Gezi’nin bakiyesi: Caferağa ve Yeldeğirmeni’nde yatay örgütlenme deneyimi

Kadıköy’ün Yeldeğirmeni ve Caferağa semtlerinde kurulan mahalle dayanışmalarından bir grup insan, yatay örgütlenme tecrübelerini kitaplaştırdı. Gezi direnişinde kurulan ve 2015 yılının sonlarına kadar faaliyette bulunan dayanışmaların eylemcileri ile anılarını, dönemin koşullarını ve yatay örgütlenmede karşılaşılan sorunları konuştuk.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR – Gezi direnişi sırasında kentin farklı yerlerinden eylemlere gelen binlerce kişi, bir aradalıklarını güçlendirmek ve Gezi’de yaratılan pratiği kendi yaşam alanlarına taşımak için mahallelerinde dayanışmalar kurdu. Bu mahalle dayanışmaların birçoğu Gezi’den sonraki birkaç aylık dönemde dağılırken Caferağa ve Yeldeğirmeni Dayanışmaları, faaliyetlerini daha uzun süre devam ettirmeyi başaran yapılardan oldu.

Geçtiğimiz hafta NotaBene Yayınları’ndan çıkan ‘Yeniden İnşa Et: Caferağa ve Yeldeğirmeni Dayanışmaları Yatay Örgütlenme Deneyimi’ isimli kitap, bu iki mahallede dayanışmalar dağılana kadar geçen süreçte yaşanılanları özeleştirel bir biçimde aktarıyor. Kitabın yazarları ile mahalle dayanışmaları, yatay örgütlenme, işgal evleri, yapılan hatalar ve elde edilen kazanımlar üzerine konuştuk.

‘SORUNLAR KİŞİLERLE DEĞİL, YAPI İLE ALAKALI’

Öncelikle ortak bir çalışmanın ürünü olan bu kitabı hazırlama süreci nasıl gelişti?

Evren Kocabıçak: Kitap çalışmasına başlamadan önce mahalle dayanışmalarındaki dağılmışlığın nedenleri üzerine kafa yormaya başlamıştık zaten. Benzer sorunlar, dayanışmalardan sonra ortaya çıkan benzer yatay örgütlenme iddiasında olan yapılarda da gözlemleniyordu. Bu nedenle sorunların aslında kişilerle ilgili değil de yapının kendisiyle olduğu fikri oluştu. Yapının üzerine düşünüp tartışmaya başladık. Nerede yanlış yaptığımızı, bundan sonraki benzeri çabalarda nelere dikkat etmemiz gerektiğini anlamaya çalıştık. İlk metinler böyle ortaya çıktı.

‘İŞGAL EVİ, POLİTİK BİR İHTİYAÇTAN ÖNCE PRATİK BİR İHTİYAÇTI’

İşgal evlerinin Türkiye'de daha önce sık görülen örnekleri olduğunu söyleyemeyiz. Yeldeğirmeni ve Caferağa örnekleri nasıl bir ihtiyacın sonucu olarak ortaya çıktı?

Alper Yılmaz: Gezi sonrası süreçte park forumları yavaş yavaş yerel deneyimlere evrilirken Caferağa ve Yeldeğirmeni Dayanışmaları biraz öne çıktı. Bu süreçte işgal evinden önce faaliyetler başlamıştı. Bu faaliyetler doğal olarak bir toplaşmayı beraberinde getirdi ve bir takım somut ihtiyaçlar ortaya çıktı. Bu fiili ihtiyaçlardan birisi de mekan ihtiyacıydı. Aslında işgal evi, politik ihtiyacından önce daha pratik bir ihtiyaç olarak doğdu. Çünkü toplantılarımızı muhtelif yerlerde yapıyorduk. Artık kış gelmeye başlamıştı. Bir de mekânsal birlikteliklerin daha kuvvetli olduğu malum. Şimdi konuşurken bile o zamanın heyecanına geri gidiyorum ve bu bile gülümsetmeye yetiyor.

‘BU ZAMANIN KAPASİTESİ, METRUK BİR BİNAYI KULLANILABİLİR HALE DÖNÜŞTÜRECEK KADARDI’

Katılım, yatay örgütlenme, rotasyon, doğrudan demokrasi gibi kavramlar kitapta sıkça karşımıza çıkıyor. Mahalle dayanışmaları nasıl bir yönetim modeli sunuyor?

Evren Kocabıçak: Temsili demokrasinin bile işlemediği bir ortamda katılımcılığın ya da doğrudan demokrasinin kalıcı hale gelmesini düşünmek pek gerçekçi değil. Burada yerelde verilen mücadelelerin bir açmazıyla daha karşılaşıyoruz, genelden bağımsız düşünülmesi pek mümkün olmuyor. Ama böyle bir ülkenin hayalini kursak nasıl olurdu; yerel yönetimlerin daha güçlü ve özerk olduğu, halk meclislerinin karar alma süreçlerinde daha etkili olduğu bir ülke yönetim olurdu. Kişinin kendisiyle birlikte yaşam alanına iradi olarak yön verebilmesinin farklı bir yurttaşlık tanımı yaratacağını düşünüyorum. Bu yeni yurttaşlığın da siyasal hayata yansıması, çok daha katılımcı, herkesin sözünü söyleyebildiği, bu ölçüde de sorumluluk aldığı siyaset anlayışı olabilir.

Volkan Bulut: Türkiye’de işgal hareketlerinin ilki Caferağa ve Yeldeğirmeni’nde yapılanlar değildi. Daha önce koca koca mahalleler işgal edildi. O dönemin kendi ruhu içerisinde Armutlu, Gülsuyu, 1 Mayıs Mahallesi gibi yerleri işgal ederek yaşam alanlarını ilan ettiler. Gezi’den sonra mahallelere dağılan dayanışmalar da bu kadarını başarabildi. Daha maksimal bir şeye çok da gitmeye gerek yok diye düşünüyorum. Küçümsemek için değil, bu zamanın yapabilecek kapasitesi de bu kadardı. Oranın kapasitesi mahalle işgal edecek kadardı, bu zamanın kapasitesi metruk bir binayı kullanılabilir hale dönüştürecek kadardı.

‘MEKAN, İÇERİDEKİLERE BİR KİMLİK, BİR AİDİYET VERİYOR’

Gezi direnişi sırasında oluşan mahalle dayanışmalarının birçoğu sonraki birkaç aylık süreçte çözülürken Yeldeğirmeni ve Caferağa’da daha aktif bir hareketin ortaya çıkmasını neye bağlıyorsunuz?

Melis Özbakır: Cevap benim için çok net biçimde mekan. Orada yapılacak o kadar çok şey var ki, temizliği, tamiri, marangozu, etkinliği vs. Mekan aslında insanları bir arada tutan bir merkezdi. Ben öncesinde Yoğurtçu Forumu'na da gidiyordum ama bir süre sonra oradan uzaklaşmaya başlamıştım. Caferağa’da beni heyecanlandıran şey mekan oldu.

Evren Kocabıçak: Mekanın içeridekilere bir kimlik, bir aidiyet verdiği kısmını atlamamak lazım. Ama aslında Caferağa ve Yeldeğirmeni’nden daha uzun süren dayanışmalar da oldu. Mesela Validebağ Savunması çok daha uzun soluklu bir mücadeleye girişti ve devam ediyor. Onlar böyle bir mekan işgali girişiminde bulunmadıkları halde daha uzun soluklu bir mücadele deneyimine sahip olabildiler.

Özgür Günay: Mekanın önemini tabii ki inkar edemeyiz. Şöyle de bir şey vardı, mekan olduğu için sürekli değişik çevrelerden insanlar geliyordu. Ve bu insanların inisiyatifte rol alması engellenmiyordu. Meclis tipi örgütlenmelerin yaygınlaştırılması için ortaya çıkan çabaların devam etmemelerinin nedeni bu olabilir. Ben bir iki tane dayanışmanın forumlarına katılmıştım. Onların gündemleri bizim gündemlerimiz gibi değildi. Bizde çok fazla değişik çevreden insan geldiği için çok fazla konu ve iş vardı. Başka bir dayanışmada zaten bu tür gündemler yoktu. Aslında biz de belli bir süre sonra sayıca çok azalmıştık, gündemlerimiz de azalmıştı. İşgal evinden sonra tekrar çoğalmamız mümkün olmuştu. 

Üzeyir Uludağ: Katılımcılar açısından bu toplantıların periyodik olarak aynı yerde yapılması çok önemli. Kadıköy Belediyesi Barış Manço Kültür Merkezi’nde bize Kadıköy Kent Dayanışması olarak bir toplantı salonu vermişti. Yerel yönetimlerin tavrı bu hareketler güçlü olduğu sürece, kamuoyunda etki yarattığı sürece olumlu oluyor. Bu güç zayıfladığı zaman, size karşı tavrı daha farklı oluyor. Bizim elimizden o toplantı salonunun alınması Gezi’nin kamuoyu üzerindeki etkisinin azaldığı bir döneme denk geliyor. Biz oradan ayrıldıktan sonra farklı yerlerde toplantılar yapmaya başladık. Etkisizleşme dönemi de böyle başladı.

‘ORTADA BİR İNİSİYATİF VARSA O İNİSİYATİFİ KESMEME İLKESİ VAR’

Çevre sorunlarından göçmenlerle dayanışmaya, toplumsal cinsiyet çalışmalarından işçi mücadelelerine farklı birçok toplumsal konuda etkinlikleriniz ve eylemleriniz oldu. Bu alanlarda ortak bir tutum geliştirmek zor olmadı mı?

Alper Yılmaz: İnanın eylem dediğimiz şey o kadar mucizevi bir şey ki, ortaya çıktığı anda tüm bu ayrılıkları ortadan kaldırıyor. Onlarca, yüzlerce ayrı görüş, ayrı dert, ayrı bakış açısı… Eylem süreci başlamadan, teorik süreçlerde çok sarsıcı ve sert tartışmalar yaşanıyordu. Ama eylem açığa çıktığında en karşı çıkanların bile o eylemin köşesini tuttuğunu görüyorsunuz.

Özgür Günay: Mekan olduğu için sürekli farklı çevrelerden insanlar geliyordu. Birisi geliyor, “Burada ekoloji ile ilgili bir şey yapmamız lazım” diyor. “Demek ki bu insan bunları biliyor, dinleyelim” diyorsunuz. Akla yakın, temel ilkelerle çelişmeyen bir durum varsa o başlattığı eylemlilik sürecinde istediklerini yapabiliyor. Başka bir insan geliyor, başka bir konu söylüyor. Aslında herkesin, bütün dayanışmanın her konuda hemfikir olması gibi bir durum söz konusu değil. “Kararlar konsensusla alınır. Forum yapılır” diyoruz elbette ama ortada bir inisiyatif varsa o inisiyatifi kesmeme ilkesi de var.

'AKTİVİSTLERLE MAHALLELİ ARASINDAKİ AÇI FARKINI GÖRDÜK'

Faaliyetlerinizi desteklemeyen mahalle sakinleri de olmuştur. Onlarla nasıl bir ilişki kurdunuz?

Melis Özbakır: İlk başta her şey çok güzeldi. Herkes çok seviyordu mahalle evini. Herkes eşyalar bırakıyordu, “Sizler çok tatlı insanlarsınız” diye gelip sırtımızı sıvazlıyordu. Evinden elektrik çekebildiğimiz, bize su getiren, çay getiren onlarca insan vardı. İlk etaplarda biraz tatlı dille, tatlı sohbetle ne yapmak istediğinizi anlatabiliyorduk insanlara. Ama bir noktadan sonra, ülkede bir şey olduğunda bir söz söyleme zorunluluğu duyuyorsunuz. Bu, işleri biraz ikircikli hale getirdi. Bir noktadan sonra mahalleli hafiften uzaklaşmıştı bizden. Mahalle evi kapatıldığında, polisler içerideki eşyaları boşalttıklarında bazı insanlar mutlu gözlerle bakıyordu. Komşularda daha farklı bir istek vardı mahalle evine dair.

Evren Kocabıçak: Aslında ilk forumlarda dayanışma ile mahalleli arasında ilk kırılmalar olmuştu. Mahallede önemli bir grup insan katların yükseltilmesini ve mahalledeki otopark sayısının artırılmasını talep etmişti. Ciddi bir kentsel dönüşüm talebi vardı, daha sıkışık ve daha yüksek binalar istiyorlardı. Bu talepler Gezi’den çıkıp Gezi’nin talepleriyle oraya gelen insanlar tarafından kabul edilebilecek şeyler değildi. Mahallelinin taleplerini acı bir şekilde fark edip aktivistlerle mahalleli arasındaki açı farkını gördüğümüz ilk nokta bu tartışmadır. Mahalleli bir yerden sonra aktivistlerin bu talepleri gerçekleştirmeye yanaşmadıklarını gördükten sonra uzaklaştı. Mahalle evi, mahallelinin birlikte bir şeyler yapmaktan ziyade, gelip şu sorunumuzu çözün diye başvurduğu bir yer haline geldi.

‘YAPILANLAR, O BÜYÜK FİKRİN HAYAT GEÇİRİLMESİNE YÖNELİK BİR İŞARETTİ’

Giriş kısmında kitabın özeleştirel bir yanı olduğunu belirtiyorsunuz. Mahalle dayanışmalarında eksik ya da hatalı olduğunu düşündüğünüz noktalar nelerdi? Diğer yandan, bu deneyimden elde edilen kazanımları nasıl yorumluyorsunuz?

Evren Kocabıçak: Farklı aktörlerin karşılaşma alanlarının yaratılmış olması çok önemliydi. Bu karşılaşmaların hem katılımcılar açısından hem mahalleli açısından dönüştürücü bir etkisi oldu. Yanlış ve eksik yapılan çok fazla şey vardı. En önemli eksik, yatay örgütlenmelerin sağlıklı işlemesini sağlayacak ilke ve mekanizmaların hızlıca kurulamamış olması oldu. Bu ilke ve mekanizmaları kurmayı başarsaydık tüm bu sürecin daha sağlıklı işleyeceğini düşünüyorum. Ama o günün koşullarında, heyecanında, gündemi yakalama telaşında, “Durun, şimdi ilkelerimizi ve mekanizmalarımızı konuşalım” dense kimse dinlemeyebilirdi.

Kadim Fırat: Gezi bir itiraz, bir ayaklanma ise bir karşı çıkışı başardı gibi gözüküyor. Yeni bir şeyin inşa edilebileceğine ilişkin söz söylenildi. O parkın içerisinde kütüphane kuruldu, forumlar yapıldı, mutfak, müzik, bostan yapıldı. Bunlar yeniden inşanın parçaları olarak görüldü. Dayanışmalarda ve işgal evlerinde ise bu itirazın nasıl hayat bulacağına ve yeniyi nasıl inşa edeceğimize dair bir dizi şey denendi. Alternatif bir hayatın nasıl mümkün olabileceğine ilişkin binlerce insan el ele verip bir şeyler denemeye başladılar. Yapılanlar aslında bir nevi o büyük fikrin pratikte hayata geçirilmesine yönelik bir işaret olarak okunmalı, bu büyük bir kazanım. Ayrıca meclis tipi örgütlenmeye ilişkin ilk defa bu kadar cüretli bir çıkış yapıldı. Elbette eksikleri, yanlışları olabilir ama sonuçta böyle büyük bir kazanım var.