önemli, Cumhuriyet tarihi boyunca birikmiş çok büyük bir duygusal enerji var. Öfkeler, acılar, korkular... Farklı gelişmelerle yükselen, azalan umutlar. Sırtımızda o tarihi yükle de bugünlere bakıyoruz. Her yeni kayıpta, geçmişte verilmiş on binlerce kaybın travması da canlanıyor kayıp yakınlarında. Büyük emeklerle verilmiş mücadeleler sonucu edinilen kazanımları kaybediyoruz. Geçmişimizdeki acılarla yüzleşebildiğimiz günlerin geldiğini düşünürken, sadece bir kaç yıl gibi kısa bir süre içinde, yeni kocaman acılar eklendi ve kayıplarımız yeniden "şehitler" kavramı altında görünmez kılınıyor. Fiziksel güvenlik duygumuz yerle bir oldu.

'ÇOCUKLARIMIZI MİLİTER DEĞERLERLE BÜYÜTÜYORUZ'

Peki bütün bunları bireyler üzerinde düşünürsek bu olgular ne ifade ediyor?

Sosyal medyada bir paylaşım dolaşıyordu, "Tenhadan kaçıyorum saldırıya uğrayabilirim, kalabalıklardan kaçıyorum bombalanabilirim." Bu cümle çok güzel ifade ediyor bence, evlerden başka bir yerde kendimizi güvende hissetmiyoruz, batılılar olarak elbette... Doğuda evleri bile kaybedeli çok oldu. Savaşın, şiddetin artması her zaman militarizmle ve erkekliğin de artmasıyla paraleldir. Çocuklarımızı artık, barışçıl değerlerle değil, "intikam, idam" gibi militer değerlerle büyütüyoruz. Sürekli kayıp üstüne kayıp yaşıyoruz. Bir yası tutamadan, yeni bir yas geliyor. Gelecekle ilgili çok kaygılıyız, geleceğimiz var mı onu bile bilemiyoruz. Her bomba, konuşabilme, barışçıl yöntemlerle sorunları çözebilme umutlarımıza saldırıdır ve her bomba bizim umutlarımızı, iyimserliğimizi, kontrol duygumuzu felç ediyor. Değersizlik duygusu çok sık bahsedilen duygulardan biri. Bırakın eğitim gibi temel haklarımızdan, yaşama hakkımız yokken kendimizi nasıl değerli ve özel hissedebiliriz.

'BİREYSELLEŞME ARTIYOR, DAYANIŞMA ZORLAŞIYOR'

Ya insanların aidiyet duygusu?

İnsanların yaşam değeri yok, hepimiz kolaylıkla feda edilebilecek birer "şehit" adayıyız, hatta "şehit" olmayan, olmak istemeyenler korkak ve onursuz olarak değerlendiriliyor. Ve derin bir anlamsızlık duygusu yayılıyor, yaşam anlamına gelen çalışmak, üretmek, okumak, yazmak gibi faaliyetler anlamsızlaşıyor böyle zamanlarda. Bireyselleşme de artıyor bununla paralel, can derdine düşmüş birinin ötekini gözetmesi, dayanışması hiç kolay değil. Şunu da eklemek gerekiyor, şiddetten, sadece şiddete maruz kalıp bundan etkilendiğini ifade edenler değil, şiddet failleri ve şiddete karşı kayıtsız duran kişiler de olumsuz etkilenir. Zalimlik veya kayıtsızlık/inkar patolojik durumlardır ve etkileri, kişinin iç dünyasında, yakın ilişkilerinde, mutlaka farklı görüngülerde de olsa ortaya çıkar.

'KARDEŞLİK DEĞİL KOMŞULUK' 

Ruhsal durumun bölgelere göre ciddi bir farklılık gösterdiğini düşünüyor musunuz? Şunu da sormak istiyorum insanların şu an neye ihtiyacı var?

Gözlemlediğimiz kadarıyla derin bir kopuş ve uzaklaşma söz konusu. Sadece batıdan uzaklaşma olarak da görülmesin. Savaş, tüm topluluklarda yarılmalara yol açar. Kürt halkı içerisinde de, sınıfsal çatışmaların daha çok konuşulduğu bir dönemdeyiz. Bu çatışmaların ortaya çıkması bir yandan bir fırsat, eğer bu çatışmalar üzerine konuşabilme, düşünebilme imkanları yaratabilirsek elbette. Bu tip yüzleşmelerle daha gerçek bir birlikteliğe ulaşabiliriz. Kardeşlik demiyorum, kardeşliğin, kan bağı gibi bazı boyutları sebebiyle idealize ettiğimiz ama içinde çok yoğun çatışma ve şiddet barındırabilen bir birliktelik olabileceğini unutmayalım. Kardeşlik gibi gerçek dışı ideallere değil, sadece sınırları çerçevesi belirli, kendi içinde bir hak hukuku barındıran komşuluk biçimlerine ihtiyacımız var.

'TOPLUMUN BİREYE KATKISI AZALDI'

Bir de bu sürecin kaçınılmaz tarafı ekonomideki çalkantılar oluyor. Bunun insanlar üzerindeki ruhsal etkileri nedir?

Yoksulluk ve yoksunluğun fiziksel ve ruhsal sağlık üzerindeki olumsuz etkileri olduğu pek çok araştırmada gösterilmiştir. Her tür krizde olduğu gibi savaşta her zaman alt orta sınıftan insanları vurur. Beşiktaş'ta kaybettiğimiz polisler, alt orta sınıfın çocukları idi. İçlerinden birinin atanamamış bir öğretmen olduğunu okudum, bir kaç yıl önce polis olmuş. Ekonomik kriz de öncelikle alt orta sınıfları vuruyor, krizlerde ilk gözden çıkarılan emekçiler olur. Bu şu demek, zaten yoksulluk ve yoksunluk yaşayan alt /orta sınıf daha da yoksullaşıyor. Tüm bu krizlerle, dezavantajlı gruplar dediğimiz grupların, dezavantajları derinleşiyor. Yani, yaşadıkları ruhsal güçlükler de artıyor. Tedavi, destek olanaklarına erişimleri de zaten sınırlı dezavantajlı oldukları için.

Toplumun bireye katkısının da, bireyin topluma katkısının da azaldığını artık rahatlıkla söylemek mümkün. Şiddet gibi, intikam (idam örneği) gibi çok ilkel baş etme mekanizmalarına gerilemiş bir toplum, bireye ne katabilir. Çok sesliliğin kesildiği, korkuyla ve baskıyla sindirilmiş bir toplum, nasıl bağımsız, öz güvenli, kendini ifade edebilen, kendini değerli hisseden, yaşamında özne olmayı öğrenen çocuklar yetiştirebilir. Veya, hayatta kalma derdine düşmüş, korkan, sokaktan, kamusal alandan kaçan bir birey, yakın çevresine topluma nasıl katkıda bulunabilir. Evine kapanmış, acı veren gerçeklerden kaçmak adına televizyonlardaki yarışma programlarına, evlilik programlarına sığınmış kişiler, kendilerini nasıl geliştirebilir, toplumdaki gelişime nasıl katkıda bulunabilir?