Hırsızın hiç suçu yok mu?

Kürtler ulus kimlik sorununu çözmemiş olsalar da, her ulus gibi sağcısından solcusuna, ilericisinden gericisine, kapitalistinden burjuvazisine, işçisinden sosyalistine, feminist örgütlenmelerden, referansı İslam olan birçok farklı sınıfsal topluluklara sahip bir halktır. Dolayısıyla da 30 -35 milyonluk bir halktan aynı toplumsal refleks içerisinde olmasını beklemek gerçekçi bir beklenti olmaz.

Google Haberlere Abone ol

Zeynel A. Göçer*

Daha önce Altan Tan, son dönemde ise Ahmet Şık istifaları ile birlikte HDP'de iç demokratik teamüllerin, parti içi demokrasisi ve oluşan hantal bürokrasiye yönelik eleştirilerinin yanı sıra "HDP niye sol söylem ve jargonlar kullanıyor" gibi atıfta bulunmalar da hız kazanmış durumda.

Eş genel başkanlarının, milletvekillerinin, belediye başkanlarının, PM üyelerinin, il ilçe yöneticilerinin ve 6 bin 500-7 bin üyesinin tutuklandığı, üyelerinin parti binasına girip çıkmasına izin verilmediği, dokunulmazlıkları olmasına rağmen, milletvekillerinin parti binası önünde bir basın açıklaması yapmalarına dahi izin verilmediği gibi, kaba dayak, şiddete maruz kaldığı bir parti olan HDP'den bahsediyoruz.

İçişleri Bakanlığı'na resmi başvurusu yapılarak, yasal tüm ön koşullar yerine getirilerek 6 yıl önce siyaset sahnesine giren HDP'de parti üyesi bile olmak suç unsuru durumunda. Abartı değil bu söylemim, TBMM grubu bulunan, Meclis başkan vekilliği ile meclisi yöneten, tüm komisyonlarda üyesi olan HDP Eski PM üyesi Bülent Uyguner 6 ayı aşkındır parti üyeliği suç sayıldığı için cezaevinde tutuluyor.

Bu durumu protesto etmek, slogan atmak bile, referansı İslam olan kimi politikacı ve aydınlar tarafından eleştiri konusu yapılıyor.

Yazılarını ciddiye alıp okuduğum ve yakında aynı bölümü bitirip meslektaşım diyebileceğim sosyolog Mücahit Bilici,20 Mayıs 2020 günü Gazete Duvar'da "Kürtler neden Türkiye'yi kurtaramıyor?" adlı makalesinde "HDP'nin neden Türkiyeli olma görüntüsü vermeye çalıştığı, neden solcularla stratejik işbirliği yaptığı" gibi eleştirilerde bulundu.

Önce şöylesi bir soru ile başlamak gerektiğini düşünüyorum: Kürtler denildiğinde ne ve kim anlaşılıyor?

Kürtler denildiğinde akla homojen, saf, arı, sınıf farklılıkları olmayan, çıkar ilişkileri yaşamayan bir topluluk mu anlaşılıyor acaba?

Böyle ise, IŞİD, AKP, HÜDAPAR ve korucular olmak üzere milyonları bulan Mustafazader Derneği gibi yapılanmalara destek veren Kürtleri nasıl açıklayacağız?

Kürtler yukarıda saydığım katmanların dışında, ulusal ve sınıfsal temelli Marksist gelenekten gelen oluşumlardan tutun da, Kürt sorununa adil demokratik çözümüne katkı sunan, liberal, demokrat vb. yaklaşan onlarca yapılanmalar da mevcut.

Bu kadar farklı yaklaşımlar varken, solcular, sağcılar, dinciler, ateistler, Müslümanlar, Hristiyanlar, ve "Kürtler" derken tüm Kürtleri aynı gemideymiş gibi görmek hem sosyolojik olarak, hem politik olarak hem de ekonomik olarak bilimsel izahtan uzak bir yaklaşımdır.

Kürtler ulus kimlik sorununu çözmemiş olsalar da, her ulus gibi sağcısından solcusuna, ilericisinden gericisine, kapitalistinden burjuvazisine, işçisinden sosyalistine, feminist örgütlenmelerden, referansı İslam olan birçok farklı sınıfsal topluluklara sahip bir halktır.

Dolayısıyla da 30 -35 milyonluk bir halktan aynı toplumsal refleks içerisinde olmasını beklemek gerçekçi bir beklenti olmadığı gibi, analizleri de bu mantıktan hareketle formüle etmeye çalışmak Adorno'nun "Yanlış bir hayat doğru yaşanmaz" dediği gibi işleme baştan yanlış başlamışsınız demektir.

Bugüne kadarki gözlemlerden hareketle "Kürt sorununun adil, demokratik barışçıl çözümünden yana olmayan, Kürtlerle yakın temas içinde olmayan Türkler, şovenleşen Türklerdir" dersek abartı olmaz sanırım? Bunun salt bir eleştiri olarak değil bir tespit olarak da algılanmasını isterim.

Dolayısıyla nedeni ne olursa olsun, Kürtlerin asgari ve azami demokratik haklarının yanında olan solcuların tercihi sınıfsal karakterleri gereği doğru bir tercihtir.

Sayın Mücahit Bilici HDP'nin solcularla değil de AKP, MHP, İYİ Parti ile mi siyasal ortaklıklar yapması gerektiğini savunmaktadır? Bu ismini saydığım oluşumların, HDP'nin mevcut asgari taleplerini kabul eden bir yaklaşımı var da, bunu biz mi göremiyoruz ? Yok eğer kastedilen ve istenilen ortaklık AKP, MHP'de siyaset yapan Kürtlerin istem talepleri ise, o zaman HDP gibi bir partiye zaten gerek kalmaz.

Son 30 yıllık legal demokratik alandaki gözlemlerime dayanarak şunu söyleyebilirim ki, Kürtler legal demokratik alanda siyaset yapmak, kurumlaşmak ve başarılı olmak istedikçe, kimi karanlık güçlerin özellikle bu alanı kapatması ve Kürtlere dağ seçeneğini göstermeleri tesadüfi olmasa gerek.

Yoksa kaç dönemdir 130'a yakın belediyelik kazanan Kürtlerin seçilmiş belediyeliklerine her defasında kayyım atanmasını, seçilmiş milletvekillerinin, belediye başkanlarının yıllarca cezaevlerinde tutulmasını nasıl açıklayabiliriz?

Zaman zaman tabanın zorlaması sonucu sine-i millete dönme tartışmaları gündeme gelse de, HDP yönetimi sürekli legal meşru zeminde kalmayı ve demokratik alanda siyaset yapmayı tercih etmiştir.

HDP'ye atılan deli saçması olan "Terörist" atfına karşın, "HDP'nin terörist olmadığını ispatlaması gerekir" anlayışının yerine, kendisi gibi düşünmeyen herkesi düşman ve terörist kategorisine koyan anlayışa karşı durmak daha aydın bir duruş değil midir?

HDP'den istenilmesi gereken ve beklenilen daha kitlesel ve daha etkili barışçıl eylemler organize etmeye yönelik çağrılar olmalıdır.

Bu konudaki son söz yerine, söylenmesi gereken şudur;

Ulus devlet sürecinde Türk devleti oluşumuna karar ve icazet veren egemen güçlerin; bir ulusa ve ırk temeline dayalı ulus devlet modeli yerine, bölge halklarının demografik ve çoğulcu ulus kimliğine dayalı temsiliyetini güvenceye alacak bir demokratik model önermemesi, sorunun temelini oluşturmaktadır.

Eleştirilmesi ve okların sivri uçlarının yönelmesi gereken 1924'ten itibaren ülkeyi yöneten tekçi zihniyet olmalıdır.

Kapıyı açık unutan ev sahibine yüklenmektense, asıl suçlunun hırsız olduğunu unutmadan sorunu konuşmak, daha doğru bir yaklaşımdır.

*İnsan hakları aktivisti / Tercüman