YAZARLAR

Frantz Fanon: Yaşamı ve düşünceyi kesiştirmek

Peter Hudis’in, 'Fanon ‘Barikatların Filozofu’ adlı kitabı, İbrahim Yıldız tarafından çevrilerek, Dipnot Yayınları tarafından basıldı. Kitap, Fanon’un çocukluğundan itibaren yaşamına bakmamızı sağlarken, düşünürün fikirlerinin oluşum süreçlerini de aşama aşama takip edebiliyoruz.

Dünya belirsiz bir yere doğru gidiyor. Avrupa Sömürgeciliği şeklen sona ermiş gibi görünse de sömürgeci pratikler belki çok daha sinsice devam ediyor. Başka’nın bedenini değersizleştiren politikalar, ırkçılığın ve yabancı düşmanlığının gözle görünür bir şekilde artması, popülist politikacıların bunu besleyen söylemleri, insanlar arasındaki bağların gittikçe aşınması, ortaklıklar ihtimâlinin yukarıdakilerin düşmanlaştıran politikalarıyla zayıflaması gibi sıralayabileceğimiz pek çok unsur, dünyanın içinde bulunduğu durumun sadece bir kısmını anlatmaya yetiyor. Çok sık şunu duyuyoruz birbirimizden, “nefes alamıyoruz.”

Frantz Fanon’un sömürgecilikten kurtuluş bağlamında kurduğu; “Biz isyan ederken bunu belli bir kültür adına yapmıyoruz. Birçok nedenin yanı sıra, artık nefes alamadığımız için yapıyoruz” cümlesindeki, “nefes alamama” bugün dünyayı dert eden her insanın kendisini ifade edebilmek için kullandığı bir slogan hâline gelmiş durumda. ABD’de polis tarafından katledilen George Floyd’un da son cümlesi, “nefes alamıyorum” olmuştu hatırlarsak ki sonraki eylemlerde Fanon’un bahsettiğimiz cümlesinin yankısını duyduk âdeta. Dünya insanın nefes alamadığı bir noktada, tekrar, tekrar, tekrar… Ve bu sadece insanın nefes alamadığı bir dünya değil, onun üzerinde yaşayan tüm canlıları etkiliyor.

YAŞAM DENEYİMİNDEN ESERLERİNE FANON

Böyle bir zamanda yaşarken, Fanon düşüncesi bize ne söyleyebilir? Onun yaşamıyla kesişen fikirleri üzerine düşünmek bize nasıl yol gösterici olabilir? Bu anlamda üzerine düşünebileceğimiz, Frantz Fanon’un yaşamının ve düşüncesinin bir arada sunulduğu, Peter Hudis’in, “Fanon ‘Barikatların Filozofu’” adlı kitabı, İbrahim Yıldız tarafından çevrilerek, Dipnot Yayınları tarafından basıldı. Kitap, Fanon’un çocukluğundan itibaren yaşamına bakmamızı sağlarken, düşünürün fikirlerinin oluşum süreçlerini de aşama aşama takip edebiliyoruz. Metin bizi, yazarın kendi varoluşunu fark edişinden, hayata ve düşüncesine dair yön değiştirmelerine, başka düşünürlerle ilişki ve etkileşimlerine, eleştirildiği ve eleştirdiği yönlere kadar pek çok ayrıntıyla karşı karşıya getiriyor. Ayrıca, düşünürün eserleri kitapta tek tek ele alınıyor. Bu metinlerin, nasıl ortaya çıktığı, hangi düşüncelerden beslendiği, Fanon’un yaşam tecrübesiyle kesişen noktaları, yıllar içinde değişen fikirleri nedenleriyle birlikte gösteriliyor. Böylece, Çocuk Fanon’dan, devrimci Fanon’a giden zorlu ve sapmaları olan yolda, onun yaşamına dair ayrıntılara rastlarken, onun çok tartışılan; ‘şiddet’, ‘yeni hümanizma’, ‘sömürgecilik’, ‘tikel ve evrensel’, ‘karşılıklı tanınmalar dünyası’, Marksizmle kesişen ve ayrışan noktalar gibi konular üzerine düşünebiliyoruz. Kısacası hem Fanon’u insan olarak tanıyor hem de fikirlerinin şimdiki dünya için ne söyleyebileceğine bakma şansı buluyoruz.

MARTİNİK GÜNLERİ

Fanon’un annesi Eléanore Médelicé ve babası Casimir Fanon, Atlantik kıyısındaki bir köyde doğup büyürler ve 1920’lerin başında on yedinci yüzyıldan beri Fransız sömürgesi olan, Martinik’e taşınırlar. Frantz Fanon 20 Temmuz 1925’te bu kentte doğar ve gençlik yıllarını burada geçirir. Çocukluğunda Fanon başka sömürgelerde olduğu gibi ırkçılık ve ayrımcılığın belirgin olduğu bir toplulukta bulunmamıştır. Ancak1948’de kölelik kaldırılsa da siyahların ezilen konumunun da devam ettiği bir yerdir Martinik. Buna rağmen bu bölgede yaşayan siyahlar İkinci Dünya Savaşı’na kadar kendilerini siyah olarak görmemişlerdir. Fanon, böyle bir ortamda yaşama başlamıştır, kitapta da bahsedildiği gibi, sonraki zamanlarda kişisel yaşamından çok bahsetmediği için bu konudaki bilgiler sınırlıdır. Ama Fanon’un siyah olmaya dair ilk soruları sormaya başlaması da burada başlamıştır kitapta şöyle anlatılıyor: “On yaşındayken, 1935 yılında, bir okul gezisinde Victor Schoelcher anıtını ziyaret etmesi onun tüm yaşamını değiştiren bir deneyim oldu. Schoelcher Fransız sömürgelerinde köleliği ilga eden 27 Nisan 1948 tarihli kararnamenin müellifi beyaz bir Abolisyonistti. Fanon’un beyninde o an, niçin “özgürlüklerine kavuşturulan” kölelerin değil de Schoelcher’ın onore edildiği düşüncesi şimşek gibi çaktı.” Siyahlar sözde özgürleştirilmişti ama beyazlar üzerinden tanımlanıyorlar ve görünmez kalmaya devam ediyorlardı. Fanon, bundan sonra daha eleştirel bakan bir zihin hâline geliyor. Bu onun için bir şok anı olarak tanımlanabilir. Meslektaşı Alice Cherki sonraları bu konuda şöyle söylüyor: “Bize öğrettikleri tarihin inkara dayandığını, şeylerin düzeninin (bize sunulan şekliyle) yalandan başka bir şey olmadığını ilk kez o zaman gördüm. Gene oyun oynamaya, spor karşılaşmalarında yer almaya ve sinemaya gitmeye devam ettim, ama her şey değişmişti. Maymunun gözü açılmıştı artık.” Fanon’un da siyah bedeninin anlamıyla ilk karşılaşmasıydı bu ve onun da gözü açılmıştı belki sıradan hayatına devam etmişti ama ayrıntıları artık daha iyi görebiliyordu. Özellikle İkinci Dünya Savaşı Martinik’te yaşayan siyahlar için kendi varlıklarının farkına varmak gibi bir anlam taşıyor ve bu sonraları Fanon’un da başlangıçta etkilendiği ‘zencilik’ adını alacak düşünsel ve edebi bir devrime dönüşüyor.

SİYAHLARIN DENEYİMİNİ ÖNCELEMEK

İkinci Dünya Savaşı ve sonrasında Fanon ırkçılıkla ilgili meseleyi kökünden kavramak amacıyla felsefeye yöneliyor. Sartre’ın metinleriyle de yolu bu dönemde kesişiyor. Düşüncesinin oluşumunda Sartre’dan yararlansa da Fanon için öncelik teori ne olursa olsun, onun siyah bedenin deneyimini ne kadar içerdiği veya içermediğine göre belirleniyor. Örneğin: “Fanon’un sömürgeciliğin sömürgeleştirilmiş öznenin varoluşunu şekillendirdiği yönündeki kavrayışını” formüle etmesinde Sartre düşüncesinin rolü büyükse de, “ontoloji” fikri konusunda ona katılmaz. Çünkü Sartre, özneler arası ortaklık olasılığını ilkesel olarak reddeder. Fanon’a göre; “Ontoloji siyah insanın varlığını anlamamıza imkân vermez çünkü yaşanmış deneyimi göz ardı eder.” Freud düşüncesine mesafeli tavır almasında da yine benzer bir yan tespit edebiliriz. Elbette Fanon bu düşünürlerin fikirlerini dışlamaz ancak onun ilgilendiği mesele daha çok bir teorinin siyahların yaşam deneyimiyle ne kadar ilişkilenebildiğidir. Kitapta, Fanon’un Freud düşüncesi hakkındaki fikirlerinden şöyle bahsediliyor: “Fanon, birçok psişik hastalığın ailevi varoluşun çelişkileriyle bağlantılı olduğunu kabul eder. Ona göre Avrupa toplumunda ‘aile yapısı ile ulusal yapı birbirine sıkı sıkıya bağlıdır… Aile yaşamı ile ulusun yaşamı bir orantısızlık yoktur.’ Her halde de baba figürü baskındır. Ne ki Fanon Freud’un (Lacan, Jung, Adler gibi psikanaliz geleneğinin diğer simalarının da) düşüncelerine karşı eleştirel bir tavır alır çünkü onların yaklaşımı, düşünüre kalırsa, siyah insanın yaşanmış deneyimini hesaba katmamaktadır.” Siyah bedenin yaşam deneyimi, Fanon düşüncesinin sonucu değil sebebidir. Bu nedenle o, teorisini oluştururken, felsefe, psikoloji, edebiyat metinlerini dışlamaz ama siyah insanların yaşam tecrübesiyle kesiştirebilmek ve bu açıdan teoriyi işlevselleştirebilmek onun asıl amacıdır. Metinde yazarın eserlerinin oluşum süreçlerinde, etkilendiği isimlerin metinleriyle kurduğu diyalogda, bunun izine rastlayabileceğimiz başka örneklerin de olduğunu ekleyelim.

SOSYAL ANTROPOLOG TİTİZLİĞİ

Fanon’un hayatının dönüm noktalarından biri, 1953’te Cezayir’e varması olacaktır. Burada daha önce karşılaştığından çok daha etkisi büyük bir ırkçılıkla tanışır. O psikiyatr olarak çalışmaya gitmiştir ama hayatını değiştirecek çok fazla tesadüf gizlidir onun bu deneyiminde. Onun buradaki psikiyatr olarak gerçekleştirdikleri de bana kalırsa fikirleriyle ilişkileniyor bu nedenle üzerinde durmak gerek. Fanon, “aklını insanlar arasında ilişki kurmaya, bütün farklılıkları ortadan kaldırabilecek bağa takmış olan” bir düşünürdü, Hudis’in söylediği gibi. Bu onun psikiyatr kimliğinde de önemli bir yer tutuyordu. Cezayir’de bulunduğu sırada bu konudaki fikirlerini de uygulama fırsatı buluyor. Onun yönlendirmesi ve ısrarıyla çarpıcı pek değişim uygulamaya koyuluyor. Mesela, “haftada iki kez doktorlar ile hastalar bir araya gelip hastanenin işleyişini tartışacaklar, bu arada hastalar zihinlerindeki şeyleri söylemeye teşvik edilecekti; hastalar haftalık gazete çıkaracaklardı; hastaların birbirleriyle iletişime geçmeleri için sosyal ve kültürel etkinlikler düzenlenecekti…” Fanon, insanlar arasında ilişki kurmanın önemine, insanlar arasında bağlar yaratmaya inanıyordu, onun insana inanmayı hiç bırakmamasının altında yatan, çok bahsedilmese de yeni bir hümanizm anlayışı geliştirme çabası vermesinde, belki de psikiyatrlık deneyiminin etkisi olmuştu. Fanon’un Cezayir’de bu alanda yaptığı çalışmalar yönetimin müdahalesiyle karşılaşmaz ancak uygulamaları Müslüman hastalar tarafından pek hoş karşılanmaz. Ancak Fanon vazgeçmez ve burada Müslüman hastaları anlamak için âdeta bir sosyal antropolog titizliğiyle çaba verir. Müslümanların kutsal günlerini anlamaya çalışır, onların kendi inanç ve ritüellerine göre yaşayabilmelerini sağlar hattâ Arapça kurslarına katılır. Müslümanların “delilikten” ne anladığını öğrenmek için onların saygı duyduğu ve hastalandıklarında gittikleri ‘talip’ adı verilen hocayla görüşüp, onları daha iyi anlamaya çalışır. Bu konuda yapılan bir incelemeden şöyle bahsediliyor kitapta: “Bildiriyi önemli kılan şey yazarların betimledikleri pratikleri (Müslümanlara ait) çok ciddiye almaları ve onların talip’ini büyük bir saygıyla dinlemeleriydi. Yazıda safsata sözcüğü hiç kullanılmadı…” Başka’yı anlamanın çok da önemsenmediği bir ortamdan bakınca, Fanon’un bu çabasının ne kadar kıymetli olduğu anlaşılıyor. Bu nedenle şimdinin dünyasında Fanon’un düşüncesi kadar yaşam deneyiminin de önemli olduğunu fark ediyoruz. Benim açımdan üzerinde durduğumuz metin bu açıdan da değerli.

Peter Hudis’in “Fanon ‘Barikatların Filozofu’” adlı kitabı, düşünüre dair ayrıntılara ulaşabileceğimiz bir kitap olmasının yanı sıra günümüzden bakınca, onun hem yaşam deneyiminin hem de düşüncesinin yapı taşlarından üretebileceğimiz, yeni tartışmaların yolunu açıyor. Fanon düşüncesinin üzerinde çok durulan, Hudis’e göre yanlış anlaşılan “şiddet” gibi meselelere, onun tikeli gözeterek evrensele ulaşma çabasının ne anlama geldiğine, insandan neden umudunu kesmediğine ve daha pek çok konuya tekrar bakabiliyoruz. Bu metnin özellikle yazarın eserlerini tek tek ele alması bakımından, Fanon ile ilk kez karşılaşacak okur için uygun olabileceğini de söylemeliyiz.

Hudis’in cümleleriyle bitirelim: “Fanon incelemelerinden kazanılacak bir şey varsa o da bu eserlerin bizi yaşamı anlamlı kılan bir hedefe, yani yeni insani ilişkiler yaratmak için mücadele etmeye bir kez daha yönlendirmesidir”. Bu açıdan bakıldığında da Fanon’un mirası, şimdilerde dünya hakkında düşünen, değiştirme çabasında olan, kendi dışında kalan toplulukları anlama çabası duyan herkes için önemli bir yerde duruyor.


Emek Erez Kimdir?

Çeşitli gazete, dergi ve online sitelerde, kültür-sanat alanında on beş yıldır yazılar yazıyor.