GAFAM’ın muadili yerli ve milli teknoloji hayalleri

Başkan Koç, yüksek teknolojinin tekelci dev şirketlerine karşı Rusya ve Çin’in yaptıklarını örnek göstermiş. Türkiye’nin teknolojik gelişimini koordine edecek pozisyondaki bir bürokratın bu iki ülkeyi örnek vermesi gerçekten de altı çizilmesi gereken bir nokta.

Google Haberlere Abone ol

Sinan Tartanoğlu’nun aktardığına göre, Cumhurbaşkanlığı Dijital Dönüşüm Ofisi Başkanı Ali Taha Koç, “Dünya GAFAM’dan büyüktür. Yani Google, Apple, Facebook, Amazon, Microsoft. Dünya bunlardan büyüktür. Veri güvenliği, sınırlarımızın güvenliği kadar önemli ve önceliklidir. Bu GAFAM’ın muadillerini yapmamız gerekiyor” demiş.

Kişisel olarak bu tespitin ilk bölümüne katılıyorum. Evet, dijital dünya birkaç yüksek teknoloji şirketinin eline bırakılamayacak kadar önemli bir alandır. GAFAM’ın muadillerini yapma gerekliliğinde de Koç’un hakkı var. Abartılı olsa da bu tespit de yerinde. Nasıl olacağını kamu yetkilileri ve özel sektör düşünürken bu yazıda neden böyle bir şey yapılamayacağını açıklayayım.

SİLİKON VADİSİ: STANFORD'IN ARKA BAHÇESİ

Silikon Vadisi, bu şirketlerin bugünkü değerlerini, piyasa hakimiyetlerini, geliştirdikleri ürün ve hizmetlerin kullanım ölçeklerini temsil eden ruh olarak görülebilir. Sadece ruh değil elbette, fiziki bir mekan. 2 binden fazla yüksek teknoloji girişimi ve büyük şirketin yerleşik olduğu Kaliforniya’daki bir bölge. Öyle sıradan bir bölge de değil, ünlü Stanford Üniversitesi’nin arka bahçesi.

Yaklaşık 70 yıldır teknoloji üssü olan bölge, bugünkü sosyal medya, eğlence, alışveriş şirketlerinin merkezi haline gelmeden de ünlü bir yerdi. 1940’larda HP’nin kurulmasıyla teknoloji alanında güçlü şekilde başlayan üniversite-özel sektör işbirliği zamanla şirketlerin burada kendine yer bulmak istemesiyle bugünkü haline geldi. Kendi akışı içinde büyüyen, Stanford öğrencilerinin girişimleri için kuluçka merkezi olması risk sermayesini de buraya çekti. Kabaca üniversite, girişimcilik ve sermaye birbirini besledi.

Silikon Vadisi’ni, Stanford’ın gayrı resmi teknoparkı gibi düşünüp Türkiye’nin bugününe gelelim. Türkiye’deki birçok üniversitede de teknopark bulunuyor. Burada ofis açabilmenin belli koşulları, belli avantajları var. Girişimciler görece güvenli bir kuluçka sürecini buralarda geçirebiliyor. Diğer taraftan, merkezi İstanbul’da olan birçok şirket, Marmara Bölgesi dışındaki bir üniversitenin teknoparkında ofis kurarak vergi avantajından faydalanıyor. Hani Kızılay Başkanı “Vergi kaçırmak başka, vergiden kaçınmak başkadır” demişti ya, bunu da öyle düşünmek lazım. Genelde şirketlerin lokomotifi değil, yükünü azaltacak bir ara çözüm mekanı olarak kullanılan teknopark anlayışından dönüp tekrar Silikon Vadisi’nin başka bir niteliğine gelelim.

Trilyon dolarlık Silikon Vadisi’nin diğer bir özelliği de girişimlerin birçoğunun göçmenler tarafından kurulmuş olması. 2018’deki bir araştırmaya göre, ABD’deki girişimlerin yüzde 55’i göçmenler tarafından kurulmuş ve tahmin edebileceğimiz gibi bu girişimlerin çok büyük bölümü de Silikon Vadisi’nde bulunuyor. Uber, Stripe, SpaceX, Moderna Therapeutics gibi şirketler iş kollarında dünya çapında bilinen şirketlerden sadece bazıları. Şimdi bu açıdan Türkiye’ye bir bakalım. Tahmin edebileceğiniz gibi ortada bakabileceğimiz pek fazla bir şey yok. Zira Türkiye, göçmenlerin iyi standartlarda yaşayıp bir şeyler üreterek yeni bir hayat kurabilecekleri bir yer değil; Afrika ve Asya’dan Avrupa’ya göçün mecburi istikameti üzerindeki son sıçrama tahtası. Bırakın nitelikli göçmenleri cezbedecek şartlara sahip olmasını, kendi yetiştirdiği kalifiye insanları bile ülkede tutma konusunda başarısız bir ülke.

Silikon Vadisi’ni Silikon Vadisi yapan asıl mekanın Stanford Üniversitesi olduğu konusuna gelecek olursak bilinen hikaye şu şekilde: 2. Dünya Savaşı sonrası Stanford mühendislik hocalarından Frederick Terman, öğrencileri William Hewlett ve David Packard’ı bu bölgede bir yüksek teknoloji şirketi kurmak için cesaretlendirir ve hibe bile almalarını sağlar. Böylece Stanford öğrencileri için de iş imkanı doğacaktır. Terman’ın Stanford’da dekan olması ve akademisyenlere bu tür girişimlerin büyümesi için, içlerinde yer almasını telkin etmesi, bu şirketleri destekleyecek hibe ve kredi programlarına ön ayak olması da Vadi’nin bugününe gelen yolu açar. Terman bunu kendisiyle sınırlı kalacak basit bir çabadan ziyade daha sistemli ve kurumsal yapmak adına Stanford Endüstri Parkı’nı kurarak üniversite-özel işletme işbirliğini de ilerletir. Bugünkü anlamda bildiğimiz teknoparkların atası da burasıdır.

Türkiye’deki üniversitelerde böyle bir serpilmeyi gerçekten de bugün hayal edebiliyor musunuz? Yani kampüsünün ortasından devasa yollar geçirilmek için istimlak edilen, ağaçları kesilen veya rektör atamalarıyla akademisyen kadrosu birkaç yıl için yenilenen veya şehirle bağlantısı tamamen koparılacak kadar uzaklara alel acele taşınan köklü üniversitelerden böyle bir inisiyatifin çıkmasını beklemek ne kadar gerçekçi?

RUS VE ÇİN ÖRNEĞİ

Dünya düzeninin adil olmadığı ve modern dönemde şartların kesinlikle eşit olmadığının herkes farkındayken dijital teknolojilerin kolay ulaşılabilir olması, bilgiye erişimi kolaylaştırdı. Ulaşmak istediğiniz iyi bir üniversitenin dersiyse şu an birçoğuna hiçbir ücret ödemeden ulaşmanız ve kendi azminizle bir şeyler başarmanız mümkün, evet ama teoride mükemmel görünen bu eşitlik pratikte hem insanların tercihleri hem de teknolojiyi var edenin zorbalığı dolayısıyla böyle yürümüyor.
Teknolojiyle iş yapmak demek yeni Türkiye’de genellikle bir fikir veya emek gerekmeden, kolay yoldan parayı bulmak veya teknolojik okuryazarlığı noksanlığını kullanıp Tosuncuk gibi insanları dolandırmak anlamına geliyor…

Yazının başında bahsettiğim habere göre Başkan Koç, yüksek teknolojinin tekelci dev şirketlerine karşı Rusya ve Çin’in yaptıklarını örnek göstermiş. Türkiye’nin teknolojik gelişimini koordine edecek pozisyondaki bir bürokratın bu iki ülkeyi örnek vermesi gerçekten de altı çizilmesi gereken bir nokta. Rusya ve Çin, piyasaya giriş şartlarının çok kısıtlı veya tamamen kapalı olması dolayısıyla bu şirketlerinin benzerlerini meydana çıkarmakla mükellefti. Diğer seçenek, Batı’ya kapılarını sonuna kadar açmalarıydı ki son 100 yıllık siyasal tarihe göre bunu yapmalarını beklemek pek de gerçekçi olmazdı. Vatandaşlarının büyük bölümü fiziksel dünyalarında sefaletle boğuşurken dijital dünyada da bildiğimiz dünyanın dışında, kendi paralel evrenlerinde yaşıyorlar. Dijital devrim dünyayı küçültecek derken, Rusya ve Çin örneğinden görülebileceği gibi aslında birbirinden tamamen farklı dünyalar yarattı.

Aslında bu konu üzerine daha çok konuşulabilir elbette ama yazıyı da bir yerde bitirmek gerekiyor. Toplumsal, siyasal, hukuki ve ekonomik şartlar bir araya geldiğinde kaçınılmaz olarak yüksek teknoloji şirketleri de kurulur, Türkiye’ye tersine göç de başlar. Günlük popülist politik söylemlerden çok daha fazlası gerek yani. Belki de önce üniversitelerin özerkliğini yeniden tesis ederek başlamak istersiniz, ne dersiniz?