YAZARLAR

Gö-rü-şe-cek-si-niz!

HDP ile -ya da bir Kürt siyasetçi ile "- görüşmek- irtibat kurmak” Türkiye siyasetinin “makbul muhalif”i ile “bölücü-terörist”ini ayıran popüler yaftası, turnusolü gibi. Sonuçta seçimlerle ilgili hangi kamuoyu araştırma şirketi hangi sonucu çıkarırsa çıkarsın değişmeyen bir şey var ki o da seçimi sosyalistler ve HDP'nin belirleyecekleri gerçeğidir.

Şişenin mantarını 3 Ekim’de Kılıçdaroğlu açtı. Başörtüsünün serbest bırakılması ile ilgili olarak TBMM’ye bir kanun teklifi verildi [1]. Erdoğan, tartışmayı biraz daha yukarı taşıdı ve mevzuyu anayasa değişikliği ile çözme yoluna gitti.

Kılıçdaroğlu, Erdoğan’ın anayasa çıkışına Alevîleri de içine katarak cevap verdi. Erdoğan’ın Alevî açılımı ise “Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı Alevî Bektaşî Kültür ve Cemevi Başkanlığı” kurulması şeklinde oldu.

Alevîler Erdoğan’ın “açılım” diye pazarlamasını yaptıklarının Alevîlere yönelik bir “darbe” olduğunun altını çizdiler. İstanbul Garip Dede Dergahı’nda yapılan ortak açıklamayı okuyan Pir Sultan Abdal Kültür Dernekleri Genel Başkanı Cuma Erçe “Açıklanan paket ne demokratiktir, ne de müjdedir. Aksine bu paket Alevîliğin şimdiye kadar devlet gücüyle soluksuz bırakılmasının yeni bir aşamasıdır.” dedi. Ayrıca Alevîlerin ve cemevlerinin sorununun “… ne elektrik, su sorunu… ne imar sorunu, ne de dedeler[e] ulufe diye dağıtılacak maaş sorunu” olduğunun altını çizdi.

Beri taraftan, anayasa değişikliği ile ilgili olarak AKP, muhalefet partileri ile görüşmeye başladı; bu görüşmelerden biri de HDP ile gerçekleştirildi. Adalet Bakanı Bekir Bozdağ ve AKP Grup Başkanvekili Mustafa Elitaş’ın başkanlığındaki AKP heyeti, HDP Grup Başkanvekilleri Meral Danış Beştaş ile Saruhan Oluç ve Parti Sözcüsü Ebru Günay ile görüştü. Böylece “AKP Anayasa için HDP’yle Aynı Fotoğraf Karesinde” yer almış oldu.

Yazıcıoğlu’nun da vurguladığı gibi, dinî/resmî bayram münasebetleriyle dahi olsa HDP ve yönetimiyle karşılaşmamayı tercih eden AKP, TBMM çatısı altındaki çalışmalar dışında partiden partiye ziyaret kapsamında, 24 Mart 2020’de “üçüncü yargı paketi” ve 24 Haziran 2020’de ise barolara ilişkin yasa değişikliği nedeniyle HDP’yle bir araya gelmişti. Sonrasında HDP aleyhine dava açılmasının ardından AKP’den resmî bir ziyaret olmamıştı.

Normal bir ülkede böylesi bir buluşmanın kendisi değil olsa olsa içeriği haber olabilir ama tam anlamıyla bir “Burası Türkiye kaardişim!” durumu yaşadığımız da ortada. AKP’nin, daha geçtiğimiz haftalarda Türkiye Yüzyılı vizyon mitingi/toplantısına çağrılmaya “bile” değer bulunmayan HDP ile masaya oturması muhalefetin de, özellikle de Akşener’in, iştahını kabarttı. Akşener’in içindeki Soylu faş oldu. HDP ile AKP’nin yeni bir çözüm süreci başlattığı türünden, çiğ, yavan, içi boş açıklamalar yaptı. AKP-HDP görüşmesi Akşener’in, AKP’nin, “İyi Parti ve HDP’nin gizli ortak oldukları” yönündeki ithamlarına cevap vermesi için bir fırsat yarattı. Akşener bu fırsatı tam da AKP’nin üslubuyla hoyratça kullanmakta gecikmedi... Pespaye bir dille AKP-HDP görüşmesinden nafakasını almaya gayret etti. Oysa Demirtaş’ın da altını çizdiği gibi AKP’nin HDP ziyaretine, "…aşırı anlam yüklemeye, öküzün altında buzağı aramaya [da]… HDP’[yi] hiç kimse[nin] yok” saymasına da gerek yoktu; yoktur da.

BİR ÖTEKİLEŞTİRME YOLU OLARAK “HDP İLE GÖRÜŞMEK” [2]

HDP ile -ya da bir Kürt siyasetçi ile "- görüşmek- irtibat kurmak” Türkiye siyasetinin “makbul muhalif”i ile “bölücü-terörist”ini ayıran popüler yaftası, turnusolü gibi. Bu popüler yafta o derece işlevsel ki, değil legal bir siyasî partiden (HDP), onun savunduğu bir düşünceden, bir açıklamadan ya da o partide siyaset yapan veya yapmış herhangi bir kişiden müspet yönde bahsetmek, HDP’nin adının geçtiği bir cümlede onu alenen aşağılamamak ya da kötülememek bile “bölücü-terörist” olarak yaftalanmak için yeterli. AKP-MHP ittifakı, siyaseti HDP’yi lanetleyenler ve lanetlemeyenler olarak tasnif etme derdinde. Çünkü iktidar, 2015’ten bugüne istikbalinin, “HDP ile/HDP’li ile görüşmek” turnusolünü, öteki (bölücü) ile biz’deni (makbul) ayıran kritik kerte olarak koyup koyamamasına bağlı olduğunun farkında.

2015’ten sonra bir siyasal parti, bir örgüt, bir siyasî entite olarak HDP’nin TBMM aritmetiğine dahil olması, partinin artık baraj sorunu olmadığını hem kendi seçmenine hem de muhaliflerine ispatlamış olması, HDP’yi rejimin mihenk taşı haline getirmiştir: Değil mi ki altının kalitesi mihenge sürtünce anlaşılır, AKP-MHP koalisyonu (ve resmî ideoloji) için de artık bir siyasî partinin/kişinin makbul partiliği/vatandaşlığı da onun HDP’ye sürtülmesiyle test edilegelir hale getirilmiştir. Tıpkı Demirel’in 1965 seçimlerinden sonra TİP’in parlamentodaki mevcudiyetinden kendi önderliğinde mobilize olan bir popüler komünizmle mücadele hattı/cephesi üreterek iktidarını berkitmesi gibi, AKP de -ağırlıkla 2015’ten sonra- HDP’nin parlamentodaki kurumsal mevcudiyetinden kendi önderliğinde mobilize olan bir bölücülükle/terörizmle mücadele hattı/cephesi üretmeye ve ekonomik krizle aşınan iktidarını bu yolla berkitmeye çalışmıştır; hâlâ da çalışıyor.

AKP-MHP bloğu, HDP üzerinden inşa etmeye yöneldiği bu öteki (HDP ile görüşenler) ve biz (terörle mücadele edenler) tasnifini Türk sağı için muteber ve kapsayıcı bir “biz”e (yani bir yeni Vatan Cephesi, bir yeni Milliyetçi Cephe kurgusuna) henüz dönüştürebilmiş değilse de koltukta kalmayı sürdürebilmesinin ancak ve ancak bir yeni Milliyetçi Cephe inşa edebilmesiyle, Schmittyen bir HDP siyasal düşmanlığı/nefreti (hostisi) üzerinden tanımlı bir muteber biz’ler kümesi oluşturabilmesiyle mümkün olacağının da farkındadır.

DEMİREL'DEN ERDOĞAN'A ÖTEKİLEŞTİRME PRATİKLERİ 

Erdoğan -henüz- Demirel’in başarısını gösterebilmiş değil. Ancak yine de hakkını yememek gerekiyor: Demirel kendisini ve partisini komünizmle mücadele hattının amiral gemisi haline getirerek iktidarını sağlamlaştırırken, ulusal sınırların çok ötesindeki güçlü bir “komünizmle mücadele” rüzgârını da arkasına almıştı; Erdoğan’sa HDP nefretinden popüler bir destek sağmaya çalışırken arkasına alabileceği küresel bir rüzgârdan mahrum. Erdoğan’ın tek eksiği bu da değil; aksine Erdoğan Demirel’den farklı olarak, Türk sağını ötekine/düşmana (HDP ve onunla irtibatta olanlara) karşı topyekûn seferber etmeyi de başarabilmiş değil. Erdoğan MHP’yi yanına çekti ama MHP’nin ortadan ikiye kırılmasını ve İyi Parti’nin karşı blokta yer almasını engelleyemedi; kendisinin de içinden çıktığı Saadet Partisi’ni de bu Cumhur İttifakı’na katmaya ikna edemedi. Vatan Partisi gibi solumsu partileri ikna etti ama CHP içindeki ulusalcıları, CHP içindeki sosyalistlere karşı tam anlamıyla kazan kaldırmaya da teşvik edemedi. O yüzdendir ki Cumhur İttifakı, hâlâ, öteki (komünist/bölücü, münker) ile mücadele ederek (nehiy ani’l-münker) doğru yolu (AKP iktidarı/ emir bi'l-ma'rûf) gösterecek bir yeni Vatan Cephesi ya da bir yeni Milliyetçi Cephe bir “Biz İttifakı” olamadı; bir seçim ittifakının adı olarak kalakaldı. Tekrar belirtmek gerekirse AKP’nin bu başarısızlığının “temel sebebi” Saadet Partisi ise, müstakbel başarısı için rakibinin “yumuşak karnı” da İyi Parti’dir. AKP ne Saadet’i ne de İyi Parti’yi “HDP ile görüşmek” popüler yaftası ile kendi iktidarı etrafında kenetleyebildi ve hiç değilse kendi iktidarına razı edebildi; yine de İyi Parti içine oynayarak dengeleri yeniden değiştirmeye gayret ettiği aşikâr.

2015 Haziran seçimlerinin neden bir milat olduğunu anlatabilmek için biraz geriye dönelim. 1983’te seçimlerin yapılması ve askerin (kısmen) kışlasına dönmesinden sonra Kürt siyasî hareketi, 1984 sonrasında silahlı eylemlere başlayan PKK’nin haricinde, parlamenter/legal düzlemde de varlığını hissettirmeye başlamıştı. 1991 Seçimleri öncesinde sağda Refah, Milliyetçi Çalışma ve Islahatçı Demokrasi partilerinin ittifakı gündeme gelirken, SHP de Halkın Emek Partisi ile ittifaka girmişti. SHP-HEP ittifakı basit bir seçim ittifakının ötesindeydi, nitekim Fransa Özgürlük Vakfı ve Kürt Enstitüsü’nün düzenledikleri (17 Ekim 1989) Kürtlerin Kimliği ve İnsan Hakları konferansına katılan SHP’li yedi milletvekilinin ihracı gündeme gelince bu isimler partilerinden ayrılmışlar ve 3 Mart 1990’da bu isimlerin de aralarında yer aldıkları bir Çalışma Kurultayı toplanmış, ardında da 7 Haziran 1990’da Ahmet Fehmi Işıklar önderliğinde HEP kurulmuştu. Bir anlamda HEP’in hamurunda da SHP’nin mayası yer alıyordu ve bu, iki partinin (20 Ekim) 1991 Seçimleri öncesindeki ittifakını kolaylaştırmıştı. Sonuçta yirmi bir HEP’li SHP listesinden TBMM’ye girdiler. Lakin daha meclisin ilk oturumlarındaki yemin kriziyle başlayan gerilim yirmi bir milletvekilinden üç milletvekili (Fehmi Işıklar, Adnan Ekmen ve Salih Sümer) hariç on sekizinin istifasıyla had safhaya çıktı. Daha o gün Kürt siyasetinin parlamenter/legal yapı içinde faaliyet göstermesinin sanıldığından daha zor olduğu ve her iki tarafın da bu konuda hayli yol alması gerektiği anlaşıldı.

2015 SEÇİMLERİNDE KÜRT HAREKETİ TÜM DENGELERİ DEĞİŞTİRDİ  

Kürt siyasî hareketi 1995 ve 1999 seçimlerine Halkın Demokrasi Partisi kurumsal kimliği altında iştirak etti ve 1995’te yüzde 4,17; 1999’da ise yüzde 4,75 oy alarak parlamento dışında kaldı. 2002, 2007 ve 2011 seçimlerinde ise Kürt siyasetçiler parti kurumsal kimliği ile değil, bağımsız adaylar olarak seçimlere iştirak ettiler ve seçilmelerinin ardından parlamentoda grup oluşturmaya çalıştılar. Özetleyecek olursak, 1980 sonrasında Kürt siyasî hareketi, 2015 Haziran’ındaki seçimlere kadar parti kimliği ile TBMM’ye girme şansı elde edemedi. Ya 1991 seçimlerinde olduğu gibi bir partiyle girdiği ittifak yoluyla parlamentoda yer aldılar ya da bağımsız adaylar olarak seçildikten sonra parlamentoda grup kurarak siyasî faaliyetlerine devam ettiler. Her iki durumda da legal siyasette marjinal bir konumda yer aldılar ve yüzde 10 barajını geçemedikleri için büyük partilerin doğu ve güneydoğudaki milletvekilliklerini kendi aralarında pay etmelerine ses çıkaramadılar.

2015 Haziran’ındaki seçimlerde ise Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ’ın önderliklerinde Halkların Demokratik Partisi’yle yer alan legal Kürt siyaseti, yüzde 13,2’lik oy oranı ile en yüksek oyu alan dördüncü parti olmasına rağmen, oyların yüzde 16,2’sini alan MHP ile aynı sayıda (80) sandalye kazanarak parlamentoya girdi. İşte bugüne kadar gelen olaylar zinciri de bu seçimlerle birlikte başladı.

2015 Haziran’ına kadar yüzde 10 barajını aşabilip bir legal parti örgütüne sahip olamayan, ya ittifaklarla ya da bağımsız adaylarla zar zor grup kurabilecekleri sayıda milletvekili ile iştirak etikleri parlamentoda siyaseten görmezden gelinebilen, yok sayılabilen, kolayca bastırılabilen, 1994’te DEP milletvekillerinin yaka paça TBMM’den atılması örneğinde olduğu gibi Meclis’ten kovulabilen Kürt siyasetinin/siyasetçilerinin artık TBMM’nin -MHP ile birlikte- üçüncü partisi unvanını alması, 12 Eylül sonrasının tüm dengelerini de altüst etti. Bir anti-Kürt kalkanı olarak işlev gören yüzde 10 Seçim Barajı’nın fiilen yıkıldığı hem Kürt siyasetince hem de muhaliflerince böylece tescillenmiş oldu. 

7 Haziran Seçimleri’ni terör olayları, patlamalar, ölümler, seçimlerin yenilenmesi, başbakanlığın lağvı, FETÖ operasyonları, darbe girişimleri… gibi bir yığın menfur olay takip etti. Ancak oy oranı düşse bile HDP’nin artık katıldığı her seçimde barajı rahatlıkla geçebilen, baraj sorunu yaşamayan bir parti olduğu da tescillenmiş ve 1983 sonrasında kurulan tüm siyasî dengeler de bu gerçekle birlikte hâk ile yeksan olmuş oldu.

HDP İLE GÖRÜŞECEKSİNİZ ÇÜNKÜ... 

İşte AKP, MHP’yi (ve BBP, Vatan Partisi gibi küçük sağ ve sol partileri) de yanına alıp bir yeni Milliyetçi Cephe kurmaya yönelerek konjonktürü lehine çevirmeye ve azalan oylarını toparlamaya çalıştıysa da bunda tam anlamıyla başarılı olamadı. HDP nefreti (HDP ile görüşmek) adı altında şekillenen bir siyasal düşman inşası politikaları işte bu noktada işlevsel bir araç olarak gündeme geldi. Bu dil, bir yandan Cumhur İttifakı’nı basit bir seçim ittifakından bir yeni Milliyetçi Cephe’ye çevirecek sihirli değnek olarak düşünüldü. “HDP ile işbirliği”, “teröriste arka çıkmak”, “bölücülere destek olmak” dili, diğer yandan da Saadet Partisi, İyi Parti ve CHP içindeki ulusalcı kesime seslenmeye çalışan, AKP’nin kendi sağlayamadığı yeni Milliyetçi Cephe’nin dışında kalan muhaliflerin bir araya gelmesini ve sağlam bir karşı ittifak kurmasını engelleme amacı güden siyasetin manivelası olarak da kullanıldı.

İzninizle söylediklerimi toparlamak isterim: “HDP ile görüşmek” ne yazık ki yaklaşan seçim sürecinde üzerinde epey konuşulacak bir konu. Sanıyorduk ki sadece AKP -bir seçim stratejisi olarak- muhalefetin HDP ile görüşmesinden nemalanmak peşinde. Oysa görüyoruz ki, mevzu HDP olduğunda sadece AKP değil İyi Parti de aynı samimiyetsiz, buyurgan ve popülist bir dili kullanmakta hayli mahir.

Sonuçta seçimlerle ilgili hangi kamuoyu araştırma şirketi hangi sonucu çıkarırsa çıkarsın değişmeyen bir şey var ki o da seçimi sosyalistler ve HDP'nin belirleyecekleri gerçeğidir.

Siz HDP ile gö-rü-şe-cek-si-niz. Maksat seve seve olsun.

NOTLAR: 

[1] BBC (Türkçe) bu konu ile ilgili güzel bir özet hazırlamış, konunun serencamını buradan takip etmenizi tavsiye ederim.
[2] Yazının bu kısmında Birikim’de yayınlanan “HDP ile Görüşmek” Kavramı Üzerine: Bir “Siyasal Düşman”ın İnşası” (19 Kasım 2020) yazımı yaygın olarak kullandım.


Mete Kaan Kaynar Kimdir?

1972 yılında Ankara’da doğan Prof. Dr. Mete Kaan Kaynar, Hacettepe Üniversitesi Kamu Yönetimi Bölümü’nden mezun oldu. Yüksek lisans ve doktorasını aynı bölümde tamamladı. Çalışmalarına bir süre Westminster Üniversitesi, Centre for Study of Democracy’de misafir araştırmacı olarak devam etti. Halen Hacettepe Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü Siyaset ve Sosyal Bilimler Anabilim Dalı öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır. Türkiye siyasî hayatı ve kurumlarının yapısı, tarihsel dönüşümü, işlev ve işleyişlerini konu edinen çeşitli makale ve kitapların yazarlık ve editörlüklerini yapmıştır. Bunun yanında muhtelif gazete, dergi ve haber platformlarındaki güncel yazılarına da devam etmektedir. Mete Kaan Kaynar, Ankara Dayanışma Akademisi Kooperatifi (ADA), Bilim, Sanat Eğitim, Araştırma ve Dayanışma Derneği (BİRARADA), Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (Eğitim-Sen) 5 Nolu Şube ve Özgür Üniversite gibi kuruluşların gönüllüsü, Devrim Deniz, Umut Nazım ve Ekin Eylem’in babasıdır.