YAZARLAR

Geçen Yaz: Yüze göze bulaşan erotizm

Ozan Açıktan imzalı “Geçen Yaz”, ergenlikten gençliği, çocukluktan ‘erkekliğe’ geçiş hikayesi bir bakıma. 90’lı yıların ikinci yarısında bir yazlık sitede geçen hikayenin sıkıntısı ise ana karakterin gözünden bir türlü çıkıp bütünlüklü bir büyüme hikayesine dönüşememesi. Film cinsel uyanış kısmını başarıyla anlatsa da bunu erotizme dönüştürmekte ise sınıfta kalıyor.

Ozan Açıktan’ın Netflix için çektiği “Geçen Yaz” daha ilk kadrajından itibaren tanıdık gelmeye başlıyor. En nihayetinde daha filmi izlemek için play tuşuna basmadan gençlik erotizmiyle yüklü bir büyüme hikayesi izleyeceğimizi biliyoruz. Ki bu göründüğü kadar kolay bir şey değil. Sinema tarihi, yaratıcıların kendi hayat ve gözlemlerinden hareketle yazıp çektiği benzer filmlerle dolu. Bu filmleri iyi yapan şey yaratıcının dünyasından, kafasından çıkıp ne kadar evrensel bir dile bürünüp bürünemediğinde yatıyor. Ne kadarının geçmiş güzel günlere övgü ne kadarının o döneme soğukkanlı bakmayı başardığıyla da doğrudan ilgili hale geliyor filmlerin kaderi. Bunu belirleyen şey, yalnızca merkezdeki genç ve onun çevresindeki birinci halkanın ne yapıp ettiği kadar; bu gençlerin nasıl bir ülkede/ dünyada oldukları da hiç kuşku yok ki.

Sofia Coppola’nın ilk uzun metraj filmi “The Virgin Suicides”ı, Ken Loach’ın “Kerkenez”i, Richard Linklater'ın “Boyhood”u yukarıda andığım koşulları kusursuzca yerine getiren yapımlar olarak hemen buraya not düşebileceğimiz yapımlar. Ama cinsellikle hemhal olmuş bir büyüme hikayesi içini ilk bakılacak adreslerden ikisi Alfonso Cuaron’un yönettiği “Y Tu Mama Tombien”i ve Luca Guadagnino’nun “Beni Adınla Çağır” filmleri.

Peki, “Geçen Yaz” nerede bir yerde duruyor? “Silsile”, “Annemin Yarası”, “Aile Arasında” ve yine Netflix’te izlediğimiz “Yarına Tek Bilet” filmleriyle tanıdığımız Ozan Açıktan’ın senaryosunu Sami Berat Marçali ile birlikte kaleme aldığı “Geçen Yaz”, Türkiye sinemasında yavaş yavaş bir kategori altında toplanabilecek sayıya ulaşan “yazlık filmleri” listesine eklenen yeni bir halka gibi. İlk elden söyleyelim. Ozan Açıktan, 90’lı yılların ikinci yarısındaki o ‘eski Türkiye’ hissiyatını başarıyla geçiriyor. Çocukluğu/ ilk gençliği bu döneme denk gelen kuşak için çok uzakmış gibi hissedilen aslında o kadar da uzak olmayan bir yakın geçmiş. Cep telefonunun olmadığı, internetin bilinmediği bir çağda her şeyden azade bir yaz macerası nihayetinde. Ki filmde zaten içinde bulunduğumuz iletişim çağının, o ‘masum’ günlerin son demini anlatırcasına cep telefonunun günlük hayata girişine gönderme yaparak bitiyor.

Filmimizin odağındaki isim Deniz. Açılışta arabada gördüğümüz Deniz ve ailesi yazlığa yerleştikten sonra çevredekilerin tavırlarından kahramanımızın hızlı bir büyüme kat ettiği anlıyoruz. Bu yetişkinliğe adım atma hali Deniz’in ablası Ebru’nun arkadaşı Aslı’nın da dikkatinden kaçmıyor. Aslı abla artık Aslı haline geliyor. Film de asıl olarak bu andan itibaren Deniz’in hem kendisini büyüklere ispat etme çabası hem de Aslı özelinde cinsel uyanışının hikayesi gibi. Aslında Deniz’in olduğu durum Türkiye’de büyüyenler açısından en pis zaman aralığıdır. Ne yetişkin olarak kabul görürsünüz ne de çocuksunuzdur artık… İşte bu arada derede kalma hali, Açıktan’ın hakim olduğu dönem ruhunu filmin içine bir noktaya kadar ustaca yedirmeyi başarıyor. Evden kaçışlar, küçük temaslar, kuytu köşeler, gizli gizli içmeler, küçük gerilimler, birbirini kollamalar vb. Ancak, yalnızca Deniz’in gözünde kalan ve onun bakışından etrafı göstermekte ısrar eden kamera bir süre sonra Aslı’nın bedenini de Deniz’in gözündeki şehvetle resmetmeye başlıyor. Ortamdaki cinsel uyanışı hissettirmekte sıkıntı yaşamayan Açıktan, bunu erotizme dönüştürmekde sorunlar yaşıyor. Memleket koşulları gereği sevişme sahnesi çekemeyince, bedeni bir noktaya kadar gösterebilince de bu kez Aslı’nın vücudu kameranın odağına yerleşiyor sık sık Deniz’in gözünden. Kurulamayan erotizm kadın bedeni üzerinden inşa edilirken, cinsel uyanış ise Deniz’in genç kadının bedenine attığı bakışların içine hapsediliyor. Tam da bu noktada Nisan Dağ ve Esra Saydam’ın 2014 tarihli “Deniz Seviyesi” filmini anmakta yarar var. Çünkü Ozan Açıktan’ın bir türlü inşa edemediği erotik gerilimi ustaca kurmayı başarıyordu.

Filmin bunun dışında da sorunları var. Birçok izleyicinin memnun kaldığı/ kalacağı nostalji duygusu filmde oldukça baskın. Nostalji üzerine uzun uzun ahkam kesmeye gerek yok ama bu his “geçmişin ne kadar da güzel ve masum” olduğuna dair bir fikri besliyor ki hiç öyle değildi. Üstelik o yaşlar özellikle hiç de özenilecek yaşlar değildir kanımca. Öte yandan film, Deniz’den başka karakterlere yeterince alan açmadığı için çok fazla kişisel bir alana sıkışıp kalıyor. Örneğin Aslı’nın dünyasına yeterince giremiyoruz. Üniversite sınavı gibi hayatın dönüm noktalarından birisinin yarattığı sonuçlar ana karakter bu gerilimin uzağında olduğu için yeterince güçlü verilemiyor. Deniz- Aslı arasındaki tekrar döngüsünü kırmak için hikayeye giren serseri ruhlu Burak da işlev kazanamıyor haliyle. Oysa Deniz’in Aslı’ya yönelik cinsel arzusu kadar Aslı’nın Burak’a yönelik arzusu da hikayenin odağında olmayı hak ediyor.  

Ozan Açıktan, dönemin görsel dünyasını inşa ederken tercih ettiği filtreye dair de bir cümle etmek gerekiyor. Dönemin ruhunu yansıtmak için yapılan bu tercih görsel atmosfere katkı sunsa bile, filmin sürekli aynı saatte geçtiği hissi yaratıyor. Sabah, öğle ya da akşamüstü, güneş ya da gölge fark etmiyor. Hep aynı ışık ve parlaklıkta izliyoruz filmin gündüz sahnelerini.

Öte yandan genç oyuncuların performansıyla izlenmeyi hak ettiğini belirtemeden geçmeyelim. Deniz karakterinde Fatih Şahin umut vaat ediyor. Aslı’ya hayat veren Ece Çeşmioğlu filmin içindeki durumlara mimikleriyle verdiği tepkiler, beden dilini kullanmadaki başarısıyla ayrı bir parantezi hak ediyor. Ancak burada da bir noktaya dikkat çekmek zorundayız. Her ne kadar Ece Çeşmioğlu gerçek yaşını (30) göstermese de filmde canlandırdığı liseyi yeni bitirmiş karakterden çok daha büyük göründüğü ve hissettirdiği anlar hiç de az değil maalesef. 

“Geçen Yaz”, Ozan Açıktan’ın ‘geçen yaz’ izlediğimiz “Yarına Tek Bilet” filminden çok daha iyi. Hatta Netflix Türkiye’nin en iyi filmi olduğunu iddia edenler bile var. En iyisi mi bilemem ama en samimisi olduğu kesin. Bu samimiyet filmi sempatik ve izlenilir kılsa da kusurlarını örtmeye yetmiyor.