Gülten Dayıoğlu'ndan yeni roman: Tendürek'ten dünyaya atılan çığlık

Gülten Dayıoğlu'nun gençlik romanı 'Yanardağın Yankısı', Yapı Kredi Yayınları tarafından yayımlandı. Dayıoğlu bu romanında okuru dünya üzerine yeniden düşünmeye çağırıyor.

Google Haberlere Abone ol

1935 yılında doğan Gülten Dayıoğlu, kuşkusuz ki çocuk ve gençlik edebiyatımızın önde gelen temsilcilerindendir. Öyle ki, döneminde yürüttüğü tartışmalarla “çocuk edebiyatı” kavramının oluşumuna büyük katkı sunmuştur. Bugüne değin yüze yakın kitaba imza atması, bunlardan bazılarının ondan fazla dile çevrilmesi değildir sadece onu kıymetli bir yere koyan şey, Dayıoğlu 1960’lardan beri Türkiye’nin dört bir yanındaki çocuklara arkadaş olmuş, yazdığı kitaplarla onları her fırsatta desteklemiş, cesaretlendirmiştir.

Dayıoğlu’nun yazarlık serüveni de en az kitapları kadar ilgi çekicidir aslında:

Ondaki yazarlık ışığını ilk gören ilkokul öğretmeydi ve ona yazar olması gerektiğini, buna yetenekli olduğunu ta o günlerde söylemişti. Ancak ne Dayıoğlu ne de onun yakınları yazarlığın ne demek olduğunu biliyordu. Hatta annesi bunu arzuhalciliğe yorup kızının heveslendiği mesleğe hayıflandı. Akabinde öğretmenlerinin desteğiyle okumaya, araştırmaya başlayan Dayıoğlu kendini giderek geliştirdi.

Evlenip öğretmenliğe başlamasının ardından, köyde doğum yapan bir kadına şahit olup bunu öyküleştirdi ve Döl ismini verdiği bu öyküyle Yunus Nadi Öykü Ödülü’nde ikinciliğe layık görüldü. Kendi deyişiyle onu çocuk edebiyatına yaklaştıran esas şeyse çocuklardı, evvela da kendi çocuğu. Çocuğuyla vakit geçirirken ona sürekli masallar, öyküler anlatıp dururdu. Belli bir noktadan sonra o da X masalını, Y öyküsünü anlatmasını, onları daha çok sevdiği söylemeye başladı. Böylece “ön elemeden” geçip bunlardan bir seçki yapan Dayıoğlu, akabinde ana jürinin, yani sınıftaki çocukların karşısına çıktı. Sınıftakilerin beğenisinden geçenlerse uzun vadede kitaplaşarak ülkenin bütün çocuklarının, hatta üç kuşağın çocuklarının beğenisine sunuldu.

Yanardağın Yankısı, Gülten Dayıoğlu, 344 syf., Yapı Kredi Yayınları, 2021.

İlk kitabı 'Fadiş'i 1971’de yayımladı. İçinde bulunduğumuz sene itibarıyla 50. yılı ve 100. baskısı kutlanan 'Fadiş', Dayıoğlu’nun ilk göz ağrısıydı ve ona onlarca ödül, binlerce okur kazandıran bir yolun ilk basamağını oluşturuyordu.

Tam da bu yıl Dayıoğlu’nun yeni bir gençlik romanı yayımlandı. 'Yanardağın Yankısı' adını taşıyan ve Yapı Kredi Yayınları etiketini taşıyan bu roman, 86 yaşındaki Dayıoğlu’nun hâlâ daha üretmeyi sürdüren ve hâlâ daha yaşadığı dünyayı güzelleştirmeye çalışan, bunun için emek sarf eden bir yazar olduğunu bizlere yeniden hatırlatıyor.

HAYIR MI, ŞER Mİ?

'Yanardağın Yankısı' her ne kadar gizemli bir uçak kazasıyla açılsa da, aslında kitap bu kazaya kadar geçen sürecin ve kazaya neden olan aşamaların kaynağına inerek uzun soluklu bir hikâyeyle başlar.

Tarih 21 Aralık’ı gösterir: 21 Aralık günü gökyüzünde tüm dünyaca görülen, dolunay büyüklüğünde bir ışık kümesi ortaya çıkar. Uzmanlar çeşitli araştırmalar yapıp görüş bildirirlerken, halk da buna, “Cennet Yolu", "İlahi Göz” gibi isimler takar ancak bir kısmı da yaşananları kıyamet alameti olarak yorumlar.

Tüm bunlar yaşanırken, Tendürek Dağı yakınlarındaki Mencik köyündeyse Şerbet ismindeki bir kadın doğum yapmak üzeredir ama bebek bir türlü doğmak bilmez. Kar yolları kapadığı için de yeterli tıbbı yardımdan yoksundurlar. Daha sonra bir şekilde gelen sağlık görevlileri sayesinde doğum gerçekleşir ancak herkes şaşkınlıkla bebeğe bakmaktadır: Normal ebatlarda, sağlıklı bir bedeni olmasına rağmen, bebeğin başı, olması gerekenin neredeyse üç katıdır.

DAĞIN KAYNAĞINDAKİ MUCİZE

Konu komşu tarafından bin türlü dedikoduya malzeme yapılan bebeğe Dero adı verilir. İlerleyen günlerde anlaşılır ki, Dero’yu yaşıtlarından farklı kılan tek şey kocaman kafası değildir, o aynı zamanda çok zekidir; konuşmaya, yürümeye erken yaşlarda başlamıştır ve beş duyusunun gücü normal insanların katbekat üstündedir.

Ailesi Dero’nun üstünlüklerini saklayıp ona nazar değmesin isterler ancak okul zamanı gelip çatınca onun bu yetenekleri yavaş yavaş açığa çıkmaya başlar. Ne var ki sosyal anlamda çevresiyle çeşitli sorunlar yaşayan Dero, okulu bırakma kararı alır ve içten içe kendisini çağırdığını düşündüğü Tendürek Dağı’na doğru yola çıkar. Dağa yakın bir yerde bulunan çiftliğe, dahası çiftlik ağılına yerleşen Dero, gün geçtikçe dağla spiritüel bir bağ kurmaya başlar ve dağın kaynağına, derinine gitmek için karşı konulmaz bir iştaha kapılır. Orada karşılaştığı şey ise, başta Dero’nun büyük kafası olmak üzere her türlü soru işaretine cevap vermeye hazırdır: Artık dünyada yeni bir insan türevi vardır.

ÜÇ KUŞAĞIN YAZARI

Dünyada ortaya çıkan yeni insan türevini ve bu türevin doğuracağı yeni yaşamın nasıl bir yer olacağı da böylece tartışmaya açılır.

“Üç Kuşağın Yazarı” olarak da anılan Dayıoğlu bu romanında okuru dünya üzerine yeniden düşünmeye çağırır. Makro düzeyde savaşlar ve yaptırımlarla, mikro düzeyde kin, nefret ve kargaşayla gün geçtikçe yaşanmaz bir yer haline gelen dünya bu işin içinden nasıl çıkabilir? Gerçekten bir ilacı var mıdır, varsa nedir bunun çözümü?.. Bu gibi sorular ekseninde, bilim kurgusal yapısıyla hepten keyifli bir romana bürünen 'Yanardağın Yankısı', günümüz insanına dair de birtakım eleştiriler yöneltmekten çekinmez.

Dayıoğlu’nun bu romanda tercih ettiği üslup da kuru bir anlatıcıdan ziyade, olaya şahit olmuş ve bunu etrafındakilere merakla anlatan bir yapıya sahiptir. Kitabın başındaki kazayı bir haberci sorumluluğuyla aktarırken, “Sevgili okurlarım, haber merkezine soru yağdıran meraklılardan biri de bendim” diye yazar örneğin. Romanın akışında ve finalinde de buna benzer anekdotlarla maceranın gerilimini yükselttiği gibi, okurla arasındaki seviyeli samimiyeti korumayı bilir.

Yazdığı yüze yakın kitapla edebiyatımızın önemli yapı taşlarından biri olan Dayıoğlu yeniden okurlarının karşısında. Şimdilik “Üç Kuşağın Yazarı” olarak anılıyor olsa da, onun kitaplarını gelecek nesillerin ellerinde de göreceğimizi tahmin etmek zor değil.

Nice kitaplara! Nice okurlara!