Gülşen'i tutuklama görevi

Gülşen, tutuklama talebiyle sulh ceza hakimliğine sevk edilmek yerine serbest bırakılmalıydı. Çok geniş bir tanımla tutuklama, muhakemenin nasıl yapılacağına ilişkin bir özgürlüğü kısıtlama biçimidir.

Google Haberlere Abone ol

Utku Can Akyol

Gülşen, dört ay kadar önce bir konserinde, çalışma arkadaşlarından biri hakkında "İmam Hatipte okumuş daha önce kendisi, sapıklığı oradan geliyor" sözlerini sarf ettiği için, dün Beşiktaş'taki evinde yakalanarak gözaltına alındı ve ifadesi alınmak üzere İstanbul Emniyet Müdürlüğü Güvenlik Şube'ye götürüldü. Savcılığın tutuklama talebinin ardından, İstanbul 2. Sulh Ceza Hakimliğince sözlerinin, Halkı Kin ve Düşmanlığa Alenen Tahrik suçunu oluşturduğu şüphesiyle tutuklandı ve Bakırköy Kapalı Kadın Cezaevi'ne götürüldü.

Hiç gerekli görmesek de Gülşen'in tutuklanmasına kadar giden garabeti teknik olarak inceleyelim.

Gülşen'in "yakalanarak" ifadeye götürülmesi ve gözaltına alınması yerine 5271 sayılı CMK'nın 145. maddesi hükmünce, cumhuriyet başsavcılığı tarafından "davetiyeyle ifadeye çağrılması" söz konusu olmalıydı. CMK m.91/2'de "Gözaltına alma, bu tedbirin soruşturma yönünden zorunlu olmasına," ve "Şüphelinin bir suçu işlediği şüphesini gösteren somut delillerin varlığına" bağlanmıştır. Fakat Gülşen'in İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca İstanbul Emniyet Müdürlüğü'ne yazılan müzekkereyle yakalanarak, mevcutlu olarak ifadeye getirilmesi istendi.

Gözaltının soruşturma yönünden zorunlu olduğu haller, örneğin yer gösterme veya parmak izi, kan ya da idrar örneğinin alınmasını gerektiren durumlardır. Fakat burada savcılığın peşin kanaati, Gülşen'in ifadesine bakmaksızın onu tutuklama talebiyle sulh ceza hakimliğine sevk etmekti ve bu derhal olmalıydı.

Gülşen, tutuklama talebiyle sulh ceza hakimliğine sevk edilmek yerine serbest bırakılmalıydı.  Çok geniş bir tanımla tutuklama, muhakemenin nasıl yapılacağına ilişkin bir özgürlüğü kısıtlama biçimidir.

CMK m.100/ (2)-b hükmüne göre şüphelinin "Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme," "Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma" konularında şüphe uyandıran davranışları bulunmalıydı. Uygulamada katalog suçlar arasında yer alan, "Uyuşturucu veya uyarıcı madde imal ve ticareti" suçuna ilişkin yargılamalar dahi tutuksuz görülebilirken, hâkimin açıkça tüm delillerin toplandığını belirttiği bir soruşturmada tutuklama elbette gereksizdi, fakat tartışma konusu bu değil.

5237 sayılı TCK'nın "Halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama" başlıklı maddesinin (2). fıkrasında "Halkın bir kesimini, sosyal sınıf, ırk, din, mezhep, cinsiyet veya bölge farklılığına dayanarak alenen aşağılayan kişi, altı aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır." ve (3). fıkrasında ise "Halkın bir kesiminin benimsediği dini değerleri alenen aşağılayan kişi, fiilin kamu barışını bozmaya elverişli olması halinde, altı aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır." hükmolunmuştur. CMK'nın 100/(4). Maddesinde ise "Sadece adlî para cezasını gerektiren suçlarda veya vücut dokunulmazlığına karşı kasten işlenenler hariç olmak üzere hapis cezasının üst sınırı iki yıldan fazla olmayan suçlarda tutuklama kararı verilemez." hükmüyle, orantılılık ilkesi gereği bu fıkralardaki suçlar açısından açıkça tutuklama yasağı bulunmaktaydı.

"Gülşen'i tutuklama sorunu" savcılık tarafından 216. maddenin ilk fıkrasından çözüldü. (1). fıkrada "Halkın sosyal sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge bakımından farklı özelliklere sahip bir kesimini, diğer bir kesimi aleyhine kin ve düşmanlığa alenen tahrik eden kimse, bu nedenle kamu güvenliği açısından açık ve yakın bir tehlikenin ortaya çıkması halinde, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır." hükmolunmuştur. Bu üç yıllık üst sınır, tutuklama yasağına takılmayacak tek çözümdü. (Salt "suçun toplumda infial uyandırması"nın tutuklama sebebi sayılması ise mülga CMUK'un 104. maddesindeydi.)

Gülşen'in sözleri en geniş yorumla "alenen aşağılama" olabilirdi. Ersan Şen'e göre ise bu sözler "sapıklığı oradan geliyor" denen kişiye karşı bir hakaret olarak değerlendirilmeliydi ve bu suçla ilgili soruşturma şikâyete tabi olacağı için re'sen soruşturma mümkün olmayacaktı.

Fakat "İmam hatipte okumuş" tabirinin sosyal sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge bakımından farklı özelliklere sahip bir kesimi ifade edip etmediği tartışılmalıydı. Savcılığın mantığıyla düşünülse dahi "İmam hatip" tabirinden "islam dini" yani "din" anlaşılamayacağına göre, "İmam hatipte okumuş" tabirini bir sosyal sınıf olarak kabul etmek gerekirdi. Öyleyse, bu sosyal sınıfı diğer bir sosyal sınıfa yani imam hatip liselerinden mezun olmayanlara -ki bunun hangi sosyal sınıf olduğu da ayrı bir tartışmadır- karşı tahrik etmek gerekirdi. (Ersan Şen imam hatip lisesi mezunlarının sosyal sınıf olmadığını savunurken, dün katıldığı canlı yayında Rezan Epözdemir açıkça sosyal sınıf olarak niteledi.)

Mesela, Mayıs 2008'de Demet Akalın'ın sahneden izleyicilerine "Ağzınız diliniz tutulmuş olabilir mi? Diyarbakır'dan mı geldiniz, dağdan mı geldiniz hepiniz anlamadım ben. Moron moron bakıyorsunuz." ifadeleri bu unsurlardan "bölge farklılığına" daha somut bir örnekti.

Kanun maddesinde hüküm altına alınan somut tehlike şartı ise "bu nedenle kamu güvenliği açısından açık ve yakın bir tehlikenin ortaya çıkması"dır. Yani Gülşen'in bu sözleri üzerine halkın bir kesiminin, toplu biçimde diğer kesimine karşı açıkça şiddet eylemlerinde ya da şiddet tehdidinde bulunması gerekirdi. Kararın gerekçesinde bu duruma "... şüphelinin bu konuşmasına ilişkin birçok hesap ve grup tarafından olumsuz yorumlarla paylaşıldığına..." olarak isabetsizce değinilmiş.

Salih Gergerlioğlu bu somut tehlikeyi "kutuplaşmayı artırıcı" olarak nitelemiş. Gerçekten, Gülşen'in bu "hadsiz esprisi" sokakta kimleri kutuplaştırır? Bu, kamu güvenliğini tehlikeye sokmaya yeter mi?

Özgür Özel de başlangıçta, "takip edeceklerini" dile getirmişti ki bunu, hukuki ya da özür diletmeye yönelik bir takip olarak anlamak mümkündü.

Gülşen'in müdafiileri, yedi gün içerisinde karara itirazda bulunacaklar. Karar, 2. Sulh Ceza Hakimliğince üç gün içinde değerlendirilecek (reddedilecek) ve üçüncü günün sonunda Anadolu Asliye Ceza Mahkemesine gönderilecek. Anadolu Asliye Ceza Mahkemesi, kanunda öngörülmeyen, makul bir süre içerisinde itirazı değerlendirecek. Karar bozulmadığı takdirde Gülşen'in tutukluluğu, soruşturma evresinde otuzar günlük aralarla, farklı Anadolu Sulh Ceza Hakimlikleri tarafından duruşmalı olarak incelenecek. (Elbette, bu erken ceza ona yeteceği için (!) en geç bir ay içerisinde serbest kalacak.)

Nihayet, Sedef Kabaş gibi Gülşen'i tutuklama görevi de böylece tamamlanmış oldu. Önce bir izleyicisiyle yaptığı dans hedef gösterilmişti, sonra açtığı LGBTİ+ bayrağı. Bir de Fahrettin Altun'un göreceğimiz bugünlerle ilgili bir tweeti vardı.