General de 'gâvura gâvur diyelim' görüşünde…

Gözleri dünyevî iktidar dışında bir şey -bu arada dünyada olup biteni de- görmeyen İslâmcılarımız, öyle anlaşılıyor ki, Washington’da pek münasip muhataplar bulmak üzereler.

Google Haberlere Abone ol

Donald Trump’ın Ulusal Güvenlik Danışmanı yaptığı emekli general, “İslâm’ın modernite ile bağdaşmadığını” iddia ediyor. Müslümanlara zorla dinde reform yaptırılabileceğini söylüyor.

Donald Trump’ın ABD başkanı seçilmesiyle dünyanın sarsılacağı, dikişlerinin pek çok yerinden atacağı belli. Hattâ Trump ve “ekibi” henüz işbaşı yapmadan düğmeler kopuyor, sökükler başgösteriyor. Önümüzdeki yıllarda Washington’a hükmedecek şahsiyetlerin isimleri belli oldukça ardarda yer sarsılıyor. Müteahhitten bozma popülist siyasetçi öyle bir ekip kuruyor ki, kendisi sonunda aralarındaki en mâkûl adam kalabilir.

Bugünkü korku hikâyemizin kahramanı, dünyanın başına görülmedik belalar açmaya aday bu müstakbel ekipten bir sima. Trump’ın, Amerikan yönetimindeki en kritik görevlerden birine getirmek üzere olduğu, Ulusal Güvenlik Danışmanı yapmaya niyetlendiği, emekli general Michael Flynn.

Flynn, ABD dışındaki ülkeler ve dünya hakkındaki tesbit ve öngörüleriyle Trump yönetimine yol gösterecek, rota çizecek. Kendisinin dünya görüşünü bilmemizde yarar var.

Baştan belirtmeliyim ki, Trump’ın gelişine sevinen Türk İslâmcısı, Flynn’ın dünyayı yönetenler arasına katılmasından haklı bir gurur ve sevinç duyacaktır. Zira onun sayesinde bizim İslâmcı, bir nevi “fikri iktidarda…” payesi elde edecektir.

Çünkü Flynn İslâm’ın modernite ile uzlaşmaz olduğunu düşünüyor! Hoş değil mi? Hoş hoş.

Gerisi pek o kadar hoş değil, ama biz hangi dünya görüşü içerisinde tutarlılık aradık ki? Değil mi?

Şahsın derin ve bereketli dünya kavrayışıyla ilgili ayrıntılara geçmeden, bunca gürültü arasında kaynayıp gidebilecek bir haberi aktarayım: İslâmofobi ile mücadele eden, savaş karşıtı, kimi dinî şemsiyeli sayılabilecek tam elli üç sivil toplum kuruluşu, yeni seçilen başkana mektup yazarak, Flynn’ı Ulusal Güvenlik Danışmanı yapmaktan vazgeçmesini istedi. “Olmuyor, uymuyor,” dediler. Trump henüz cevap vermedi.

İSTİHBARAT ALEMİNDEN BİR SİMA

Michael Flynn, emekli bir istihbarat subayı. Amerikalıların çok sayıdaki istihbarat kuruluşlarından DIA’in (Savunma İstihbarat Ajansı) direktörü olarak görev yaptı. Aynı alandaki bir başka kuruluşta, Uluslararası Güvenlik Desteği Kuvveti’nde (ISAF), Birleşik Devletler Merkez Komutanlığı’nda (CENTCOM), ABD genelkurmayında ve Özel Operasyonlar Birleşik Komutanlığı’nda (JSOC) üst düzey istihbarat subaylarından biriydi. Yani hayatı örtülü operasyonlar, sınır ötesi görevler vs. ile geçmiş biri.

Lâkin adının gündeme gelmesine yol açan çeşitli hadiseler, tecrübesinden çok önyargılarıyla hareket etmeye meyilli olduğu şüphesini yaratıyor. 2012’de Libya’da (Bingazi) Amerikan büyükelçiliğinin uğradığı saldırıdan sonra yemeyip içmeyip bu eylemde bir “İran bağlantısı” bulmaya çalışması, vaktiyle başkan George W. Bush ve adamlarının sabah akşam ortaya sürdüğü, Saddam-El Kaide bağlantısına dair -ispatlanamayan- iddiaları akla getirmişti. Savunma İstihbarat Ajansı’nın elemanları herhangi bir emare bulamadığı halde Flynn bu işin arkasında Tahran’ın olduğu iddiasını ısrarla tekrarlamıştı.

İstihbaratçı subay… neocon general… takıntı… sorumsuzluk… bildik bir öykü. Özgün unsur, generalimizin siyasete aşırı düşkün oluşunda, görevdeyken her fırsatta Obama yönetimi aleyhinde atıp tutuşunda.

Emekli general, ülkesinin zengin ve yaygın bir düşman cephesinin tehdidi altında bulunduğuna inanıyor. Öncelikli düşman, “radikal İslâm”. Fakat bu tek başına olsa mesele daha kolay halledilebilecekken, Rusya, Küba ve Kuzey Kore’den oluşan bir cephe onu destekliyor. ABD’nin düşmanları bunlarla da sınırlı değil. Çin, Suriye, Bolivya, Venezuela ve Nikaragua da düşman saflardaki belirgin oyuncular. Elbette İran’ı ihmal etmemek lazım; Flynn, Tahran’ı nükleer silah yapmaktan vazgeçirmenin sağlam yolunun oradaki rejimi değiştirmek olduğunu savunuyor.

Buraya kadarı, generalin herhangi bir cahil neocon’dan daha fazla saçmaladığına ve çok daha tehlikeli olabileceğine dair işaret sayılmayabilir. Sonrasıysa böyle değil.

DERDİ SADECE “RADİKAL” İSLÂM’LA OLSA…

Lobelog.com’da Eli Clifton, emekli generalin sadece “radikal İslâm”la değil, bütün olarak İslâm dini ve Müslümanlarla derin meselesi olduğuna dair aydınlatıcı bir yazı yazdı. (Yazıdan Soli Özel’in sayesinde haberdar oldum, teşekkürlerimi buradan da ileteyim.)

Clifton burada Flynn’ın çeşitli beyanlarını hatırlattı, verdiği bir söyleşiden alıntılar aktardı. Emekli general, “Müslümanlardan korkmak mâkûldür,” demiş, İslâm’ı “kötü huylu kanser”e benzetmişti. Kimi gazeteci ve yazarlar, Flynn’ın “radikal İslâm” ile mücadeleden sözederken yalnız şu ya da bu şekilde İslâmcı ideolojiyle harekete geçen, en aşırı, militan terörist grupları kasdetmediğine dikkat çekmişlerdi. Flynn, “radikal İslâm”ın Müslümanlık diniyle “aynı şey olmadığını” ancak ona “çok da uzakta durmadığını” ifade etmekteydi. Göreceğiz ki, bunlar generalin hakiki fikriyatını temsil etmeyen, fazla yumuşak sözler.

Lobelog yazarı Clifton, generalle yapılmış bir söyleşiden cümleler de aktardı. Bunlara göre Flynn, İslâm’la hesaplaşmasını bir medeniyet meselesi düzlemine oturtmuş, oradan konuşuyordu. “2015’te,” diyordu meselâ, “bir tek yıl içinde, İspanya’da İspanyolca’ya tercüme edilerek basılan kitaplar, son bin yıl içinde Arap dünyasında çevrilip basılanlardan fazla. Bin yıl önce Arap dünyası -bilim, sanat, barış- bütün Nobel ödüllerini toplayabilirdi, bin yıl önce hepsini alabilirdi, değişen şey, Muhammed’in sahneye çıkması ve, dürüst olalım, bugün pek işe yaramayacak kadim bir metinle ve bu metni esas alıp ona göre yaşayan bir toplumla karşı karşıyayız ve bu toplum modernite ile, modern olmakla başa çıkamıyor.”

'REFORM YAPMAZLARSA ZORLA YAPTIRIRIZ'!?

Görüldüğü üzre, general sadece istihbarat ve askerî tedbirler peşinde değil. Meseleyi derinden kavrama iddiasında. Nitekim, Clifton’ın hatırlattığı üzre, sık sık İslâm’da bir “reformasyon” gerekliliğine dair demeçler veriyor. Mısır askerî darbesinin lideri Abdülfettah el-Sisi’ye övgüsü de, bu bağlamda, Müslüman Kardeşler’i bastırdığı için. Neocon Michael Ledeen ile birlikte kaleme aldıkları Savaş Sahası adlı kitapta şöyle diyorlar: “Dünyanın bir İslâmî reformasyona fena halde ihtiyacı var; ve bu işe şiddet karışırsa şaşırmamalıyız” (vurgu benim -ük). Yani: Müslümanlar dinlerinde reform yapmazlarsa biz zorla yaptırabiliriz!

Ve: “Onları ne iseler o şekilde anmaktan ötürü azıcık da olsa suçluluk duymaya son vermeli ve başarısızlığa uğramış bir medeniyet adına hareket eden fanatik caniler olduklarını ifade etmeliyiz” (vurgu benim -ük).

Flynn’a göre, Müslümanların dünyaya hakim kılmaya çalıştığı Şeriat, “vicdan özgürlüğünü, seçme özgürlüğünü, bütün temel özgürlükleri” ortadan kaldırmayı amaçlıyor. General, Müslüman din âlimlerinin mesajlarını karmaşık yollardan ifade ederek gizlediklerini, Şeriat’ın “barbarca bir inancın içine gömülü” olduğunu ileri sürüyor, “Pol Pot, Stalin veya Mussolini şeffaftılar,” diyor: “Radikal İslâm bir aşiret kültüdür ve yok edilmelidir.” (Generale Türkiye’den başka destekçiler de çıkar sanki…)

Böylece geliyoruz yine Medeniyetler Çatışması zırvasına.

Takım elbiseleri, marka gözlükleri, akıllı telefonlarıyla caka satıp, “Efendim, Batı medeniyetiyle biz birarada olamayız” raconları kesen İslâmcı yalı-plaza thinktank’leri, cühelâ köşeyazarları, televizyon tarihçileri, belediye şairleri, şunlar bunlar, biat ettikleri iktidarı basın özgürlüğü, serbest seçim, kuvvetler ayrılığı gibi konularda sıkıştırabilecek, görece demokrat Batılılardansa Trump gibilere sempati duyuyorlar. Trump’ın -eğer kendisi yüzünden parçalanmazsa- dünyanın en güçlü devletinin başına getirmekte olduğu kadro, İslâmcıların “birarada olamayız” ortamına duyduğu hasreti bayağı giderecek gibi görünüyor.

Üstelik Flynn gibileriyle bizimkilerin iyi bildikleri ve pek hoşlandıkları oyunları oynama, hüner tokuşturma şansları da olacak. Twitter’da 106 bin takipçisi bulunan emekli generalin, sırf 2016’nın ikinci yarısında onaltı (16) uyduruk haberi yaydığı ileri sürülüyor. Clinton’ın çocuk seks trafiğine bulaştığı, Katolik Kilisesi’ne karşı örtülü savaş yürüttüğü, Obama’nın Müslüman teröristlerin parasını aklayan bir cihatçı olduğu yollu bin çeşit saçmalık var bunların arasında. Havuz medyası, belki bu nedenle generale meslekî yakınlık duyabilir.

ABD’nin “2. Dünya Savaşı’ndaki gibi, Soğuk Savaş’taki gibi” dünyanın her yerine çarpışmaya asker göndermesini istemesi, “kuşaktan kuşağa devam edecek” bir savaşa girmesini savunması da gerektiğinde görmezden gelinir, savaş hali icap ederse manşete çıkarılır, falan. Bir gün “Avrupa”ya bir güzel sıvayıp “Şangay’a gidiyoruz!” resti çeken, ertesi gün “Biz Avrupa ülkesiyiz, bizi oradan kimse atamaz!” diye gürleyen yöneticilerimizden tutarlılık istemediğimize göre, elin generalinden de bunu bekleyemeyiz.

Gözleri dünyevî iktidar dışında bir şey -bu arada dünyada olup biteni de- görmeyen İslâmcılarımız, öyle anlaşılıyor ki, Washington’da pek münasip muhataplar bulmak üzereler.

Bir yandan DAİŞ Türk Silahlı Kuvvetleri’nin tanklarını havaya uçururken, El-Kaide ile omuz omuza, neocon generallere karşı medeniyetler savaşına girerler artık. Belki yakında, “ABD PYD’den tehlikeli” manşetleri görürüz, ne bileyim…

Bizi yönetenlerin anlayacağı dile çevirmek gerekirse: General Flynn da “gâvura gâvur diyelim” görüşünde.