Freelance Emek: Özgürlük mü yoksa modern kölelik mi?

Özlem İlyas'ın kaleme aldığı 'Freelance Emek' İletişim Yayınları tarafından yayınlandı. İlyas ile freelance emek rejiminin mevcut konumunu konuştuk.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - Freelance Emek, “ofissizleşen” emeği anlatıyor. İnsanları evinden veya istediği yerden, istediği zaman, istediği kişilerle, istediği gibi çalışarak geçimini kazanabileceği fantezisiyle ayartarak, onlara güya özgürlük vaat eden bir emek rejimi bu. Bu sözüm ona özgürlük, 7 gün 24 saat işe koşulabilmek anlamına geliyor; üstelik “evde” olduğu için hem işveren hem hane halkının gözünde kolaylıkla görünmez hale gelen bir çalışma söz konusu. Freelance’in tasfiye ettiği iş güvencesinin yerine konan “network” (ilişki ağı) bağlantılarının da, faydacı-çıkarcı yapısıyla nasıl yalnızlaştırıcı bir evren kurduğunu görüyoruz.

Kitap, gitgide yaygınlaşan freelance çalışma koşullarının, güvencesizliği katmerlendirirken, neoliberal özgürlük vaadinin hilafına çalışanları suçluluk ve utanç duygularına sürüklediğini gösteriyor. Fakat bir teslimiyet hikâyesi değil bu; Özlem İlyas, freelance emekçilerin direniş ve örgütlenme tecrübeleri içinden, alternatif bir özgürlük tahayyülünü arıyor.

“Freelance” kavramının doğuşundan bahseder misiniz? Freelance çalışan kimdir? Bu üretimi tercih eden kimselerin ‘bireysellik’le ve emekle ilişkilerine dair ne söylersiniz?

Freelance sözcüğü aslında erken 1800’lü yıllarda Avrupa’da paralı askerlere verilen admış. “Serbest/özgür mızrak” diye de doğrudan çevirebiliriz. Günümüzde ise herhangi bir işverene bağlı olmadan, güvencesiz çalışan ve çoğunluğu beyaz yakalı işçileri için kullanılıyor. Avrupa ve ABD’de başka ifadelerle de yasada tanımlayabiliyorlar; kendi hesabına çalışan, bağımsız çalışan gibi. Türkiye’de ise yasal tanımları olduğu pek söylenemez. Çağrı usulü çalışma ve uzaktan çalışmaya yönelik düzenlemeler var ama freelance çalışanların bu sözleşmeleri pek kullandığını düşünmüyorum. Ofissizler Freelance Dayanışma Ağı’nın düzenlediği bir ankete katılan freelance çalışanların %55’i de hiç sözleşme yapmadığını, yaklaşık %19’u ise nadiren sözleşme ile çalıştığını ifade etti. En sık freelance çalışılan sektörler arasında da çevirmenlik, yayıncılık, gazetecilik, yaratıcı yazarlık, yazılım/bilişim, tasarım, araştırma ve sanat endüstrilerini sayabiliriz.

Bahsettiğim dayanışma ağının da tespit ettiği en temel meselelerden biri freelance çalışmanın beraberinde bir yalnızlık getirmesi olmuştu. Bunu katmerlendiren sebeplerden biri de çalışma saatlerinin düzenli olmaması, güvencesizlik ve ev içi emeğin yükünü sayabiliriz. Freelance çalışanlar çalışmadıkları vakitlerde de ya iş arıyorlar, ya iş ilişkileri kuruyorlar veya ev içinde kendilerinden daha fazla beklenebilen ev/bakım işlerine vakit ayırabiliyorlar. Sonuncusunun cinsiyetler arası eşitsizliği de körükleyebileceğini tahmin edersiniz. Bu durumda sosyalleşmek için iş dışında da az zaman oluyor. İş arkadaşlarıyla aynı mekânı ve zamanı paylaşmadıklarından da kendilerini hem manevi hem mesleki anlamda yalnız hissedebiliyorlar. Bunun beraberinde getirdiği duygulanımsal ve siyasal sonuçlara bakmaya çalıştım.

 “Freelance” güvencesiz emeği çağrıştırıyor. Emekçi tarafından bakınca bu çalışma modeli bir tercih midir zorunluluk mu?

Aslında freelance çalışmaya geçişi tercih ve zorunluluk ikiliği üzerinden tartışmayı pek anlamlı bulmuyorum. Zira daha karmaşık ve farklı faktörlerin dahil olduğu geçişler söz konusu. Sektöre, çalışanın tecrübesine, daha öncesi çalıştığı işyerlerindeki deneyimlere, eğitimine ve kültürel/maddi sınıfsal ilişkilerine göre değişiyor. Örneğin çeviri sektöründe güvenceli çalışma kalmamış durumda; freelance çalışmak norm haline gelince tercih etmek söz konusu da olmuyor. Benzer bir şekilde gazetecilikte de anaakım medyanın iktidara yakın şirketlerce satın alınmasıyla kitlesel işten çıkarmalar olmuştu; bunun sonrasında freelance çalışma yaygınlaştı. Öte yandan diğer sektörlerde tercih olarak nitelenebilecek geçişlerin nedenlerine yakından baktığımızda çalışma koşullarındaki zorlukları görüyoruz. Çalışanlar işyerlerinde mobbing, fazla mesai, ücret düşüklüğü, ayrımcılık ve izinlerin yetersizliği nedeniyle freelance çalışmaya geçebiliyorlar. Buna bazen emek güçlerinin yeniden üretiminin mümkün olabilmesi için başvuruyorlar. Aynı anda çalışma düzeninin engel olduğu bir arzu olan kendini gerçekleştirme arzusuna alan açabilmek umuduyla freelance çalışmaya geçiş yapabiliyorlar. Yani işyerinde ya olumsuz deneyimlerinin sonucu ya da işsiz kalma durumunda freelance çalışmaya geçiliyor. Sonrasında freelance çalışmayı da sürdüremeyip tam zamanlı işlere geçiş yapan, hatta bu döngüyü birkaç kez tekrarlayanlar oluyor. Çalışma koşullarının zorlukları karşısında örgütlü bir mücadele olmadığında kişiler bu tür çabalarla başka türlü çalışma ve yaşama ilişkileri kurmaya çalışıyor.

“Freelance çalışma” emek mücadelesinde nerede duruyor? Sınıfsal olarak tanımını yapar mısınız?

Freelance çalışmada sınıfsal ilişkiler aslında oldukça çeşitlilik arz ediyor, ki çalışmada aslında göstermeye çalıştığım şey de bu durum. Tek bir sınıfsal tanım yapamayız; kendi hesabına çalışan daha bağımsız sınıf süreçleri deneyimleyenler de var, bir işverene parça başı güvencesiz çalışanlar da. Dahası farklı projeleri kolektif olarak üstlenip, üretimi de sonrasında ortaya çıkan değeri de ortaklaştırabilen freelance çalışanlar da mevcut. Hangi ilişkiyi kurdukları yine sektörlerine, müzakere güçlerine, piyasada sahip oldukları becerilerin değeri ve çalışma ilişkilerine yaklaşımları gibi farklı süreçlerle belirleniyor.

Bu çeşitliliği nasıl anlamlandıracağımıza gelince. Aslında üretim araçlarına sahip olan veya olabilecek bu kesimin aracı şirketleri ortadan kaldırıp kendi artık değerlerine el koyabilecekleri bağımsız ve komünal sınıf ilişkilerine geçmeleri mümkün. Örneğin yazılımcılar tarafından kurulmuş Albatros Bilişim Kooperatifi Girişimi ile iki tasarımcı ile bir yazılımcının kurduğu Bağımsız Atölye oluşumları kolektif üretim ve bölüşümün imkânlarına işaret ediyor. Öte yandan freelance çalışanların sosyal güvence ve gelir güvencesinden yoksun oluşları gerek bu tür oluşumları, gerekse hak temelli politikalara katılım güçlerini olumsuz etkiliyor. Dahası çalışırken yalnız olduklarından iş hayatında yaşadıkları sorunları kendilerinden kaynaklanan bireysel sorunlar olarak görebiliyorlar. Freelance çalışanların kurduğu Ofissizler Dayanışma Ağı bu yüzden öncelikle yaşadıkları sorunların kişisel değil, koşullarından kaynaklandığını göstermeye yönelik çalışmalarla işe başlamıştı.

 Mevcut politik atmosferde dünyada ve Türkiye’de freelance çalışanların sınıfsal örgütlenmelerine dair gözlemleriniz nelerdir?

ABD’de freelance çalışanlar sendikalaşma yolunda gitti. Sağlık sigortalarını karşılayabilmek için bir araya gelmişlerdi; üyeleri arasında network kurup freelance çalışmaya dair deneyim ve iş imkânları da paylaşıyorlar. Yakın zamanda bir ortak çalışma mekânı da açmışlardı. Öte yandan sendikaya yönelik üyelerini tüketici olarak gördüğü yönünde eleştiriler de mevcut. Avrupa’da da freelance çalışanların bir örgütlenmesi vardı ancak şu an emek temelli bir oluşum faal görünmüyor. Daha çok sermaye ve kamu ile de ilişkili network ağları kurmak için oluşturulmuş platformlar mevcut. Türkiye’de ise freelance çalışanların iki örgütlenme deneyimi oldu. İlki 2015 yılında beyaz yakalılarla düzenlenen bir dizi forumun ardından ortaya çıkan inisiyatifle kuruldu. Dünyada Mekân adıyla Beyoğlu’nda faaliyet gösteren bir ortak çalışma ve toplantı mekânıydı. Gündüzleri freelance çalışanlar gönüllü katkılarla işletilen bu mekânı çalışmak için kullanabiliyordu; akşamları da beyaz yakalı gruplar öncelikli olmak üzere farklı taban örgütlenmelerinin kullanımına açıktı. Mekân maddi sebepler ve binanın koşullarından ötürü 2019’da kapandı anca orada taşınan freelance çalışanlar Ofissizler Freelance Dayanışma Ağı adıyla bir araya geldi. Freelance çalışanların koşullarını tespit edip görünür kılmayı, freelance çalışanlar arasında deneyim ve bilgi aktarımını mümkün kılacak araçlar geliştirmeyi ve yasal düzenlemeler konusunda talepler geliştirip gündemleştirmeyi amaçladığını söyleyebiliriz.

Sermayenin, kimi özlük haklarını yok saydığı ve bunu yıpratıcı bir şekilde karşı tarafa uyguladığı bir model de aynı zamanda freelance. Bu noktada gözlemleriniz nelerdir?

En temel hak olan verilen emeğin karşılığını alma noktasında dahi freelance çalışanlar güçlük çekebiliyorlar, zira daha önce bahsettiğim gibi sözleşmesiz çalışma çok yaygın. İş yapıp ödeme alamamak da oldukça yaygın. Sadece enformel ilişkilere dayalı iş ilişkileri çalışma şartlarını da olumsuz etkiliyor. İş bittikten sonra sürekli revizyon istenebiliyor veya iş bulabilmek için belirli sosyal ilişkilere girmek, bunun masrafını da üstlenmek gerekebiliyor. Ofissizler Ağı bu nedenle freelance çalışanların kullanabileceği tip sözleşmeler hazırlayıp web sitesinde herkesin kullanımına sundu.

Elbette freelance çalışmanın sözleşme hukukuna dayanması meseleyi çözmüyor. Sözleşmeyi kabul ettirebilmek işçi işveren ilişkisinde müzakere gücüne bağlı. Yasal bağlayıcılık olmayınca sözleşmenin şartları da çalışan lehine olmayabilir. Örneğin işveren sözleşme de yapsa sigortayı ödemek zorunda değil; borçlar hukuku çerçevesinde bir sözleşme imzalayıp bu yükümlülükten kurtulabilir. Bu nokta freelance çalışanların yasada işçi olarak tanımlanmamalarından da kaynaklanıyor. Çoğunlukla şahıs şirketi kurup faturalandırma yapmaları bekleniyor. Bu durumda hem işletme masrafları hem sigorta masrafı freelance çalışana kalıyor. Geliri sıklıkla asgari ücretin bile altında kalabilen freelance çalışanlar için bu masrafları karşılamak imkânsız. Bu durumda da daha güvencesiz işlerde ve sözleşmesiz çalışmak durumunda kalıyorlar.

Neoliberalizmin “freelance çalışma”yla ilişkisine ve yaptırımlarına dair neler söylersiniz?

Neoliberal olarak niteleyebileceğimiz söylemde freelance çalışma istediğin yerden, istediğin insanlarla, istediğin zaman çalışmayı mümkün kılabilecek bir özgürlüğün kapısını aralıyor. Bunun nasıl bir özgürlük arzusu olduğuna dair düşünmek lazım zira toplumsal ilişkiler ve siyasi öznellik üzerinde ciddi etkileri olabileceğini düşünüyorum. Bu girişimcilik söylemi toplumsal çatışmalardan ve çelişkilerden kurtulmayı da vaat ediyor aslında. Çalışma hayatındaki zorluklar ve baskıdan bir kaçışı öneriyor. Kendi kendisinin sorumluluğunu alması ve güvencesizlikte hayatta kalmasına karşılık da kimseye hesap vermek zorunda olmayacağı da telkin ediliyor.

Freelance çalışanlar için bu cazip olabilir zira sıklıkla ya işten çıkarıldıkları, tam zamanlı iş bulamadıkları veya işyerinde zorlu koşulları sürdüremez hale geldiklerinden freelance çalışmaya geçiyorlar. Yani çalışma hayatında travmatik deneyimleri oluyor. Bu tür bir bağımsızlık fikri o yüzden ihtiyaç duydukları şey olabilir. Öte yandan özgürlüğün böyle bir egemenlikle özdeşleştirilmesi esasen toplumsal bağların ve çatışmanın reddine ve günün sonunda bizi siyasetsizliğe götürebilir. Dahası güvencesizlik koşulları bu kendine yeterliliğin mümkün olmadığını gösterdikçe de kendi sorumluluğunu almış olan özne ciddi raddede kaygı ve suçluluk duygularına sürüklenebiliyor. Freelance çalışanlar meslektaşlarından da habersiz yalnız çalıştıklarında yaşadıkları sorunların bireysel olduğunu zannediyor ve bu duygular katmerlenebiliyor. Öznenin gücüne böyle çelişkili bir biçimde ket vuran egemenlik fantezisini sorguya açıp özgürlüğü başka türlü tanımlamaya ihtiyacımız var.

Okurlarınızı bekleyen yeni çalışmalarınız nelerdir?

Salgınla birlikte uzaktan çalışma formlarının bir süre yaygınlaştığını gördük. Evden çalışmanın ne kadar kalıcı hale geleceği bir tartışma konusu ancak hibrit çalışma gibi formlarla da olsa hayatımıza girdi gibi görünüyor. Öte yandan freelance çalışmanın da yaygınlaşıp yaygınlaşmayacağı aslında net olarak öngörülebilir değil. Geçen sene baharda paylaşılan bir veriye göre Avrupa’da son 10 yılda freelance çalışan sayısı aslında yaklaşık %1 düşmüş. Oysa ABD’de çok hızlı bir yükseliş olacağı öngörülüyordu. Bu tür veriler bizi ezberlerimizi sorgulatabilecek türden veriler. İşverenlerin uzaktan çalışma ve freelance çalışmayı kârlı bulduğu, çalışanların da yolda zaman kaybetmemek veya “özgür” olmak için bu çalışma biçimlerini tercih ettikleri varsayılıyor. Bunlar elbette bir temeli olan tespitler ama çalışma ilişkileri daha karmaşık ve başka faktörlerce de belirleniyor. Örneğin işçiler üzerindeki doğrudan denetimi kaybetmemek için salgın hafifler hafiflemez işçilerini ofise çağıran pek çok işveren oldu. Öte yandan işçilerin örgütlü tepki verebildiği bağlamlarda evden çalışma formları işçi lehine de sonuçlar verecek bir şekilde hayatımıza girebilir.

Bu noktada hem çalışmanın geleceğine dair söylemleri, hem de ortaya çıkan farklı uzaktan çalışma formlarının nasıl deneyimlendiğini merak ediyorum. Bir de salgının başında evden çalışmaya geçen işçilerle yaptığım araştırma ciddi bir bakım krizine işaret etti. Evden çalışma ile okul ve kreşlerin kapanması denk gelince ebeveynler, maalesef özellikle de kadınlar, artan ev işleriyle bakım işlerini sürdürmekte epey zorlandı. Ücretli iş ilişkilerini de olumsuz etkilemesinden endişe ederek, bazen işten atılma korkusuyla da beraber bu ücretsiz işleri yüklenmek durumunda kaldılar. Araştırmanın kapsamını bu boyutlara yakından bakabilecek şekilde genişletebilmeyi umuyorum.