Sosyal demokrasi ve koronadan sonrası

Sosyal demokrat ve sol muhalefete düşen, amasız fakatsız bir perspektifle beraber davranma kabiliyeti gösterebilmesidir. İktidar uzun bir mücadelenin sonuna gelmiş olmanın rahatlığı ve güven hissiyle davranmaktadır. Bu his, mevcut iktidarı bırakmama yönünde bütün olanak ve araçların kullanılabileceği anlamına gelmektedir. Böyle bir durumda vurgulanan anlamda muhalefetin taleplerinin muhatabı mevcut iktidar olmamalıdır.

Google Haberlere Abone ol

Mehmet Türkay*

Korona salgını sonrası tartışmaların büyük çoğunluğu hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağına dair bir çizgide devam ediyor. Ne olacağına dair rivayet muhtelif. İzleyebildiğim kadarıyla bir tür yeni “Refah Devleti” öngörüsü var bir de “otoriter devlet” tartışması. Kimden ne bekleniyor?

Refah devleti öngörüsü tarihsiz yada talihsiz bir duruma işaret etmektedir. Çünkü dayandığı tarihsel zemin bugün yok. Neden yok sorusu önemli çünkü dünya genelinde devletler, kendiliğinden böyle bir tasarrufta bulunmamıştır. Devleti zorlayan, işçi sınıfının Birinci Dünya Savaşı sürecinde ve sonrasında verdiği mücadelesidir. Bir taraftan işçi sınıfının pozisyon alışı süreci etkilerken, Birinci Dünya Savaşı ve yaşanan belirsizlik Rusya’da yaşanan sosyalist devrimle somut bir karşılığa ulaşmıştır. Sistemin kendisini korumaya dönük cevabı sosyal demokrasi olmuştur. Bu gün karşılaşılan durumun zorlayıcı dinamiği bilinen anlamda bir zorlama değildir. Toplumsal dinamiklerin dışında karşılaşılan bu durumun kimler tarafından yönetildiği önemli bir hareket noktasına işaret eder. Elbette yöneten, sınıf karakteri belirli olan devlet ve görünür aracı olan hükümettir.

NEOLİBERALİZMİN KODLARI

Türkiye, bu durumda devletin kurumsal dönüşümünün önemli ölçüde tamamlandığı bir aşamada karşı karşıya geldi. Malum, dönüşümü niteleyen özellikler göz önüne alındığında bilineceği üzre neoliberalizmin kodları çıkacaktır. Ancak bu kodlar dünya genelinde muhafazakârlık ve dinsel kodlarla okunduğunda karşılığını bulacaktır. Neoliberalizmin asli şiarı olan serbestlik kodu, diğer destekleyici önermelerinin yanında dinsel kodlarla beslenmiştir. Bu tabloyu beslemekte olan elbette kapitalizmin krizidir. Kapitalizmde kriz esastır, önemli olan nasıl yönetileceğidir.

KAPİTALİZMİN YENİDEN YAPILANMASI VE SOSYAL DEMOKRASİ

Daha önce vurgulandığı gibi yüzyıl başlarında işçi sınıfının sisteme içerilmesini mümkün kılan sosyal demokrasiyi, kendi tarihselliği içinde mevcut krizi yönetmenin bir biçimi olarak okuyabiliriz. Söz konusu süreç, devam eden krizin İkinci Dünya Savaşı’yla nihayete ermesiyle noktalandı ve sistemin yeniden yapılanması esas olarak Batı Avrupa’da sosyal demokrat iktidarlar tarafından sağlandı. Çünkü sermaye birikim sürecine egemen olan kitlesel üretimin üretilen malların satılmasına ihtiyacı vardı. Ve bu ihtiyaç, sosyal demokrat partilerin siyasi bir aktör olmalarını beraberinde getirdi.

Bu anlamda refah devleti uygulamaları kapitalizmin yeniden yapılanmasının asli haliydi. Elbette sosyal demokrasinin ortaya çıkışının işçi sınıfının mücadelesiyle ilişkisini akılda tutmak kaydıyla. Dolayısıyla, dünya genelinde işçi sınıfının siyaset denklemi içinde olmadığı yaşadığımız bu süreçte bilinen anlamıyla bir refah devleti beklentisinin karşılığı yoktur. Bu çerçevede baktığımızda süreci yöneten, genel olarak neoliberal muhafazakâr iktidarların tasarrufları, iktidarlarını sürdürmeye yönelik bir niteliktedir. Elbette bu tasarruflar neoliberal akıl doğrultusunda çeşitlenecektir. Amaç, iktidarları süresince dışladıkları kitleyi yeniden kazanmaktır. Kazanmaya dönük uygulamalar, şimdiye kadar sürdürülen sosyal yardım anlayışının ötesine geçmemektedir.

ESKİ BİR TARTIŞMA OLARAK 'VATANDAŞLIK GELİRİ'

Salgın dolayısıyla yeniden gündeme gelen “vatandaşlık geliri”ne dair tartışmalar bir zamanlar yapılan “yoksulluk” tartışmalarının ötesine geçemeyecektir. Yaklaşık yirmi yıl önce yapılan bu tartışmalarda yoksulluğun arızi bir durum değil yapısal bir durum olduğu ifade edilmişti. Diğer bir ifadeyle kapitalizmin işleyiş rasyoneline uygun bu işleyişin ürettiği ve bu işleyiş çerçevesinde anlaşılması gerektiği tartışılmıştı. Bu tartışmalarda “yoksulluk” söylemi üzerinden yapılan itirazlar mevcut sistemin işleyişine takıldı. Çünkü, yoksulluk arızi bir durum değil, yapısal bir durumdu. Elbette o tarihte bunu ileri sürmek operasyonel anlamda karşılığı olmayan bir önermeydi. Salgınla başlayan bu süreç benzer önermeleri gündeme getirdi.

Bugün tartışılmaya başlanan “vatandaşlık geliri” önermesinin eski tartışmanın bir adım öne geçmediği söylenebilir. Böyle bir öneride elbette bulunabilinir ancak operasyonel anlamda karşılığı yoksa yeniden düşünmek gerekmez mi? Elbette bunu bir önerme olarak sunmayıp, sadece olması gerektiğine işaret edenler vicdani bir gerekliliğe göre davranmaktadırlar. Ancak, işleyişin rasyoneli buna izin vermeyecektir. Başa dönersek refah devletine dair bir beklentinin siyasal hiçbir karşılığı yoktur. Çünkü, içinde yaşadığımız otoriter sistem Türkiye’de hükmünü sürdürmektedir. Salgın sonrasına dair yapılan tartışmalar nasıl bir yapılanma olacağına dair devam ediyor. Bu kısa yazıda dünya geneline dair bir alana girilmeyecek. Bu konuda Ahmet Öncü’nün kapsamlı bir değerlendirmesine bakılabilir.

BİR ARADA DURABİLMEK, KENDİ GÜNDEMİNİ YARATABİLMEK

Elbette Türkiye’nin durumu dünyadaki genel eğilimlerden tamamen kopuk değil. Ancak, kendi toplumsal yapı özgünlüklerinin ortaya çıkarması muhtemel durumlar olacaktır. Bu çerçevede baktığımızda, geleneksel muhafazakârlığın dini muhafazakârlıkla yönlendirildiği otoriter işleyişin değişmesine dair herhangi bir zorlayıcı bir neden ortada yok. Tersine, mevcut işleyişin yaşanılan olağanüstü koşullar nedeniyle hareket kabiliyetini ve alanını daha meşru bir biçimde genişleteceğine dair bir yeni ortamdır bugün söz konusu olan.

Burada sosyal demokrat ve sol muhalefete düşen, amasız fakatsız bir perspektifle beraber davranma kabiliyeti gösterebilmesidir. İktidar uzun bir mücadelenin sonuna gelmiş olmanın rahatlığı ve güven hissiyle davranmaktadır. Bu his, mevcut iktidarı bırakmama yönünde bütün olanak ve araçların kullanılabileceği anlamına gelmektedir. Böyle bir durumda vurgulanan anlamda muhalefetin taleplerinin muhatabı mevcut iktidar olmamalıdır.

Genel olarak muhalefet, kendi gündemini kendisinin belirleyeceği bir zemini yaratmalıdır. Bu durumda ilk akla gelen, iktidarın ve sağ muhalefetin siyasi meşruiyetlerinin sorgulanır hale gelmesi için mecliste yalnız bırakılması olabilir. İçinde bulunulan olağanüstü koşullarda soysal demokrasinin temsilcilerinin önermelerini, hala yüzlerini mevcut iktidara dönük bir tavırla yapmaları ve devam etmeleri, yazının başında vurgulanan tarihsel işlevlerini yerine getirdikleri anlamına gelmektedir.

*Prof. Dr. (E.), Marmara Üniversitesi İktisat Fakültesi İktisat Bölümü