Amerika’nın görünmeyen siyah yüzü

Newark, New Jersey eyaletinde siyahların en yoğun olduğu, en eski merkezlerden biri. İlk işim için burada bir okulda görüşmeye gittiğimde, bana çevirilen gözleri dün gibi hatırlıyorum. Açıkçası hemen fark edilen, etrafta bulunan tek beyaz tenli olmamdı.

Google Haberlere Abone ol

Onur Mutlu*

Irk, dün gibi konularda genellemeler yapmak, kesin hükümler vermek büyük hataları da beraberinde getiriyor. Ben de bunun bilinciyle George Floyd’un sadece siyah olduğu için sokak ortasında tüm gözlerin önünde polisler tarafından öldürülmesinden ve kendi tecrübelerimden yola çıkarak Amerika’nın görünmeyen siyah yüzünü sizlerle paylaşmak istedim.

Burada siyahların yoğun olduğu yerlerde yaşama ve çalışma imkanı buldum. Amerika’ya ilk geldiğim zamanlar dikkatimi çeken, büyük ihtimalle de kendi ülkemdeki insan davranışından farklı olduğundan,  insanların birbirine selam vermesi, gülümsemesi olmuştu.

New Jersey’nin Montclair gibi zengini ve fakiri, siyahı beyazı aynı ilçede yaşadığı bir yerde bir kafe işletme şansına sahip olduk. Amerika’da okul kayıtları otomatik olarak oturduğunuz mahalledeki evinize en yakın okula gerçekleşir. Ama Montclair’de oturuyorsanız ilçe içerisindeki istediğiniz her okula kayıt yaptırabiliyorsunuz. Bu, diversity yani ırksal çeşitliliği korumak ya da diğer bir deyişle güçlendirmek için alınmış bir karar. Siyahlar beyazlar bir arada okusun zengin fakir bir arada okusun diye. Akla yatkın, mantıklı ve desteklenmesi gereken bir politika. Ama hayat bulurken bazı kültürel birikimleri bir kenara bırakmak hiç o kadar kolay olmuyor tabii. Nasıl mı? Açıklamaya çalışırken önce kendimden yola çıkayım.

Ben Türkiye’den gelmiş dille ve kültürel adaptasyonla ilgili süreçleri yaşarken hayatımda olmasını istediğim ve ne yazık ki kendi ülkemde pek yaşayamadıklarımı ilk olarak hayata geçirmeye çalıştım. Örneğin tanıdık tanımadık insanlara merhaba, günaydın, nasılsınız demek gibi.

Bahsettiğim kafede çalışırken oldukça fazla insan tanıma şansı yakaladım. Dikkatimi ilk çeken şey kapının önüne çıkıp insanlara merhaba derken siyahların genelde bırakın selam vermeyi yüzüme bile bakmadıkları fark etmem oldu. Zamanla benim Amerikalı olmadığımı anladıklarında ancak konuşmaya başladılar. O esnada İtalyan asıllı İngiliz kökenli Amerikalı arkadaşlarıma soruyordum “Ya böyle böyle neden bana selam vermiyor bu insanlar diye” Kimsenin bu konuda önceden düşünmediğini ya da bir tecrübesi olmadığını gördüm. Herhangi bir fikirleri dahi yoktu. Zaten onlar onlara selam vermiyor onlar da zaten dünyadan bir haber yaşıyordu. Yani küçücük ilçede küçücük yaşamlarına hapsolmuş bir sürü insan. Afrika kökenli Amerikalılar beyazlara karşı bir tepkiyle yaşıyorlardı. Bunun derin ve köklü sebepleri vardı mutlaka ama güncel olan, her ay ülkenin farklı bir noktasından polisin suça bulaşmamış olmasına rağmen sadece siyah bir Amerikalı olduğu için birilerini öldürdüğü haberleriydi. Hâlâ bazı eyaletlerde siyah olduğu için bazı yerlere alınmamalarını duymaları bazı güncel ırkçı duyumlar, gerçekler ve tabii ki abartılı spekülasyonlar. Bu, onları güçsüz hissettiriyordu çünkü beyazların mutlak hakimiyeti ve ülkenin gerçek sahibi olduğu kanıksattırılmış gibiydi. Kendilerine karşı bir ön yargı olduğunun farkındalar çünkü koloniler halinde yaşıyorlar, aralarına katılan, yaşam alanlarına giren çıkan beyaz sayısı çok ama çok az. İlişkilerde, sokakta, sınıfta okulda hep bir aradalar ve ekonomik olarak düşük gelir grubunda oldukları için geçinmek adına yasa dışı yolları deneyenlerin yani suçun da olduğu mahallelerde yaşıyorlar ve bu da onlara genel olarak suçluymuş ön yargısıyla yaklaşılmasına sebep oluyor. Rutin kontrollerde bile mimli mahallenin mimli 'renkli insanları' olarak farklı davranışlara maruz kaldıkları açık bir gerçeklik. Geçmişte yaşanan acılarla hesaplaşamamışlar çünkü her yeni kuşak bu bilinçle büyüyor. Ailelerinden bir miras olarak taşıyorlar bu acıyı. Hiçbir acı yarıştırılamaz ama bu öyle bir acı ki gördüğüm dünya var oldukça haklı olarak unutulmayacak ve bunu yaşayan insanlar kuşaktan kuşağa bunu taze tutacak. Bu acılar her ailede anlatılıyor, kütüphanelerde özel köşeleri var, ülkede Siyah Amerika günü var, Martin Luther King günü var ve her siyah çocuk atasının çektiği acıları okuyor, dinliyor, hissediyor ve içinde olduğu ekonomik ve sosyal durumu görünce de bu doğal olarak bir tepkiyle büyümesine sebep oluyor. Sonuçta acı şekil değiştirmiş ama devam ediyor. Her beyaz Amerikalıyı özellikle son dönem yükselen politik havanın etkisiyle benzer bir tepkiyle karşılıyorlarmış gibi gözüküyor. Aslında denemeye, tanışmaya, konuşmaya fırsat verecek bir durumları bile yok. Kendi birliktelikleri içinde zaten mutlu mesut yaşıyorlar.

Newark, New Jersey eyaletinde siyahların en yoğun olduğu, en eski merkezlerden biri. İlk işim için burada bir okulda görüşmeye gittiğimde, bana çevirilen gözleri dün gibi hatırlıyorum. Açıkçası hemen fark edilen, etrafta bulunan tek beyaz tenli olmamdı. Zamanla, konuştukça mükemmel ilişkiler kurdum tabii ama o ilk tepki çok önemli benim için. Ne arıyor bu adam burada? Polis mi? Sorun çıkarmaya mı gelmiş?

Tabii beyaz olmanın ötesinde zaten yabancıyım, tüm bu acıları ben de okudum, çocukluğumdan beri blues dinliyorum, neler yaşandığını hissedebiliyorum bu yüzden benim siyah Amerikan dünyasına adaptasyonum çok kolay oldu. Ne mutlu ki tenimle, dilimle değil; kalbimle, duygularımla, fikirlerimle seviyorum ve seviliyorum. İnsanlarla belki de en konuşulması zor konuları konuşurken bile işte bu yüzden çok rahat bir şekilde paylaşabiliyoruz. Orada fark ettiğim şu: İnsanlar Amerika’ya getirildikten ve çekilen tonlarca acıdan sonra kölelik uygulamasınım bitişiyle birlikte bir arada yaşamaya ve sürekli kendilerini korumaya başlamışlar. Bazıları kendini tutunacak dal olarak dine vermiş, mahallelerde fazlasıyla kuran kursu, cami gibi yapılar mevcut. Aynı şekilde Hıristiyanlık da aynı yapılanmayı yapmış. Kimisi müziğe, kimisi spora tutunmuş. Çoğunlukla yeni nesiller beyaz dünyada yer bulmak için paraya ve başarıya dönmüş. Günümüz dünyasının duygusallıktan uzak,  güce sahip olmaya dayalı bu yaşam biçimi de  bu yoksul mahallelerde de yerini bulmuş tabii. Çeteler, mafyalaşmanın yanında, bu din ya da ekonomik yardım temelli sivil toplum kuruluşları da çok güçlü. İnsanlar bu çatılar altında birleşiyor. Temel amaç güçlü olmak, ayakta kalmak, ezilmemek, eşit bir dünyada yaşamak. Üzücü olan 2020 yılında olmamıza rağmen hâlâ eşit bir dünya hayali kurmak. En temel insan haklarından biri olan insanca ve eşit yaşama hakkı...

Amerika hükümetinin bu konudaki yaklaşımında büyük bir sorun yok aslında, sürekli vurguladığı güçlü bir ülkede, bir arada ve eşit yaşamı kanunlarla da korumaya çalışması takdire şayan. Teoride her şey bu kadar güzelken neden uzun yıllardır pratikte böylesine affedilemez hatalar yaşanıyor? Bunun en baş sorumlusu insanoğluna aşılanmış bu faşizm ve ırkçılık düşüncesi. Kendini ülkenin sahibi görmek, atasının yaptığını şekil değiştirip farklı yollardan yeri geldiğinde aynen yapmak. Kendine demokrat diyenlerin bile birçoğuyla konuştuğunuzda gördüğünüz üç maymunu oynadıkları olacaktır. "Ne yaşıyor bu insanlar?", "Nasıl bu hale geldiler?", "Neden böyle yaşıyorlar?"ı düşünmeden, irdelemeden ve anlamadan sadece buzdağının görünen kısmıyla anlamaya çalışıyorlar. Suç ve sorun! O zaman uzak duralım, karışmayalım. Böylesine uç bir örneğin yaşandığı George Floyd cinayetine karşı yapılan gösterilerde bile beyaz insanların katılımına baktığınızda ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksınız. Diğer taraftan hastalıklı ırkçı Amerikalı, Siyah Amerikalının kaderini 100 yıl önce kendisinin çizdiğine inanıyor. Öyle bir hastalıklı zihin ki onların fakir ve eğitimsiz kalmaya devam etmelerine ve bu ülke için sadece bir çalışma gücü olarak kalmaları gerektiğine inanmış. Azımsanmayacak kadar kalabalık oldukları gözler önünde. Asıl temel daha önce Gazete Duvar sayfalarında yazdığım gibi Amerika toplumunu eğitim konusunda ateşleyecek bir motivasyon kaynağının olmaması. Paranın kolay kazanılması, paranın çok güçlü olması, zengin ve fakirin bazı standartların üzerinde bu sınıflandırmalara dahil olması ve bu sınırın dünya standartlarından çok yukarıda olması. Kısaca anlatmak gerekirse ne gerek var okumaya fikri… Asıl cehalet kültürel mirasın güçsüz olması ve eğitimin yerini paranın alması. İnsanlar bu cehaletin içinde böyle saplantılı, hastalıklı fikirlere daha kolay sahip olabiliyor. Böyle büyük bir coğrafyada böylesine yüksek bir popülasyonla birlikte her iş alanına dağılmış ırkçı zihniyet şu an için ne yazık ki pek kontrol edilebilir gözükmüyor. Diğer taraftan polis teşkilatı her ülkede sanırım en büyük sorunlardan biri. Silah gücünü ve inanılmaz yetkiyi elinde tutan her kişi ve kurum hata yapmaya açık kapı bırakır. Hele böylesine faşizmin, ırkçılığın kol gezdiği bir dünyada.

İşte bu noktada karşı taraftan bakıldığında, Obama’nın başkanlığının siyah insanlarda yaşattığı hissi dünya, hiç bu açıdan anlamdırmamıştı. Posterleri her evin duvarında, adı sürekli dillerde ve kalplerde. Obama bir idol. Eşit ve barış içinde yaşamanın, kabul görmenin, farklı hissetmemenin adı Obama. Her siyah çocuk için bir kahraman.

Amerika özelinde ise ülkenin bu acıyla yüzleşmesi, gerçek anlamda yaşanan bu acıları siyah topluma sadece geçmişte yaşanmış ve kalmış bir anı olarak hissettirebilmesi için, herhalde Obama gibi en az beş başkan daha gelmesi ve bunun bir rutine dönüşmesi, ekonomik olarak daha eşit, sosyal olarak aynı imkanlara sahip bir toplum yaratılması gerek diye düşünüyorum. Amerika bunu yapacak ekonomik ve toplumsal güce sahip bir ülke. Nasıl bir politika izleyeceklerini hep beraber göreceğiz.

*Eğitmen-Müzisyen