Kentsel rant kıskacında Etiler, Sadabat Sitesi ve Beşiktaş Belediyesi

Beşiktaş’ın seçkin semti Etiler’in kentleşmeye dair hikâyesi, yeşil alanların yok edilişi, üzerine bina kondurulacak yeşil alanın kalmadığı noktada ise, semtin yıllar içinde oluşmuş tarihsel, kültürel, fiziksel dokusunu erozyona uğratan, insanı değil rantı merkeze alan kaba bir yapılaşma üzerine kurulmuştur. Yeşilin ve mahalle kültürünün Etiler’deki son kurban adaylarından biri de, benim de doğup büyüdüğüm ve halen bir dair sahibi olduğum, halihazırda son derece gergin bir kentsel dönüşüm sürecinin kıskacındaki Sadabat Sitesidir.

Google Haberlere Abone ol

Abbas Karakaya

İstanbul-Beşiktaş ilçesinin çok tanınan semti Etiler’in yerleşime açılması, ilçenin merkezi Beşiktaş’la karşılaştırılınca çok yenidir. İstanbul Boğazı’nın Rumeli yakasında sekiz kilometrelik sahil bandı üzerine kurulu Beşiktaş semtinin tarihi Bizans’a, sonrasında Osmanlı’ya kadar giderken bugünkü Beşiktaş ilçesinin sınırları içinde bulunan Etiler, 1950’lere kadar tarlalar, kırlar, yeşil tepelerle kaplı bir yerdir. Ancak 1940’ların sonunda, bugün 1. Levent diye bilinen semtte başlayan konut inşaatları, 1950’lerin başında Etiler adı verilecek mevkiye de ulaşır.

Etiler semtinin 1950’den 2020’ye yetmiş yıllık imar ve inşaat tarihi kabaca üç döneme ayrılabilir: 1950-1980 arası, 1980-2000 arası ve 2000’den günümüze. Etiler’in, bugün çoğu işyerine dönüşmüş müstakil bir-iki katlı ve bahçeli evleri 1950-80 arasındaki birinci döneme aittir. Yine aynı dönemde, çoğunluğu işçi veya memur kooperatifleri marifetiyle olmak üzere bir dizi geniş bahçeli site ve blok inşa edildiğini görüyoruz. Dilberler Sitesi, Pirelli Blokları, Yapı Kredi Blokları, Garanti Blokları, Basın Sitesi, Yıldız Blokları, Gazeteciler Apartmanı ve yazımızın ikinci kısmında daha yakından bakacağımız Sadabat Sitesi, özgün Etiler diyebileceğimiz bu ilk dönemde yapılmış küçük ölçekli toplu konutlardandır. Bu dönemde semtte hiçbir “rantsal dönüşüm” olmadığını söyleyemeyiz, ama daha sonraki dönemlere göre sayıları son derece sınırlıdır. İstanbul Boğazı manzaralı, asırlık çam ağaçlarıyla kaplı Küçük Çamlık mevkisine iki bloklu Aksoy apartmanının dikilmesi bu anlamda dönemin en bilinen emrivakisidir: İmar izni İstanbul Belediyesi’nden alınamayınca Ankara’da Bayındırlık Bakanlığı’ndan çıkartılır.

1980- 2000 yılları arasındaki ikinci dönemde Etiler’e eğlence sektörü ilgi göstermeye başlar. Bunun sonucu olarak üst gelir gruplarının yaşadığı bahçeli müstakil evler satın alınarak gece kulübü, pahalı restoranlar, büro ve şık dükkânlara dönüştürülür. Bu yıllarda, Etiler’in el değmemiş geniş kırlık ve yeşil alanları da yapılaşmaya açılır; bunun sonucu olarak Etiler’de açık alan itibariyle büyük bir yok oluş yaşanır. Bu yok oluşa en güzel örneklerden biri, Nisbetiye Caddesi'yle Küçük Armutlu arasındaki Tepecik Yolu hattıdır. Bu hat boyunca kesintisiz süren yeşil alanın yarıdan fazlası üzerine Alkent (1991) ve Sarıkonaklar (1996) adıyla, yüksek duvarlarla çevrili iki devasa site kurulur. Etiler ve çevresi en değerli spor ve açık hava etkinlikler alanlarını da bu furyada kaybeder. Örnekse, Etiler Lisesi’nin beden eğitimi alanı olarak da kullanılan geniş futbol sahasında Türkiye’nin üçüncü AVM'si olan Akmerkez (1993) yükselir. Etiler’de trafik sorunu da Akmerkez’in kurulmasıyla başlar. Ayrıca Nisbetiye Caddesi’ne açılan Tanburi Ali Efendi Sokağı’nın öbür ucunda, dut ağaçlarıyla kaplı geniş alan üzerine Doğuş Center Etiler Ofis Binası ile Maya Residences adlı bir başka kapalı site daha kondurulur. Plan ve projeleri 1990’larda yapılan bu iki yapı sırasıyla 2003 ve 2001’de tamamlanmıştır. Yine aynı dönemde, yani 1980-2000 yılları arasında, bazı bahçeli müstakil evlerin yıkılıp yerlerine apartman dikilmesi ve sokak aralarında kalmış, site yapılamayacak kadar küçük alanlara dip dibe tek apartmanlar dikilmesi de yaygınlaşan bir pratiktir. Son olarak, Etiler Mahallesi’nin sınırlı sayıdaki tek katlı gecekonduları da yine bu dönemde çok katlı “gecekondu apartmanlara” döner.

1999 Marmara depremi, Etiler’deki betonlaşma sürecinde önemli bir dönüm noktası olur. Zira depremin yol açtığı can ve mal kaybının büyüklüğü kentleşme süreçlerine radikal müdahaleleri meşrulaştırır ve Türkiye genelindeki imar hareketlerini hızlandırarak başta İstanbul, Ankara gibi büyük şehirleri olmak üzere tüm ülkeyi dev bir inşaat şantiyesine çevirir. Bu durum, 2002 yılında iktidara gelen AKP’nin inşaat sektörünü ekonominin en imtiyazlı sektörü olarak kutsaması ve yabancı sermayeyi bu sektör faaliyetleri üzerinden çekme siyaseti ile de uyumludur. Bütün bu dinamiklerin bir sonucu olarak, 1980’lerin sonunda bir iki uygulamasına tanık olduğumuz, ancak toplum genelinin dikkatinden uzak, halkın diline yabancı “kentsel dönüşüm” kavramı 2000’li yılların başından sonra hem halkın hem siyasetçilerin kelime dağarcığında şu anki sağlam yerini alır.

Kentsel dönüşüm esas itibariyle kentteki yaşamı iyileştirmeyi hedefleyen, fiziki, sosyal ve ekonomik süreçlerin iç içe geçtiği çok katmanlı ve çok aktörlü kente müdahale pratiklerinin genel adıdır. İhtiyaca göre uygulanabilecek farklı yöntemleri vardır; bu yöntemlerin en radikali ise kentsel yenileme, yani yıkıp yeniden yapmadır. Hiç şüphesiz rantı çok yüksek olan yıkıp yeniden yapma inşaat şirketlerinin en çok tercih ettikleri kentsel dönüşüm yöntemidir. Müteahhitlerle genelde yakın ilişki içerisinde olan yerel ve ulusal siyasetçilerin de genellikle aynı yöntemin destekçisi olduğu görülmektedir. Ancak güçlendirme, tadilat gibi ara çözümleri kategorik olarak reddeden yıkıp yeniden yapma yöntemi, doğal çevre üzerinde, toplumsal ilişkilerde ve ekonominin makro değişkenlerinde tamiri zor ya da mümkün olmayan olumsuzluklara yol açabilir ve açmaktadır.

Bu olumsuzlukların tümünü son yılların Etiler’inde de gözlemleyebiliriz. Etiler’de bu dönemin egemen inşaat pratiği yıkıp yeniden yapmadır ve baş hedef de semtin kuruluş döneminde kooperatif olarak yapılmış, nispeten geniş yeşil alana sahip işçi, memur site ve bloklarıdır; bununla ilgili daha ayrıntılı bir değerlendirmeyi aşağıda Sadabat Sitesi örneğinde yapacağız. Bu rantsal dönüşüm odaklı önemin alamet-i farikalarından bir diğeriyse şaibeli, dolambaçlı imar değişiklikleriyle Etiler’in dar sokaklarındaki konut alanlarına hastane, otel gibi daha hacimli yapıların sıkıştırılmasıdır. Etiler Dünya Göz Hastanesi (2007) ve Le Meridien Oteli (2012) bu tür yapıların en tipik ve en rahatsız edici iki örneğidir. Rant yaratıcı bir fırsatçılığın en bariz mahsullerinden olan bu iki yapı hem çevresindeki yapılarla olan uyumsuzluğu nedeniyle, hem de ulaşım ve gürültü sorununu ciddi oranda ağırlaştırmak suretiyle şehircilik ve planlama anlamında Etiler’e çok büyük zarar vermiş, aynı zamanda Etilerlilik kimliğine ve komşuluk ilişkilerine de olumsuz etki yapmıştır.

Görüldüğü gibi, Beşiktaş’ın seçkin semti Etiler’in kentleşmeye dair hikâyesi, yeşil alanların yok edilişi, üzerine bina kondurulacak yeşil alanın kalmadığı noktada ise, semtin yıllar içinde oluşmuş tarihsel, kültürel, fiziksel dokusunu erozyona uğratan, insanı değil rantı merkeze alan kaba bir yapılaşma üzerine kurulmuştur. Yeşilin ve mahalle kültürünün Etiler’deki son kurban adaylarından biri de, benim de doğup büyüdüğüm ve halen bir dair sahibi olduğum, halihazırda son derece gergin bir kentsel dönüşüm sürecinin kıskacındaki Sadabat Sitesidir.

SADABAT SİTESİ VE KENTSEL DÖNÜŞÜM

Etiler’in en eski toplu konut sitelerinden biri olan Sadabat Sitesi, bir grup İETT işçisinin kurduğu bir yapı kooperatifi tarafından inşa ettirilmiş. Sitede hayat 1969’da başlar. Kurulduğu zamanlardan 1990’lara kadar site ve etrafı sokaklarda arabadan daha çok insanın olduğu, bina aralarında ve açık, yeşil alanlarda çocukların günün her saati güven içinde oyun oynayabildiği, insanların birbirini tanıdığı mütevazı ve sessiz bir mahalledir. Demografik olarak, en azından 1990’lara kadar adeta küçük bir Türkiye’dir sitemiz. İlk sakinleri büyük oranda, köyden kente yoğun göçün ilk dalgasına, yani 1950'lere denk gelen dönemin insanlarıydı. Aralarında, farklı oranlarda da olsa Türkiye’nin her yöresinden, Laz'ından Balkan göçmenine, Kürd'ünden Alevi'sine hemen her etnik ve inançsal kökenli insan vardı. Herkes herkesle dost değildi elbet; ama birtakım istisnalar hariç site sakinleri arasında çok büyük gerilim veya kavga yaşanmadığı söylenebilir.

Yapısal olarak, Sadabat o yıllarda yapılmış kooperatif evlerinin tipik özelliklerini taşır. Dört blokta 124 daire vardır. Daireler küçüktür (yaklaşık 70 metrekare); bununla birlikte her daire en az iki balkona ve bir adet bodrum denilen depo (yüklük) alanına sahiptir. Kömürlük diye de bilinen bu odacıklar aslında çok işlevsel ve kıymetlidir. Eskiden sadece eski, atıl eşyanın kaldırıldığı mekânlar olarak değil, başka amaçlar için de kullanılırdı. Mesela bu odacığı biz ders çalışma odası olarak, sitedeki başka bir komşumuz saatçi dükkânı olarak kullanırdı. Benzer şekilde balkonlar da dairelerin küçüklüğüne rağmen Sadabat’ın cazibesini arttıran unsurlardı. (Evlere kapanmak zorunda kaldığımız şu korona günlerinde konut mimarisinde hızla yok olan balkonların işlevi ve kıymetini sanıyorum hepimiz daha iyi anlıyoruz)

Sadabat Sitesi gibi o yıllarda yapılmış toplu konutların bir başka çok önemli artısı sitelerin sahip oldukları bahçelerdir. Nitekim, Sadabat Sitesi’ndeki her bloğun ön ve arka cephelerinde yer alan, çam ve çeşitli meyve ağaçlarıyla dolu bahçeleri hem nefes alma ve dinlenme, hem de komşularla sosyalleşme fırsatı sunan yaşam alanlarıdır. İstanbul’daki beton yoğunluğu ve kişi başına düşen aktif yeşil alan miktarının Avrupa ortalamasının çok altında olduğunu düşününce, dairelerin küçüklüğüne rağmen böyle bir sitede oturmanın nasıl bir ayrıcalık olduğu ve insanın yaşam kalitesine nasıl büyük katkı sunacağı açıktır.

İşte bu Etiler’in son kalan bahçeli, mütevazı sitelerinden Sadabat da son beş-altı yıldır kentsel dönüşüm sürecine girmiş/zorla girdirilmiş durumda. Dönüşüme yönelik toplantılar, pazarlıklar ve tabii kat malikleri arasındaki gerilimler ve kavgalar sürüyor. Kentsel dönüşümde tek yöntemin müteahhit eliyle yıkıp sil baştan yapma olduğu fikri, resmi ve sivil değişik mahfillerde insanlara empoze ediliyor. Öyle ki İstanbul’da zemini depreme en dayanıklı birkaç ilçesinden biri olan Beşiktaş sınırları içerisinde yer almasına rağmen, Sadabat bloklarının yıkılmak yerine güçlendirilmesi seçeneği değerlendirmeye bile alınmıyor. Benzer şekilde, binanın illa yıkılıp yenilenmesi gerekliyse bile, bunun kat maliklerinin kendi kendilerine yaptırmaları fikri de, devlet desteği ve teşviki olmadığından dikkate alınmıyor. Bunun sonucu olarak, vatandaşlar haklarını tam bilmeden ve gerekli hukuki yardımı almadan müteahhitlerin önünde adeta savunmasız bir ava dönüşüyor. Kentsel dönüşümden kendi paylarına düşecek rantın cazibesi ile bazı kat malikleri adeta müteahhit firmalarının gönüllü çalışanı haline gelirken, bu kişilerle, kentsel dönüşüm sürecine veya sürecin yönetim şekline karşı çıkan komşuları arasında gerilimler, kırgınlıklar, kavgalar, hatta davalar bitmek bilmiyor.

Peki, bütün bunlar olup biterken, kentsel dönüşüm sürecinin baş aktörlerinden Beşiktaş Belediyesi ne yapıyor? Gördüğümüz kadarıyla belediye olup biten izlemekten öte bir şey yapmıyor; bundan sonra da bu sıkıntılı süreçlere aktif ve yaratıcı bir katkı sunmaya pek de gönüllüymüş gibi gözükmüyor. Oysa 5393 sayılı Belediye Kanunu’nun 73'üncü maddesi kentsel dönüşüm konusunda belediyelere geniş yetki ve sorumluluklar veriyor.(i) Bir ilçe belediyesi olarak Beşiktaş’ın kararlarının İBB’nin meclisinden onay alması şartı vardır. Buna rağmen Beşiktaş Belediyesi’nin yaratıcı bir şeyler deneyebileceğine, halkın desteğini aldıkları oranda başka çözümlerin mümkün olabileceğine ve hayata geçirilebileceğine inanıyorum. Yazının devamında bu konudaki bazı düşüncelerimi paylaşacağım.

BEŞİKTAŞ BELEDİYESİ NE YAPABİLİR?

Öncelikle Beşiktaş Belediyesi, Sadabat Sitesi’nde kangren olmaya doğru giden kentsel dönüşüm sürecine, bu geç aşamada bile, proaktif, yaratıcı, moda deyimle ezber bozucu bir biçimde müdahil olabilir. Hatta Beşiktaş Belediyesi bunu İstanbul’daki birçok belediyeden çok daha kolay, daha rahatça yapabilir. Bu açıdan Beşiktaş’ın çok önemli iki avantajı var. Birincisi, Beşiktaş, altyapı, belediyecilik ihtiyaç ve hizmetleri bakımından büyük sorunları, eksikleri olan bir ilçe değil. Kültürel olarak yönetişimi zor, fiziksel olarak çok büyük bir ilçe de değil. Bu durum Beşiktaş Belediyesi’ne kentsel dönüşüm gibi konularda mesai harcamak için daha fazla fırsatı ve zamanı olduğu anlamına gelir. Ek olarak, Beşiktaş ilçesi sınırları içinde, Türkiye’nin köklü iki üniversitesi, yani Boğaziçi ve Yıldız Teknik Üniversiteleri yer almaktadır. Belediye bu konularda bu üniversitelerle işbirliği yapma olanağına sahiptir. Bu iki muazzam avantajı kullanarak Beşiktaş Belediyesi ilçesindeki kentsel dönüşüm sorunlarını rantçı değil, yeşilini feda etmeden ve insanı merkeze koyan bir yöntemle çözebilir. Hatta böylece yaratacakları yeni modelle (adına mesela Kentsel Dönüşümde Etiler Yaklaşımı, KEDEY, diyelim) sadece Sadabat’ın ve Etiler’in değil, İstanbul’un başka yerlerindeki insanların da derdine deva olabilirler.

Bu öneri, Beşiktaş’ın genç belediye başkanı Rıza Polat ve yakınındakiler tarafından güzel ama uzak bir hayal, hatta ütopik bulunabilir. Bu bizi aşar diyebilirler. Oysa hayaller, ütopyalar için verimli, çok uygun zamanlardan geçiyoruz. Ama hadi diyelim Beşiktaş Belediyesi’nin, bu kadar iddialı bir çıkışı yapma imkânı yok. Peki, kentsel dönüşüm sürecinde biraz daha halkçı, kamucu bir tutum alamaz mı? Onu da geçtim, en azından biraz daha şeffaf, katılımcı, iletişimsel olamaz mı? Mesela Sadabat Sitesi’nin geleceği hakkında gizli, açık pazarlıklar sürerken ve bazı belediye çalışanları ve çeşitli müteahhit firmaları ile ilgili doğru, yanlış bir sürü dedikodu ağızdan ağza yayılırken, neden en yetkili ağızdan bir açıklama gelmez? Oysa insanlar defalarca belediyeye gidip oradaki yetkililere sıkıntılarını anlattılar ve belediyenin insanları toplayıp bazı konuları aydınlatmasını rica ettiler. Hatta belediye yetkililerinden, ‘tamam, olur, zaten başkan da düşünüyor, güzel fikir’ diyenler oldu. Ama bu yapılan konuşmaların ve verilen sözlerin üzerinden bir yıla yaklaşan bir zaman geçmesine rağmen, bu tür bir toplantı her nedense bir türlü hayata geçmedi. Başka bir örnek: 2019 güzünde bazı Sadabat Sitesi sakinleri belediyenin ilgili müdürleriyle görüşüyor, aralarından işlerinden izin alarak oraya gelenlerin olduğu bu insanlara, bir kez daha ‘tamam, biz, yani belediye, şirket yetkilileri ve sizle şu tarihte şu saatte toplanıp kentsel dönüşüm konusunu konuşacağız’ sözü veriliyor. O gün geliyor; ama Sadabat Siteliler belediyede hazırken, siteyi yıkıp yapmaya talip şirketten kimse gelmiyor ve yapılan toplantıda aynı talepler bilmem kaçıncı kez tekrar edilip, aynı müphem cevaplar alınıyor.

Gerçekten de Beşiktaş Belediyesi’nin bütün bu, tam bir düğüme dönüşmüş, yüksek gerilimli süreçteki “görünmezlik” halini anlamak güç. Bu görünmezlik durumu sadece kentsel dönüşümün pazarlık ve karar aşamaları ile de sınırlı değil. Bu yılın başında Sadabat Sitesi'nin ikinci bloğu tahliye edildi, bina bir taşeron grup tarafından yıkıldı. Ama iki-üç aya yayılan bu çalışmalar esnasında, belediyeye yapılan uyarı ve şikâyetler sonrasında alınan bir-iki göstermelik uygulama dışında ne gerekli güvenlik önlemleri alındı ne de yıkımı kim, hangi izinle yapıyorduyu gösteren bir levha asıldı. Ayrıca bir işçinin alınmayan önlemler nedeniyle kafasına düşen biz molozla yaralandığını duyduk, ama bu kişinin akıbetini öğrenemedik. Bütün bunlar olurken Beşiktaş Belediyesi neredeydi? Neden üzerine düşen görevi daha hakkıyla, CHP’li belediyeleri AKP’li belediyelerden ayıracak halkçı bir tutumla yapmadı veya yapamadı? Bu soru aslında daha önce de sorulmuştu, şimdi de sorulmaya devam ediyor.

(i) İlgili maddenin ilk cümlesi şöyle: “Belediye, belediye meclisi kararıyla; konut alanları, sanayi alanları, teknoloji parkları, kamu hizmeti alanları, rekreasyon alanları ve her türlü sosyal donatı alanları oluşturmak, eskiyen kent kısımlarını yeniden inşa ve restore etmek, kentin tarihi ve kültürel dokusunu korumak veya deprem riskine karşı tedbirler almak amacıyla kentsel dönüşüm ve gelişim projeleri uygulayabilir.”