Gabriel Garcia Marquez yaşasaydı bu romanı ne yapardı?

Gabriel Garcia Marquez'in 'Ağustosta Görüşürüz' romanı Emrah İmre çevirisiyle Can Yayınları tarafından yayımlandı.

Google Haberlere Abone ol

Bir yazarın ölümünden sonra yayımlanan kitabını okumak, okurda tuhaf bir his bırakır. Öyle ya yazarın kendini ifade etme şansı yoktur artık. Okur, eldeki neyse onunla yetinmelidir. Söyleşi, kısa bir mülakat ya da öznesi tarafından manayı derinleştirecek herhangi bir mecrada yayımlanan herhangi bir söz mümkün değildir bu saatten sonra. Bir yandan da garip bir eksiklik, bir yarım kalmışlık gizlidir son kitapla buluşmada. Akla niyeyse o kişinin ölümünden önceki son anları geliverir. Yazarın ölümünden sonra yayımlanan kitabını okumak, o kişinin ölümünden önce ne düşündüğünü düşünmeye çalışmaktır bir yandan da… Marquez’in ölümünden yaklaşık on yıl sonra yayımlanan son kitabı 'Ağustos’ta Görüşürüz' de böyle bir izlenim bırakıyor okurda.

Kitabın başında ve sonunda Marquez’in çocukları ve editörü sunuş babında kitabın yolculuğundan bahsediyorlar. Çocukları, yazarın ölümünden önce yayımlama konusunda kesin karar vermediği bu kitabın yayımlanmasının okura karşı ahlaki sorumluluğunu açıklamaya çalışırken, editörü, yazarla çalışma sürecini ve kitabın evveliyatını yazarın hayatından doneler sunarak aktarıyor. Yazarın hafıza mefhumu ile olan ilişkisi her iki bölümde de öne çıkıyor. Marquez, çalışmasını derinleştirmek istediğinde zihni kendisine oyunlar oynamaya başlıyor ve eserle arasına mesafe girmeye başlıyor. Gerek çocukları gerekse de editör, yazarın –biraz da- bu çabasından hareketle kitabın yayımlanması gerektiğini düşünüyor.

MARQUEZ EDEBİYATININ BÜYÜLÜ YANI

'Ağustos’ta Görüşürüz', her ne kadar yayımlanması konusunda nihai kararı kendisi vermese de Marquez’in diğer romanlarından çok azade değil aslında. Bu kısa roman, yazarın sıklıkla ele aldığı tema ve durumlardan hareketle şekilleniyor. Karakterler, onun diğer romanlarında olduğu gibi kendilerinin farkında… Ancak aynı karakterler hayatın tuhaf döngüsü içinde başlarına gelenlere ziyadesiyle şaşırmayı becerebiliyor. Bu şaşırma hali, onları bir girdaba sürüklemiyor. Marquez’in karakterleri her daim bilge. Yine ve yeni olana uyum sağlamakta olabildiğince mahirler. Onun başarısı da kanımca burada yatıyor. Marquez’in kitaplarının hemen tamamına yakınında onun bu engin felsefesi okurun karşısına çıkıyor. İnsanın odağında olduğu bu garip alemde, türlü türlü hadiseler olurken, karakterler tatsız ve acı olana alışkın bir tavırla yolculuğuna devam edebiliyor. Marquez edebiyatının büyülü yanı, tam olarak bu bağlamdan hareketle şekil alıyor. “Sıradan” olan insan, yazarın bu tuhaf dünyasında varlığına bir anlam kazanıyor. İyi-kötü ya da güzel-çirkin gibi klasik çatışma öğelerinden karakterlerini sıyırmayı başaran Marquez, çoğu zaman karakterlerinin temsil ettiği çatışma özelliklerinin karşısına soyut bir karşıt yaratıyor. Bu açıdan yorumlandığında iyi olan karakterin tam karşısında, kötü olan sistem/toplum/grup ya da bizzat aynı karakterin kendisi bulunuyor. 'Albaya Mektup Yok' ya da 'Kırmızı Pazartesi' düşünüldüğünde örneğin, olay örgüsünde yer alan nesnel kötünün sistem ya da toplum olduğu öne çıkıyor. Bu kasıtla benzer bir seyrin 'Ağustos’ta Görüşürüz’de de göze çarptığı söylenebilir.

Her yıl ağustos ayında Karayipler’de yer alan bir adayı günübirlik ziyarete giden 40’lı yaşlarındaki Ana, adaya vardığında annesinin mezarını ziyaret eder, geceleyin bir otelde konaklar ve sabah ilk vapurla huzurlu evine döner. Yirmi küsur yıldır devam eden mutlu bir evliliği vardır. Görünüşte her şey yolundadır. Ta ki Ana, yine bir Ağustos ayında annesinin mezarını ziyaret etmek için tekrar adaya gidene kadar…

Ağustosta Görüşürüz, Gabriel Garcia Marquez, Çevirmen: Emrah İmre, 88 syf., Can Yayınları, 2024.

Ana, yaptığı son yolculukta adaya varınca gizemli bir adamla tanışır. Yüzünü bile seçemediği bu adamla, hiç adeti olmasa da, o gece birlikte olur. Aldatmanın tuhaf büyüsüne kapılır ve bütün bir yıl, tekrar ağustosta yapacağı ada yolculuğunu bekler. Niyeti ne aynı adamla bir araya gelmek, ne de başka biriyle birlikte olmaktır. Daha çok aynı eyleme bir kez daha kalkışıp kalkışmayacağını, buna cesaret edip etmeyeceğini tartmak ister. Ana’nın birkaç yıllık sürecini ve adada geçirdiği günleri konu alan bu roman, onun karakterinin derinlerinde kalmış yönlerini ve mezardaki annesiyle ortak bir yaşam sürdüğü düşüncesini tartışmaya açar. Marquez, bu basit gibi görünen olay örgüsünden hareketle, yine ustası olduğu bir anlatım biçimi yaratır. İlk olarak güçlü bir atmosfer kuran ve okuru, baştan itibaren anlattığı dünyaya inandıran yazar, zamanla karakterin karmaşık ruh halini ortaya serer. Okur, karakterle birlikte onun hayatındaki gelişmeleri öğrenir. Önceden hazırlanmış bir plan ya da program yoktur. Bu bağlamda, okur da tıpkı karakter gibi inanılan o dünyada savunmasızdır. Bir yön çizmeye çalışan karakter, okurla tartışma halinde gibidir daha çok. Yeni ada yolculuğunda Ana’yla birlikte karar vermeye çalışır okur da… Onun karşısına yeni biri çıkacak mıdır? Ana, bu yeni kişiye nasıl reaksiyon gösterecektir? Metin bu yönüyle, okura daha katılımcı bir pozisyon bahşeder. Zira Ana’nın eylemleri ya da eylem düşünceleri, okur için garip bir gerilim unsuru olarak resmedilir. Diğer yandan Marquez edebiyatının yapısal yönü, bu romanda da okurun karşısına çıkar. Ana karakterin karşısında yer alması gereken çatışma unsuru, yine soyut bir şekilde temsil edilir. Ana, eşini aldattığı için ne kocasına karşı bir sorumluluk duyar, ne de kendine karşı… Ancak imzalamış olduğu sözleşme, onu içten içe topluma karşı sorumlu kılar. Okur, Ana’nın aile yaşantısına tanık olduktan sonra gerilmekten ziyade rahatlar.

Romanın bir başka yönü, Ana’nın derin kişiliğinde ortaya çıkar. Ana, yeni biriyle birlikte olmak için eyleme girişmeye karar verdiğinde daha çok kendisiyle mücadele eder. Bir yandan dürtülerini kontrol altına almaya çalışırken, diğer yandan hissettiği şeyin meşru ve haklı olduğunu düşünür. Ana’nın kendiyle giriştiği bu mücadele, onu tam anlamıyla bir Marquez karakteri haline dönüştürür.

'Ağustos’ta Görüşürüz' için Marquez romanlarının ruhunu yansıttığı söylenebilir. Hakkında yapılan yayımlanmalı/yayımlanmamalı tartışmasına ise bir yerlerden kıs kıs güldüğünü düşünmek işten bile değil.