YAZARLAR

Güle güle El Diego

Maradona’ya sadece bir futbol tanrısı olarak bakmak, parçaları eksik bırakmak olur. O aynı zamanda bir siyasi figürdü de. Kendi ifadesiyle halk çocuğu olarak doğmuş ve halk için futbol oynayan biriydi.

‘Diego'nun mucizelerini bütün dünyaya tebliğ edeceksin.’ Ne kadar kusursuz bir anlatım. Futbol dehalarının, yıldızlarının yaşadığı bir yıldan gerçeğe gönderme gibi. Zira futbol dünyası sayısız yıldız gördü. Hala da görmeye devam ediyoruz. Ama belki de tek bir tanrı gördü: Diego Armando Maradona. Hayır, sadece uğruna din icat edildiği için falan değil. Bir futbol topunun bir çift ayağa nasıl dönüştüğünü gösterdiği için, sorgusuz sualsiz, ilk görüşte aşkın varlığına bizi inandırdığı için ama daha önemlisi futbolun neler yapabildiğini gösterdiği için o bir tanrı.

O sebeple İngilizleri çileden çıkartan elin, Tanrı’nın Eli olduğunu kimse sorgulamaz. Tanrı olmadığına tek iknamız fakir ve eğitimsiz geçen çocukluk ve gençlik yıllarının, yetenek arkasına saklanıp ortaya koyduğu defolar. Ama bu defolara karşın onun gibisi gelmedi. Ardından çok ‘büyük topçu’ gördü bu gözler. Ama sadece bir Maradona var(dı). Ucundan kıyısından yakaladı, eski maçlarına gönlü kaydı bu gözlerin sahibinin. Futbol kutsanmışlığı da böyle oluyor sanırım.

Dünya üzerinde ‘tarihin en iyi futbolcusu kim’ sorusunun büyük bir çoğunluk için cevabı 3 kelimeden oluşur: Diego Armando Maradona. Herhalde İngilizlerin büyük çoğunluğu dışında. Azınlıkta kalan İngilizlerden biri sanırım gazeteci Jimmy Burns. Burns, ‘Tanrı’nın Eli’ isimli kitabının girişinde şöyle özetliyor Arjantinli efsaneyi: Bu, kendini Tanrı sanacak kadar büyüyen ve bunun sonucu olarak da acı çeken, doğuştan yetenekli bir futbolcunun öyküsüdür.

HAKLILAR

Bundan yaklaşık 2 yıl önce de bu köşede Maradona hakkında şu satırları karalamıştım:

Ona yüzyılın futbolcusu diyorlar. Haklılar. Adına din icat ettiler. Haklılardı. Peşinden milyonlarca insan koştu. Haklılardı. Binlerce İtalyan, onun sayesinde kendi ülkelerinde Arjantin’i destekledi. Haklılardı.

30 Ekim 1960’ta fakir bir ailenin çocuğu olarak Buenos Aires’te doğdu. Bir kuyuya düşen meşin yuvarlağın peşinden gidecek kadar top ve futbol tutkusuna doğuştan sahipti. Lakin sahip olduğu bir şey yapbozun parçalarını tamamlıyordu. Tanrı vergisi yeteneği. 10 yaşında keşfedilen o yetenek, Maradona’yı kısa sürede bir efsaneye dönüştürdü. Maçlardan önce insanlar Maradona’nın topla olan dansını izlemek için erkenden stada geliyorlardı. Sonra tek başına Arjantin’i ve Napoli’yi şampiyon yaparken izlemek için geldikleri gibi.

Fakat Maradona’ya sadece bir futbol tanrısı olarak bakmak, parçaları eksik bırakmak olur. O aynı zamanda bir siyasi figürdü de. Kendi ifadesiyle halk çocuğu olarak doğmuş ve halk için futbol oynayan biriydi. ABD Başkanlarından George W. Bush’un Arjantin’e gelmesini “Bence Bush bir katil ve eğer Arjantin topraklarına adım atarsa kendisine karşı yapılacak yürüyüşün en ön saflarında ben olacağım” diyecek kadar da sertti. Zaten ABD hakkında görüşü netti. Tüm ülkeden nefret ediyordu. Kalbi Chavez’le Fidel’le, Ernesto ile atıyordu. En azından dili öyle söylüyordu. Vücudundaki Fidel Castro ve Che Guevara dövmelerini ise ispat nitelinde ortaya koyuyordu.

FIFA’YA KARŞI OMUZ OMUZA

ABD kadar nefret ettiği bir başka unsur da FIFA’ydı. FIFA’nın oyuncuların haklarını gasp ettiğini düşünüyor, FIFA’ya karşı futbolcuların yanında yer alıyordu. Basitçe şunu söylüyordu Maradona: “Herkes futbolcuların ne kadar para kazandığından bahsediyor hep; ama kimse FIFA'nın düzenlediği turnuvalardan ne kazandığını sormuyor. FIFA neredeyse şirketlerin eline geçen paranın yüzde 100'ünü elinde tutuyor, bunun sadece yüzde 1'i oyunculara gidiyor. Hiçbir zaman FIFA ailesine ait olmayacağım."

Yani ayağının solunu olduğu gibi hayat görüşünün de solunu kullanıyordu. Yetenekliydi, uyuşturucu ve alkol problemleri vardı, kariyeri boyunca mafya ilişkileri hep peşi sıra geldi, hayata soldan bakıyordu ve her şeye rağmen tarihin en iyi oyuncusuydu. Tüm bunları herkesin gözünün içine bakarak yaptığı için olabiliyordu sanırım. Yani Maradona’yı Maradona yapan hatalarını gizlemiyor, ki bir rol model olarak çok kabul edilebilir hataları olmadığı da muhakkak, lakin yetenekleri, siyasi görüşü ve duruşu onu her zaman ayrı bir noktaya koyuyordu.

2001 SONRASI HAFIZA KAYBI

Biz de öyle meftun olduk kendisine. Futboluyla sevdik, siyaset durduğu nokta ile saydık, haksızlığa karşı tavrıyla vurulduk kendisine. Hatıralarımız, aklımızdaki Maradona figürü hep böyle olacak. Yani 2001’den sonrası zihnimizin flu alanına girecek. Kısa süreli hafıza diyorlar ya. Oraya atacağız kalan kısmı. Ne Rusya’daki Dünya Kupası’nda locadaki hareketleri ne sürekli olarak alkollü dolaşması ne Nijerya maçında Arjantin’in golünden sonra kutlamaları orta parmağıyla yapması… Hele sevgilisine şiddet uygulaması. Keşke bu hiç yaşanmadan ayrılsaydı aramızdan diyeceğiz dönüp baktığımızda.

Daha önce de yazdığım gibi doğduğu andan beri yuvarlanan bir topun peşinde yeteneklerini milyonlara sergileyen, milyonlarca insanın sadece sevgisini değil sonsuz bağlılığını kazanan bir efsanenin, peşinde koştuğu toptan daha hızlı dibe doğru yuvarlanmasını seyrettik 2001’den sonra...

HAFIZA OLUMLAR

Ama yine de hafıza olumlar. En azından kötülük konduramadığınız kişilerin hataları değil de size yaşattığı mutluluklar çıkar dehlizlerden. Bundan onlarca sene geçtikten sonra 2001 sonrası değil futbolun tanrısı Maradona kalacak aklımızda.

Güle güle El Diego. Fidel’e de Che’nin yanındasın artık.


Onur Salman Kimdir?

Basına 2006 yılında Cumhuriyet gazetesinde stajyer olarak adım attı. İki aylık staj ve Cumhuriyet’in spor ekindeki yazılarda sonra Eurosport Türkiye’de spiker ve editör olarak çalıştı. 2009 yılında Radikal gazetesine editör olarak geçerken, Eurosport’ta da yarı zamanlı spikerlik yapmaya devam etti. Medya macerasına 2012-2016 yılında Hürriyet’te devam etti. 2016 yazından beri Gazete Duvar’da çocukluk hayalini sürdürüyor. Köken Eurosport olunca tahmin etmesi kolay. Asıl ilgi alanı ‘başka sporlar.’