YAZARLAR

Futbolun kayıp sanatları: Kaleciyi çalımlamak

Oyuncuların ten renginden, atılan gollerin türlerine kadar her tür çeşitlilik futbolu besleyip bugünlere getirdi. Şimdi ise bu renklilik güç dağılımından oyuncu tiplemelerine kadar her alanda giderek aşınıyor.

Küçükken mahalle maçı yapmış, bilekleri biraz yumuşak olan herkes hayatında en az bir defa kaleciyi çalımlamış, tam golü atacakken çizgide topa basıp yere eğilerek kafasıyla içeri yuvarlamıştır. Boş kaleye gol atmanın farklı yolları var. “En güzel gol boş kaleye atılan goldür” diyen Cruyff, paslaşmalarla kaleciyi devreden çıkarmaya bayılırdı. Aynı sonucu veren ve yok olmaya yüz tutan bir geleneksel sanat daha var: Kaleciyi çalımlamak, ya da kaleciden sıyrılmak.

ESKİ USTALAR

Karşı karşıya pozisyonda topla beraber kaleciyi geçip ağları havalandırmaktan söz ediyoruz. Bu bileşik hareket on yıllar boyunca göze hoş gelen bir gol seçeneği oldu. 1970’lerde George Best, 80’lerde Ian Rush, Gary Lineker, Romario, 90’lardan itibaren Nwankwo Kanu, Raúl González, zaman zaman Thierry Henry ve Lionel Messi gibi yıldızlar, bu sanatın en büyük üstatları arasında. Latin ve Afrika futbolunda hep daha yaygın oldu. Pelé’nin 1970 Dünya Kupası yarıfinalinde Uruguay’a karşı topa dokunmadan kaleciyi çalımladığı ama görkemli bir şekilde kaçırdığı pozisyon, Maradona’nın 1986’de İngiltere’ye attığı yüzyılın golü (ve Messi’nin Getafe’ye attığı kopyası), Okocha’nın Bundesliga literatürüne giren ceza sahası içi slalomu gibi muazzam örnekler var.

Kaleciyi çalımlamak denince ilk akla gelen isim elbette Brezilyalı Ronaldo. 1998 UEFA Kupası Finalinde Inter formasıyla Lazio’ya, 2006 Dünya Kupası son 16 turunda Brezilya formasıyla Gana’ya attığı goller, kolektif futbol hafızamızdaki en tatlı hatıralar arasında yer alıyor. Ronaldo’nun kariyeri boyunca bu şekilde attığı kırktan fazla golü var. Bugün ise kaleciyi geçip atılan gollerin sayısı da sıklığı da azalmış durumda. Golcü-kaleci birebirleri çok daha nadir yaşanıyor. Bu değişim elbette sebepsiz değil…

ELDİVENLİ LİBEROLAR

1992 yılında yürürlüğe giren geri pas kuralı, modern futbolun en önemli dönüm noktalarından biri oldu. Zaman öldürmeyi engellemesi sayesinde oyunun hızına ve hakkaniyetine katkı yapan kural, kalecilik mesleğini de dönüştürdü. Geçmişte ayaklarını büyük ölçüde sadece ayakta durmak, pozisyon almak, nadiren de yerden gelen topları kurtarmak için kullanan kaleciler, bir gecede cahil kaldılar. İşin aslı, ani bir evrim geçirip eldivenli futbolculara dönüşmeleri gerekti. İlk 10-15 sene boyunca sahalarda hâlâ eski tedrisattan geçmiş isimler çoğunluktaydı; doğal olarak yeni rolün uygulamasında ciddi sorunlar ve büyük hatalar görüldü.

Ancak zaman içinde “libero kaleci” rolü, özellikle savunmasını önde kuran takımlar için vazgeçilmez hale geldi. Guardiola gibi “topa sahip olma” meftunları bazen kalecinin evvela “ayağı iyi olsun” istediler. Kale vuruşu kullanmak için bile topu altı pasın köşesine dikip arkadaşına (niyeyse hep Ogün Temizkanoğlu akla geliyor) bırakan kaleciler gitti, takımın pas merkezlerinden biri olan kaleciler geldi. Seviyeleri farklı olsa da çoğu makul seviyede ayak kalitesine sahip, çocukluğumuzdaki tabirle “hem kaleci hem oyuncu” halini aldı. Ayak kalitesi sayesinde “çizgi kalecisi” profili seyrelmeye başladı. Başta zorlanan kaleciler de zamanla yeni rollerini sevdi. Oyunculara has hareketleri ve müdahaleleri daha nizami uygulamaya başladılar. “File bekçileri” fileyi beklemeyi bıraktı. Kaleyi, kale sahasını ve hatta ceza sahasını terk etme konusunda daha rahat hareket eder oldu.

Fiziksel ve atletik özellikler de değişiyordu. Tıpkı nüfusun geri kalanı gibi, kalecilerin de boyu sürekli uzuyor. Futbol bugün 150 yaşını geçmiş bir ihtiyar. Araştırmalara göre, ortalama erkek boyu 1870’lerden bu yana 11 cm arttı; ama kalenin boyutları hiç değişmedi. Günümüzde kalecilerin ortalama 1.92 boyunda olduğu tahmin ediliyor. Bir başka deyişle, kapladıkları dikey ve yatay alan giderek artıyor. Kaleciler sadece daha uzun değil, aynı zamanda daha hızlı ve daha çabuk. Buna yeni roldeki pratik bilgi eklenince, kalecinin etrafından dolaşmak giderek zorlaşıyor. Bu boyut ve hızdaki birini geçmek başlı başına zor. Dahası, böyle bir cüsseyi geride bıraktığınızda size kalan açı epey daralıyor ve doğru son vuruşu yapmak güçleşiyor.

KENDİ KALENE KOŞMAK

Geri pas kuralının başlattığı trend, aslında daha genel bir değişimi haber veriyordu. Belli bir taktik ve teknik yetkinliğe ulaşmış birçok sporda, farklı pozisyonlarda oynayan oyuncuların özellikleri arasındaki benzerlik günden güne artıyor. Pozisyonlar birbirine yakınsıyor. Basketbolda üçlük atan pivotlar, futbolda “zayıf” ayağıyla 50 metreye pas gönderen stoperler artık kimseyi şaşırtmıyor. Oyuncu yetiştirmenin daha kitabi ve standart hale gelmesiyle, bir forvet ile stoper arasındaki özellik farkları giderek azalıyor. İri yarı, ağır, “kazma” stoperler artık daha nadir. Hem çok daha hızlılar. Buna kalecinin çabukluğu da eklenince, golcünün kaleciyle karşı karşıya kalmasını – ve ondan sıyrılmasını – sağlayacak alan da zaman da giderek daralıyor. Çalımın ardından vuruş yapılsa bile çizgide sizi ve topu bekleyen savunmacılar görmeniz muhtemel. Oyunun temposu arttıkça, eski büyük boşluklar hızla doluyor.

İşin savunma tarafında, stoperlerin bireysel atletik becerilerinin ötesine geçen bir faktör de var. Ofsayt taktiği özellikle 80’lerin sonunda Arrigo Sacchi’nin Milan’ıyla popüler olduktan sonra, dünyanın birçok yerinde – çoğu zaman aynı keskinlikten yoksun biçimde – uygulanmaya başladı. Ancak dönemin ofsayt taktiği şimdikinden daha farklı ve agresifti. Savunma liderinin “Haydi!” narasıyla aynı anda ileri doğru fırlayan geri dörtlü zamanlama hatası yaptığı anda, karşı yönden gelen 9 plakalı hızlı golcüyü kaçırıyor ve bir anda ondan çok uzaklaşıyor; bu sayede rakip golcü kaleciden sıyrılacak konforu buluyordu. Bugün ise hem ofsayt kuralındaki değişiklikler hem de savunmaların taktiksel olgunluğu – mesela rakibi kovalayan ekstra bir defansif orta saha bulunması – sebebiyle bu tarz gafil avlanmalar epey azaldı. Savunmacıların pozisyon bilgisi ve hamle zamanlamaları giderek gelişiyor.

Zeminlerdeki iyileşme de bir etken olabilir. Eskiden kale ağzı, penaltı noktası veya ceza yayına bakınca, fiziki haritaları andıran doku ve zemin farklılıkları görülürdü. Dolayısıyla kalesini terk eden kaleci, özellikle yerden uzanıp eliyle topa müdahale etme gibi becerileri göstermekte tereddütlü davranıyordu. Karşı karşıya pozisyonlarda çoğu zaman bütün vücuduyla hamle yapması gerektiği için, kendini atacağı zeminin güvenilirliği bu tercihi zorlaştırıyor, golü atacak rakibin topu ondan kaçırması daha kolay oluyordu. Görece homojen zeminler, kaleciyi hamle yapmakta cesaretlendirdi.

ARTIK ÖYLELERİ YOK MU?

Ancak kaleciyi çalımlayıp gol atmaktan bahsediyorsak, işe bir de bu sanatın icracıları açısından bakmak gerekiyor. Bu iş için belki de en önemli iki gereklilik, yön ve hız değiştirme becerisi. Bunlara zihinsel soğukkanlılık eşlik ediyor. Gol, futbolun zirve noktası olduğundan, golle burun buruna gelmek oyuncunun heyecanını doruğa ulaştırıyor. Bu baskı altında fazla erken ya da fazla geç kararlar gelebiliyor. Ronaldo’nun “makas” hareketlerini veya Messi’nin süssüz çalımlarını becerebilecek yüzlerce futbolcu olabilir; ama “şimdi ve burada” o soğukkanlılığı göstermek için ekstra bir özgüven gerekiyor. Teknikle ilgili küçük bir ayrıntı daha var. Son vuruş yaparken kaleden ziyade kaleciye odaklanan Messi ve Ronaldo gibi oyuncular genellikle kaleciyi geçmeye daha yatkın oluyor.

Bir diğer sebep ise futbol bilimi veya istatistikler. Yukarıdaki sebeplerden yola çıkan antrenörler, küçük yaşlardan itibaren oyuncuları – haklı olarak – eldeki verilere göre yönlendiriyor. Karşı karşıya pozisyonda kalecinin hareketlenmeye başladığı ve ayaklarının yere sağlam basmadığı anda net vuruş yapmak, çalım denemekten daha etkili. Çalım atılsa bile, topla hızla ilerlerken dar bir açıdan, savunmanın kapattığı bir kaleye vuruş yapmak pratik değil. Bu şekilde yetişen oyuncular bu yöntemi uygularken artık çoğu zaman gol atmaktan ziyade penaltı kazanmayı düşünüyor.

SORUN NE?

Diyelim ki yukarıdaki tüm argümanlar yüzde yüz isabetli ve doğru. Kaleciyi çalımlayarak atılan goller, gerçekten de burada iddia edilen sebeplerden dolayı giderek azalıyor. Peki burada sorun ne? Bu değişim çok mu önemli?

Öncelikle, futboldaki hiçbir şey çok önemli değil. Ama oyunu zaten önemli değil değerli olduğu için seviyoruz ve futbolun kıymeti çeşitlilikten geliyor. Oyuncuların ten renginden, atılan gollerin türlerine kadar her tür çeşitlilik futbolu besleyip bugünlere getirdi. Şimdi ise bu renklilik güç dağılımından oyuncu tiplemelerine kadar her alanda giderek aşınıyor. Farklı pozisyonların özellik olarak birbirine yaklaşması, çoğu takımın kupa kazanma ihtimalinin kalmaması, başka bir deyişle, standardizasyonun bireyselliğe galip gelmesi ve bunun çoğu zaman pek de masum olmayan yollarla gerçekleşmesi, oyunun hem saha için hem saha dışı varyetelerini söndürüyor. Tekbiçimlilik artarken doğaçlama azalıyor.

Kaleciyi geçmeden şut atmak gol ihtimalini artırdığı için daha doğru olabilir. Ancak farklı gol türlerini izlemek her zaman daha güzel. Ya da bunların hepsi abartılı yorumlar ve ben bir Barcelona tutkunu olarak Luuk de Jong’a baktıkça Ronaldo’yu özlüyorum…


Suat Başar Çağlan Kimdir?

1984 yılında Bornova’da doğdu. Balıkesir Fen Lisesi’ni ve Galatasaray Üniversitesi Felsefe Bölümünü bitirdi. 2010 yılında Ege Üniversitesi Sanat Tarihi Bizans Sanatı programında yüksek lisansını tamamladı. 2007 yılından beri İngilizce ve Fransızca dillerinden serbest çevirmenlik yapıyor. George Bernard Shaw, Alain Robbe-Grillet, C. L. R. James, Saadat Hasan Manto gibi yazarların eserlerini Türkçe’ye çevirdi; edebiyat, sanat ve felsefe alanındaki yazı ve tercümeleri çeşitli dergilerde yayınlandı. Gazete Duvar’da başladığı futbol yazılarına farklı mecralarda devam ediyor. Karşıyaka’da yaşıyor.