Hayat 'zaman'a sığar mı?

Zaman, hayatlarımızın hakikatlerinden koparılarak sığıştırılmaya zorlanan bir “ev/işyeri”nden çıkarılıp, özgürlük ve hakikatin içinde kendini ifade edebildiği bir mekan olabildiğinde, belki de onunla kurduğumuz bağ da daha özgür bir bağ olacaktır.

Google Haberlere Abone ol

Bülent Özçelik*

MEKANIN KENARINDAKİ ZAMAN...

Korona virüsü sıkıştırıldığımız mekanlar konusundaki tartışmaları yoğunlaştırdı; bazılarının kalmak, bazılarınınsa gitmek zorunda olduğu mekanlar. Bu dönemde hayatın sıkıştırıldığı mekanların yanı sıra, uzun süredir hayatın zaman üzerinden sıkıştırıldığını düşünüyorum. Bir süredir pasif bir unsuru olmamız beklenen hayatlarımız, zamanın belirli bir parçasına sıkıştırılarak, kontrol altına alınmaktadır. “Zamanını verimli kullanmak,” “işleri zamanında tamamlamak,” “tezini zamanında yazmak,” bir zorunluluk stratejisinin parçaları olarak işliyorlar. Çalışanlarını gözlerinin önünde göremeyen işverenler, onların bu zaman boyunca ne yaptıklarını “görebilmek,” onların zamanlarını en ufak birimlerine ayrılıncaya kadar düzenlemek arzusundalar.

Zaman üzerinden hayat, uzun süredir, art arda gelen, önleyemediğimiz, gelişmelerce esir alınmaktadır. Bu kısa yorumda, zamanın kısmen kenarda kaldığını düşündüğümüz önemini, zaman, mekan, hakikat ve hayatın örgütlenmesine dair birbiriyle ilişkili iki metin üzerinden ele almaya çalışacağız; bunlardan birincisi Paul Virilio’nun Hız ve Politika’sı (Metis, 1998), ikincisi de, Byung-Chul Han’ın Zamanın Kokusu: Bulunma Sanatı Üzerine Felsefi Bir Deneme’si (Metis, 2018).

ZAMANIN İZİNDE...

Sanayi Devrimi, Fransız Devrimi ve Aydınlanma süreçlerinin yarattığı deneyimlerden biri de hayatın ve zamanın hızlanması deneyimidir. İnsanların çalışma yaşamında uymak zorunda olacakları zaman, yeni bir düzenleme aracı olacaktır. Paul Virilio bu süreci bir “askerileşme” olarak ele alacaktır. Özellikle savaş alanında yaşanan gelişmeler, hayatı hızlandıracak, askeri söylem hayata egemen olacaktır, bu durum, hayatta kalmak için daha hızlı olunması gereken bir dönemi başlatacaktır. Daha hızlı olma olanakları da, teknolojideki gelişmelerle insanın önüne çıkmaktadır: “Durmak ölümdür.” (1) Daha hızlı çalışan, daha çabuk ateşlenen silahlar yapmak gerekmektedir. Bu size diğer ülkeler/insanlar karşısında hayatta kalma şansı verecektir. Askeri sanayideki gelişmeler, savaş stratejilerinde mekanın önemini azaltırken, daha hızlı olan silahların icadıyla, zamanı ve hızlanmayı daha önemli kılmıştır. Askeri sanayiin zorunlu bir parçası olan hıza ve harekete zorlanma, “gidip gelme özgürlüğü”nün yerini alacaktır. Fransız Devrimi’nin ilk günlerindeki “hareket özgürlüğü”nün yerine, “hareketin diktatörlüğü” kurulacaktır. (2) Artık sürekli olan da “zaman savaşı”dır. Bu dönemde Batı'nın üstün olması da, kalabalık olmasındansa daha hızlı olmasındandır: “Batılı, sömürgelerdeki soykırımlarda ya da etnik bir grubun yok edilmesi gibi olaylarda, diğerleri öldükten sonra hayatta kalandır.” (3) Onlar karşısında hayati üstünlüğünü hızlı olmasından alır. Sur-vif (üst-canlı-survive) kelimesi de Fransızcada hıza ve çabukluğa, diğerlerinden daha hızlı olarak, daha çabuk hareket ederek hayatta kalma becerisine vurgu yapar. Günümüzde yaşanan, askeri sanayideki bu gelişmelerin “sivil” hayata uygulanmasıdır; yaşamın militarize edilerek hızlandırılması. Virilio’nun yaşamın askeri olarak hızlandırılması sonucu ortaya çıktığını ifade ettiği durum, ona göre hayatın her alanında yeni bir anlayışın egemen olmasını getirecektir; hızlı olanın hayatta kaldığı, ama hayatın ve hızın da anlamını büyük oranda yitirdiği bir anlayış.

Byung-Chul Han’ın hakikat ve özgürlük üzerine kurulu düşüncesindeki önemli bir uğrak olan Zamanın Kokusu ise, günümüzde zamanın atomlaşarak sıkıştığını iddia etmektedir. Zaman, dayanaklarını, hakikat ve özgürlükle bağlarını ve kokusunu yitirmiştir. Virilio’nun düşüncesini Han’ın zamana bakışıyla birlikte düşünmek, bize günümüzde zamanla kurulan yaşamsal bağı anlamak açısından yararlı olacaktır.

HAYATIN MEKANI OLARAK ZAMAN...

Esasında Byung-Chul Han, hızlanmanın günümüzdeki zamansal dağılmanın semptomlarından sadece biri olduğunu söyler. Han, zamanı deneyimlerin gerçekleştiği bir mekan olarak görür. Zaman bu anlamıyla hayatın yaşandığı süremdir ve belirli bir zamansal mekana, aralığa ihtiyaç duyar. “Deneyim geniş bir süreyi kapsar. Noktasal, zamandan yana yoksul olan hadiseden farklı olarak zaman açısından çok yoğundur. Bilgi de deneyim gibi zaman açısından yoğundur. Gücünü hem olmuş olandan hem de gelecekte olacak olandan alır.” (4) Bilgi, art arda sıralanan ve önümüze konan “zamansız” enformasyon yığınındansa, belirli bir zamanı olan, ve o zaman süreci içinde ortaya çıkandır. Günümüzde bilginin yerini alan enformasyon yığını, bilginin zamanla ve hakikatle olan bağını da koparır.

Yaşam hızlı yaşanarak doldurulunca daha anlamlı hale gelmez. Hızlanmanın yaşamın daha fazla şey yaparak yaşanmaya neden olacağına dair iddiası, aslında yaşama “telaş ve huzursuzluk” verir. Telaş ve huzursuzluk zamanı dağıtır. “Yaşam süresi artık bölümlere, bitimlere, eşiklere ve geçişlere bölünmez. Aksine bir şimdiden diğerine aceleyle geçip durulur. İnsan yaşlanmadan yaş alır. Nihayetinde uygunsuz bir zamanda yok olur gider. İşte bu yüzden ölmek hiç olmadığı kadar zordur bugün.” (5) Hayatın, zamanla kurduğu bağdaki sıkışmışlık, zorunluluklar dünyası, gidilmek zorunda kalınan zamanlar ve mekanlar, yaşamsal eylemlerin anlamından çalmaktadır.

KOKUSUNU KAYBEDEN ZAMAN...

Han’a göre, bir hat anlatısı ve teleolojik gerilim taşıyan zaman, bu anlatıyı ve gerilimi yitirdiğinde “amaçsızca vınlayıp duran noktalar halinde çözülür. Tarihin sonu zamanı atomlaştırarak noktasal zamana dönüştürür.” (6) Bu, içine enformasyonların, olayların, insanların sıkıştırıldığı bir noktadır. Bu nokta günümüzde yoğun bir şekilde yaşadığımız zamana denk gelir. O kadar çok malumat, o kadar çok olay, o kadar çok gelişme önümüze serilmektedir ki, hayat etkinliklerine süreçsel bir anlam atfeden zamanın kokusu, burada sıkıştırılmış bir değersizlik taşır. Hayatımızı etkileyen pek çok gelişme, geride kalan ve hatırlanması gerekenler, küçük bir nokta olarak kalır. Zamanımız artık bir olaylar baskısı altındadır, aynen hayatlarımızın olduğu gibi: “Atomlaşmış zaman, anlatım gerilimi eksikliği nedeniyle dikkati devamlı üzerinde tutamaz… Nokta-zaman derin düşünerek bulunmaya izin vermez. Atomlaşmış zaman süreksiz zamandır. Bu süreksiz zamanda olayları birbirine bağlayarak bir bağlam, yani bir sürem tesis edecek hiçbir şey yoktur… Günümüzde süreklilik ve sürem üreten toplumsal yapılar gittikçe dağılıyor. Atomlaşma ve yalıtılmışlık toplumun tamamını ele geçirmiş durumda.” (7)

Zamanın anlatısal gerilimleri, olaylar arasında, bir bağ ve dayanak oluşturur: “Anlatı zamana bir koku verir… zaman bütün derin yapısından veya anlamından koparıldığında, atomlaştığında, düzleştiğinde, cılızlaştığında veya kısaldığında kokusunu kaybeder.” (8) Çağımızın en büyük zaman sorunlarından biri de, anlatısını ve anlamını yitiren, yaratıcı gerilimden uzak, zamanı ve hayatı piyasa mekanizması için işleyen boş bir noktaya indirgeyen eğilimdir.

HAYAT, HAKİKAT VE ZAMAN...

Han, modern teknolojinin insanı yeryüzünden uzaklaştırdığını söyler. Yeryüzü, üzerinde ne kadar hızlı hareket edilirse o kadar daralır. Yürümek, çevreyi görmek, insanı yaşama bağlayan bir mekânsal zaman sağlar ona. Çağımız buna zaman ayrılacak bir çağ değildir artık. Günümüzde, özellikle sıkıştırılan “ev”lerde, hayatın teknoloji sayesinde bir yere gidilmeden de yaşanabileceğine güzellemeler yapılmaktadır. Oysa zaman ve mekan birlikte hayat sürer ve zaman aralıkları hayatın sürdüğü mekanlardır. Bu da durmayı ve bulunmayı gerektirir. Virilio’nun vurguladığının aksine, durmak ölüm değil yaşam belirtisidir.

Byung-Chul Han, insanlar arasındaki “bağ” ve “dayanak” konularını, insanların farklı insanlarla birlikteyken özgür olabileceği savı üzerinden ele alır; “günümüzde tam da dayanak eksikliği nedeniyle hayatın dizginlerini ele almak kolay değil. Zamansal çözülme hayatın dengesini bozuyor. Hayat amaçsızca dönüp duruyor. Bireyin zaman idaresinin yükünü azaltacak istikrarlı toplumsal ritimler veya devirler yok.” (9)

Hayatın eksiklik duyduğu şey, anlatısal bir zamandır. “Anlatısallıktan çıkarmanın semptomlarından biri, gerçekte hiçbir şey hızlanmazken hayatın kendisinin hızlandığına dair belli belirsiz bir duygudur… sahici bir hızlanma yöneltilmiş süreci şart koşar. Anlatısallıktan çıkarma ise yöneltilmeyen, yönsüz ve amaçsız bir harekete, hızlanmaya kayıtsız bir dönüp durma haline yol açar. Anlatısal gerilimin tasfiyesi anlatının yoluna sokulmayan olayların herhangi bir yön ve amaç olmadan dolanıp durmasıyla sonuçlanır.” (10)

Han’a göre, “Hakikat de bir zaman fenomenidir. Süregelen, sonsuz şimdinin bir yansımasıdır. Zamanın kopuşu, giderek ufalan, firari şimdi, hakikatin içini oyar.” (11) Hannah Arendt, günümüzdeki “hakikat sonrası” savını günümüzdeki içeriğiyle önceden teorize edebilmiştir. Arendt’in, olgusal hakikatlerin manipülasyonu üzerinden yaptığı tahlil, günümüzde kamusal alanda hakikatin varlık yokluk mücadelesini tarif eder. Burada hakikat duygusu zamanı özgürce kullanabilme ve onu bir anlatının parçası olarak yaşayabilme durumudur. Oysa, kamusal alanda, olgusal hakikatlerin manipülasyonu, “yön ve gerçeklik duyumuzun dayandığı her şeyin sallanmakta, yalpalamakta olduğu hissi, totaliter egemenlik altında yaşayan insanların en ortak ve en kuvvetle duyumsadıkları deneyimler arasındadır.” (12) Zamanın kokusu esasında hakikatin ve hayatın yitirilmesiyle ortadan kalkmaktadır. İnsanlar için anlamlı anlar, süreler, uğraklar, mekanlar olmaktan çıkan zaman, toplumlar için de her gün yeni bir enformasyon yığını içinde hakikati görmemeleri için zamanları sıkıştırılan ve çalınan bir atomize varlığa dönüştürülmektedir. Sürekli değişen, yönlendirilen ve belirli bir içeriğe sıkıştırılan gündem, hayatın bir hakikat mekanı olarak görülmesini engelleme işlevi görmektedir.

Zaman, hayatlarımızın hakikatlerinden koparılarak sığıştırılmaya zorlanan bir “ev/işyeri”nden çıkarılıp, özgürlük ve hakikatin içinde kendini ifade edebildiği bir mekan olabildiğinde, belki de onunla kurduğumuz bağ da daha özgür bir bağ olacaktır.

(1) Virilio, Paul, Hız ve Politika, Çev. Meltem Cansever, Metis, İstanbul, 1998, s. 18.

(2) Virilio, s. 34.

(3) Virilio, s. 52

(4) Han, Byung-Chul, Zamanın Kokusu, Çev. Şeyda Öztürk, Metis Kitap, İstanbul, s. 16.

(5) Han, , s. 21.

(6) Han, s. 27-28.

(7) Han, s. 29

(8) Han, s. 29.

(9) Han, s. 42.

(10) Han, s. 44

(11) Han, s. 15.

(12) Arendt, Hannah, Geçmişle Gelecek Arasında, Çev. Bahadır Sina Şener-Onur Eylül Kara, İletişim Yayınları, İstanbul, 7. Baskı, 2020, s. 348.

* Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi doktora öğrencisi