Gönül: Gençler sevmiş, çalıp söylemiş!

Gönül hoş bir film... Gönlü hoş eden, duygulandıran bir film... Öteki kültürlerden estiren; öyküyü anahtarlarıyla açan, üstelik anahtarlarını hiç öyle paspasın altına falan saklamayan bir film.

Google Haberlere Abone ol

Netflix yaz sezonunu sıcak tutuyor. Türkiye pazarına dönük filmlere programında daha sık yer vermeye başlayan platform her ay bir bazen iki film yayınlamakta... Ağırlık elbette aşk filmlerinde...

Soner Caner'in yazıp yönettiği Gönül ise bu aşk filmlerinin son halkası. Bu kez yakın dönem sinemamızda Mahsun Kırmızıgül vesilesiyle aşina olduğumuz "otantik aşk" denenmiş; alt kültür çağrışmış, masalsı bir hava çağlamış. Düğününde rastladığı çalgıcı Piroz'a âşık olan Sümbül'ün hikâyesini işleyen film çiftimizi töre/namus gibi engeller üzerinden atlatırken imkânsız aşk gibi temalar etrafından dolanılıyor ve finalde seyirciye aşkın sıcaklığı hissettiriliyor. Gönül, vantilatör eşliğinde izlenmesi tavsiye edilen filmler kategorisinde.

İKİ GÖNÜL BİR OLUNCA HURDA MİNİBÜS SEYRAN OLUR! 

Filmin konusunu anarak koyulalım yazmaya. Seymen Ağca'nın (Nazmi Kırık) aklına değil gönlüne göre yaşayan kızı Sümbül (Hazar Ergüçlü) evlenmek üzeredir. Gönlü boştur ve zorla itildiği bu evliliğe bir oyun gibi hazırlanmaktadır. Babası ve müstakbel kocası ise Sümbül'ü şüphesiz bir mal olarak görmektedir. Evlilikten sonra tüm haklar kocaya (bir anlamda yeni babaya/ataya) geçecektir. Sümbül evliliğe o denli yabancıdır ki gelinliğin rengini dahi beğenmez. Beyaz renge, bekârete karşı duran; namus tartışmasına hiç girmemiş, tüm renkleri gönlünce yaşamış bir göçer topluluk ise diş çekerek, düğünlerde çalıp söyleyerek geçimini sağlamaktadır. Mirze (Bülent Emin Yarar) ve iki oğlu Piroz (Erkan Kolçak Köstendil) ile Hogir (Ali Seçkiner Alıcı) bu topluluğun öne çıkan isimlerindendir. Mirze ölen eşinin yasını tutmaktansa gençlik aşkı Dilo'yu sayıklamaya başlayan bir aşk adamıdır, hani o kadar aşk adamıdır ki bazen "bağlanması" gerekmektedir! Piroz ve Hogir ise düğün çalgıcılarıdır. Piroz ile Sümbül'ün hayatları da bir düğünde kesişir. Biri eğlenmemeye yemin etmişken, gönlü elvermezken; diğeri eğlendirmek, mutlu etmek için para almıştır. Piroz açık pencereden duyduğu ezgiye vurulunca işin rengi değişir: Nigi Nigi na nigi nigi na nigi nanna!

Olaylı bir düğünün ardından Piroz gelinin baba evine götürüldüğünü öğrenir. Sümbül "temiz" çıkmamıştır. Babası Seymen Ağa'ya göre bu işi kan temizler. Göçerler tüm dünyayı kendi renklerinde sandıklarından kız istemeye kalkışmışlarsa da ağanın sert tepkisiyle karşılaşır. Geriye sevenlerin töreyi aşıp birbirine kavuşması kalmıştır. Uçacak kaçacak, söyleyeceklerdir. Sevip sevileceklerdir. 

DOMLAR: 72 BUÇUKTA BUÇUK, MEZOPOTAMYA'DA ÇEYREK

Sümbül ile Piroz'un aşkına geçmeden filmin merkezinde yer alan öteki kültür Domları açmakta fayda var. Şüphesiz Netflix önemli bir şeyi, arama çubuğuna "Domlar kimdir" yazdırmayı başardı. Peki, Domlar kimdir? Kayıp kültür olarak anılıyorlar aramalarda. Hindistan'dan göçtükleri, Mezopotamya'da yerleştikleri anlaşılıyor. Dom tanımlamasını yakın dönemde gündeme getirenlerden, Buçuk belgeselinin yönetmeni Elmas Arus da Çingenelerin göç ettikleri yöne göre üç temel gruba ayrıldığını belirtiyordu: Romlar, Domlar ve Lomlar.* Arus'un annesi Roman, babası Abdaldı ve kendisi ile yapılan söyleşide, 30 bin kişilik sülalede ilkokula giden ilk kız çocuğu olduğunu, erkeklerin ise ilkokul üçe kadar okuduğunu vurguluyordu. Amasyalı Arus'un durumu ortadayken siz bir de tüm o göçebe doğasına karşın yokluğun, eksikliğin, törenin kıskacında bir coğrafyaya sıkışıp kalmış Domları düşünün! Domlar filmde de olduğu üzere ötekinin ötekisi konumunda, 72 buçuk milletin buçuğu hatta şehirleşen, ekonomik yaşama katılan Çingene kültürlerini göz önüne alırsak belki çeyrekliği bile yakıştırabiliriz (!) Domlara. Dolayısıyla Netflix için bu "öteki" topluluk, göçebe ve masalsı aşk bir kavuşma öyküsü yaratmak bakımından adeta biçilmiş kaftan. Tam bu noktada "alt kültürlerin kullanım kılavuzu" çıkıyor karşımıza. Netflix filminde bu kılavuza büyük ölçüde uyulduğunu görüyoruz. 

ANAHTAR KELİMELER, ESİNTİLER

Gönül'ü, hakkını teslim etmek için iki açıdan incelemeli. Görüntüleri, müzikleri ve sanat çalışmasıyla masalsı atmosferi değerlendirmek, diğer taraftan bu masala içerik sunan anlatının nelere yaslandığını, nerelere dokunduğunu kavramaya çalışmak anlamlı olacak. İlkin içeriğin dayanaklarına bir göz atalım. Anahtar kelimeler ve esintiler içeriğin, masalsı metnin hattını kuruyor. Esintilerden başlayalım. Gönül başta da değindiğimiz üzere Tony Gatlif filmlerini andırıyor. Sadece göçebelik izleği değil, karakterler, görüntü filtreleri ve kapalı mekânların anlatıya dağıtılması da benzerlik gösteriliyor. Tam anlamıyla bir açık hava masalı izliyoruz! Ancak bir de "düğün filmi" var, malum. Kusturica'nın Ak Kedi Kara Kedi filminde de gönülsüz bir evlilik söz konusuydu. Orada zorla evlendirilen damat, aklı çelen işveli, özgür bir kadındı. Yine de rastlantılar, kaçışlar birbirine benziyor. Dahası Gönül'de at arabasının çektiği, tam ortadan ikiye ayrılmış otomobil dikkat çekici... Modern işlevlerin bozulduğu, tersine döndüğü göçer kültürlerde hızın ve konforun değil kullanımın öne çıktığı mesajını veren bu sahne Ak Kedi Kara Kedi'de başka bir yönüyle, başka bir biçimde karşımıza çıkıyordu. Bir kontrol noktasında geçen sahnede hayvanlar terk edilmiş aracın kaportasını afiyetle yiyorlardı. Çünkü aracın dolgu malzemesi samandı! Bu iki sahne doğaya ve göçer kültüre vurgu olarak okunabilir. Bu okumalar ise bizi benzer bir alt metne götürmekte: özgürlük, Çingenelerin nefes aldığı her coğrafyaya özgü kılınmıştır!

Gönül, Balkan ağırlıklı Çingene anlatılarıyla güçlü bir bağ kursa da yakın dönem etnik aşk öykülerine mesai harcayan Mahsun Kırmızıgül'ün yaralı, acılı ilişkilerini de anımsatıyor. Yahut bu aşk mistik yüküyle Reha Erdem'in tuhaf Kosmos'unu dahi çağrıştırıyor. Ne de olsa çıplak taşrada iki deli, hayatın anlamını en yalından en çetrefile çevirebilir veya tam tersi...

Gönül'ün anahtar kelimelerine de değinebiliriz. Malzemeye uygun bir tarif çıkarılmış. Özgürlüğün olduğu yerde -diyalektik gereği- karşıtı da bulunmaz mı? Sevda varsa ona zincir vurmak isteyenler de eksik kalmayacaktır. Gönül'de imkânsız aşk temasını ve engelleri aşıp kavuşmayı, bir anlamda "gerçekleşme"yi esas alabiliriz. Gerçekleşme hâli masalsı atmosferi de tamamlayarak öyküyü yeni bir aşamaya sıçratıyor aslında: gerçekçi ve masalsı bir sevda bu! Renkli sevda bir diğer anahtarımız. İmkânsız niteliğine rağmen alabildiğine renkli bir sevda... Fakat bir de kara sevda söz konusu. Mirze'nin gerçekleşmemiş sevdası... Düşlere, sanrılara, putlara sığınmış bir sevda onunkisi.

Devam edersek düğünden kız kaçırma gibi önemli bir anahtar temayı eklemeliyiz. Kaçırma her ne kadar düğünden olmasa ve daha ziyade Davaro filmini hatırlatsa da bu tür aşk anlatılarında sevenleri birbirini kenetleyen ve dinamizmi sağlayan unsur genellikle kaçırma gibi eylemler oluyor. Gönül hayli basit bir güzergâh izleyerek seyirciyi pusulasız bırakmamış. Derin felsefi arayışlara itmektense derdi gösterip devayı da peşi sıra reçete etmiş. 

GERGİNLİK İLE ŞENLİK ARASINDA KALMAK

Gönül genel itibarıyla başarılı bir yapım, dokunaklı bir hikâye; hassas bünyelerde sarsıcı etkiye sahip. Nedir ki filmin bazı noktalarda kararsız kaldığını söylemeli. Domların çadırkentinde mistik bir hava var. Özellikle büyücü Kalender (Selim Bayraktar) karikatürize edilse de bezden ve tahtadan bir Dilo yaparak cismi ikame edebiliyor yahut hazırladığı ilaçla Sümbül'ü bir gün uykuda tutabiliyor. Okuyan üfleyen daima Kalender. Ona kemanesiyle Mirze eşlik ediyor. Ne dediğini anlayamadığımız, kulak tırmalayan bir ses tonuyla maniler okuyor. Bu durum ruhani bir hava estiriyor. Diğer yandan ölüm ile dirim arasındaki ebedi çelişkinin, Dilo'nun cansız bedeni ve mezarlar üzerinden çokça kurcalandığını görüyoruz. Bir bakıma Dilo'nun cansız mankeninde gezen her el, ona değip dolaşan her bakış yaşamı sorgulamak noktasında tahrik edici bir anlam taşıyor. Öte yandan mezarlar da bir türlü terk edilmiyor. Sümbül bir mezardan çıkageliyor mesela yahut Mirze iki mezar kazıp birini kavuşamadığı sevgilisi Dilo'ya, diğerini kendine ayırıyor. İkisi de uzanıyorlar mezara. Arada bir de tünel açılmış! Bu tekinsiz, belki bir parça hastalıklı durum sevimli aşk öyküsüne tam manasıyla yedirilememiş. Filmde bununla birlikte Seymen Ağa bilinçli olarak işlenmemiş. Yerinde bir tercih... Kırmızıgül ve yurdumuz malzemesi sağ olsun, töreyi çok izledik; onun yerine töreye kolektif direnişi görmeyi yeğleriz.

Gönül'ün bir diğer zayıf noktası ise finali. Filmi izleyip bu satırları okuyanlar şaşırabilir. Üstelik filmin en güçlü kısmını finali olarak değerlendirenler çoğunluktadır; fakat kastettiğim, son üç-beş dakikalık kısım değil. Oraya sözüm yok, filmi öyle bitirmek zaten kendi zirvesine vardırmak anlamına geliyor. Nedir ki finalin hemen öncesi yani öykünün gövdesiyle başı arasındaki o kısım, daha açık benzetirsek "boyun" kısmı yetersiz. Filmin yalın bir öyküsü var ama kırılmadan sonra olaylar çok hızlı akmış. Doğrusu kırılma da pek belirgin değil. Piroz'un Sümbül'ü kaçırması geç kalınmış bir kırılma... Domların bu kaçırmayı karşılayışları da dramatik sayılmaz. İtiraz ediyorlar, itirazları üç dakika sürüyor. Anladık, göçebeler de bu kadar mı göçebeler! İki aksi söz edip sineye mi çekiyorlar her şeyi? Bu koşullarda finale uzanıldığında meyve hamken dalından koparılmış oluyor ve boyun çok kısa kalınca güçlü finali taşıyamıyor. 

FİLMİN BİÇİMİ VE OYUNCULUKLAR

Gönül'ün kırsal anlatısı bir meydan okuma mahiyetinde. Tek bir karede beton parçası görmüyoruz. Seymen Ağa'nın yapıları da kâgir. Ayrıca filmde tek teknolojik alet motorları sökülmüş minibüs veya otomobiller. Yürür durumdaki bir Toros'u ve bir iki motosikleti saymazsak... Seymen Ağa at sırtında iz sürüyor mesela. Ağanın silahı da çakaralmaz. Teknolojiye mesafe, bu zamansızlık, filmin masalsı ortamını beslerken bir risk de meydana getirmekte. Seyirci filmin havasına girmezse bu kaybı amorti edemeyecek kadar kapalı, koyu bir atmosfer var karşımızda. Ya "tüm atmosferi kabul et" diyeceğiz ya bir süre sonra kapatıp gideceğiz. Film atmosferi güçlü kurunca kalkıp gidilmiyor. Bunda sanat çalışmasının ve görüntülerin payı yadsınamaz. Kıyafetler sırıtmamış, çadırkentte abartıya kaçılmamış; pek ayrıntıya girilmemiş ki film açısından olumlu. Neticede atmosfer ne denli genelgeçer kurulursa mesaj da o denli yoğun aktarılır.

Müzikler gerçekten etkileyici! Her kareye sinmiş fakat yormuyor, rahatsız etmiyor.  Şive ve yerel ifadelerin kullanımı dozunda. Yakın plan genel plan dengesinin kurulması, Seymen Ağa'nın evindeki ve ahırındaki sahnelerin gerçeküstü bir düzlemde verilmesi de isabet olmuş. Bir zıtlık yaratmak için ağanın karakterine girilmeden mekân ve ilişkilerinden, kısacası tahakküm alanında hareket edilmiş.

Filmin oyunculuklarına gelirsek, "doğallık" övgüsünü hunharca kullanmamak gerektiğini düşünüyorum. Zira bu tür filmlerde oyunculuktan ziyade doğallık ön plandadır. "İyi oynamış mı"dan evvel "doğal oynamış mı" diye bakılır. Doğal oynamak/doğal durmak ise oyunculuk noktasında yeterli fikir vermez, tek başına bir anlam ifade etmez. Doğallık salt oyunculukla sağlanmaz. Hazar Ergüçlü'nün kaşları mesela... Alınmamış, aksine ekilmiştir bol bol! Görürüz ki doğallık öne çıkar ancak bu kez de doğalın kendi makyajı söz konusudur. Bir esmerlik, bir pürüzlülük... Bir öteki imajı... Dolayısıyla Ergüçlü'nün oyunculuğuna dair "etkileyici" yargısına varmak doğallığı yansıtabildiği, taşıyabildiği sonucunu verir günün sonunda. Ergüçlü doğallığın hakkını vermiş. Gayet doğal. Kendi değil, Sümbül de değil ama "doğal". Başarısı da burada ya.

Diğer başrol Köstendil ise aynı derecede olmasa da role oturuyor. Tek sıkıntısı karakterinin Sümbül değin esrik olmayışı. Piroz karakteri renksiz ve arafta bırakılmış. O da delişmen, kendi dünyasında, burnunun dikine ama tüm karakteri bu özgürlüğe oturmuyor. Şevval Sam'ın ağzından sigarayı düşürmediği Sabure rolü, Selim Bayraktar'ın can verdiği bir tür şifacı olan Kalender rolleri de dikkat çekici. Tabii Bülent Emin Yarar'a değinmeden geçmeyelim. Mirze'de gayet doyurucu bir performans sergiliyor usta oyuncu. Açıkçası bu tür rollerin karton kalmak gibi bir handikapları var; Yarar tecrübesinin yardımıyla rolün tuzağına düşmemiş, handikapları lehine çevirmiş.

Oyunculuklar için kusursuz diyemesek de "ölçülü ve filmin ruhuyla uyumlu" yorumunu yapabiliriz. Dahası burada yönetmenin başarısını vurgulamalıyız. Caner anlatının ihtiyaçlarını belirleyip oyuncu yönetiminden dekora, müziğinden görüntüsüne birbirini tamamlayan bir film yönetmiş, kısacası iyi iş çıkarmış.

GENÇLER SEVMİŞ SEVİLMİŞ!

Gönül hoş bir film... Gönlü hoş eden, duygulandıran bir film... Öteki kültürlerden estiren; öyküyü anahtarlarıyla açan, üstelik kapıları da paslı kapılar arasından seçmeyen, anahtarlarını hiç öyle paspasın altına falan saklamayan bir film. Daha önce izlenmiş yolları sabırla izliyor, müzikleriyle duygulara dokunuyor. Diğer yandan Domları tanıtması açısından da anlamlı diyebiliriz. Belki tek eksiği türüne özgün bir yaklaşım getirmeyişi... Ne denir, o kadar kusur kadı kızında da olur. Sonra bir Dom yanına varır, kaçarlar birlikte!

*https://m.bianet.org/bianet/toplum/156041-rom-dom-lom-ve-abdallari-arastiracaklar