Darbeler diyârı

Yassıada duruşmalarının sonuna gelindi. Karar 15 îdam. Öfkeden çılgına dönmüştük. Hepsi asılmalı. Meclis; îdam cezalarının üçünü onayladı. Başbakan Adnan Menderes, Hariciye Bakanı Fatin Rüştü Zorlu, Mâliye Bakanı Hasan Polatkan. 17 Eylül 1961 tarihinde asıldılar. Şimdi ben, geriye dönüp baktığımda; kendimden utanıyorum. Nasıl oluyor da üç insanın, üstelik serbest seçimle, halkın hür iradesiyle iktidara gelmiş; biri başbakan, ikisi bakan hayatlarına kıyılmasını kin ve nefret duygularıyla isteyebiliyorum?

Google Haberlere Abone ol

Faik Güleçyüz*

Ülkem, böyle anılmayı hiç hak etmiyor. Gel gör ki; gerçek bu, hayat böyle bir şey. Altınova İlkokulu birinci sınıftayım.

14 Mayıs 1950; Demokrat Parti seçimi kazandı. Celâl Bayar cumhurbaşkanı, Adnan Menderes de başbakan oldu. İsmet Paşa cumhurbaşkanlığını bıraktı, CHP’nin genel başkanı olarak ana muhalefet görevine geçti. 1957 seçimini DP zor belâ kazanabildi. İktidar, muhalefet çatışması had safhada. Aynen, şu anda yaşadığımız günler gibi. Üniversiteler ayakta, Kara Harbiye Kızılay’da yürüyor.

“Olur mu böyle olur mu,

Kardeş kardeşi vurur mu.

Kahrolası diktatörler,

Bu dünya size kalır mı. ”

Sene 1960

İzmir Askerî Hava Lisesindeyim. Hava Harbiye ile birlikte 19 Mayıs’a hazırlanıyoruz. Provalar Göztepe stadyumunda. Başbakan Adnan Menderes İzmir’e geliyor. Hava Harbiye’yi de ziyaret edecek. Önünde resmi geçit yapacağız. O günü hiç unutamıyorum; Menderes’in önünden geçerken; kaz adımlarımızın şiddetinden, bizim kin ve nefretimizden yer sarsılıyor; 8. 4 lük deprem gibi. Ertesi gün, 19 Mayıs gösterileri iptâl edildi.

Hava Lisesi yaz tatilinin bir ayını, Eskişehir-İnönü’deki plânör uçuş kampında geçirirdi. Trenle yola çıktık. Aramızda konuşuyoruz. Ankara’da üniversite öğrencilerini öldürüp, kıyma makinelerine atıyorlarmış.

27 Mayıs 1960; darbelerin anası, başımızın belâsı geldi.

Eskişehir DP’li, Bilecik CHP. Osmaneli ve Söğüt ilçelerinde yürüyüşler yapıyoruz. CHP’liler sokaklarda. Alkış kıyamet; kahraman ordumuz geldi. Omuzlardayız. Kurbanlar kesiliyor. Kahraman ordumuza (lise ikinci sınıf öğrencileriyiz) ziyafetler veriliyor. Kirazın beyazını ilk defa görmüştüm.

27-Mayıs 1961; 'Anayasa ve Hürriyet' bayramının yıldönümünü kutluyacağız. Yürüyüş koluna girdik. Birer bağ hakiki mermi dağıtıldı. Doldur, kapat! Mermiler namluya sürüldü.

Korkunç; silâhlarımızı kime karşı kullanacağız. İzmir; Adnan Menderes’in, DP’nin kalesi. Bizim okul Üçkuyular’da. Güzergâh; Konak meydanı, Basmahâne, Fuarın içinden geçip; Alsancak meydanına çıktık. Gerisin geriye; okula kadar yürüyüşe devam. Yol boyunca, halktan ne bir alkış, ne bir ses, ne de bir nefes. İzmir sessiz, İzmir suskun, İzmir üzgün...

Yassıada duruşmalarının sonuna gelindi. Karar 15 îdam. Öfkeden çılgına dönmüştük. Hepsi asılmalı. Meclis; îdam cezalarının üçünü onayladı. Başbakan Adnan Menderes, Hariciye Bakanı Fatin Rüştü Zorlu, Mâliye Bakanı Hasan Polatkan.

17 Eylül 1961 tarihinde asıldılar.

Şimdi ben, geriye dönüp baktığımda; kendimden utanıyorum. Nasıl oluyor da üç insanın, üstelik serbest seçimle, halkın hür iradesiyle iktidara gelmiş; biri başbakan, ikisi bakan hayatlarına kıyılmasını kin ve nefret duygularıyla isteyebiliyorum?

22 Şubat 1962; Kara Harbiye Okul Komutanı Albay Talât Aydemir darbeye teşebbüs etti. Başbakan İsmet Paşa, cuntacıları emekliye sevk ederek; kalkışmayı önledi.

21 Mayıs 1963 günü; gözü iktidar hırsı bürümüş Talât Aydemir, albay elbisesini giyerek; gece yarısı okula giderek, ne olduğunu anlayamayan öğrencileri sokağa çıkardı.

Darbeye karşı olan Hava Kuvvetleri Komutanı İrfan Tansel; jetlerle Harbiye’yi yaylım ateşine tuttu. Öğrenciler çil yavrusu gibi dağıldı. Darbe bastırıldı. Öğrencilerin tamamı okuldan atıldı. Bu sebepten; Kara Kuvvetlerinde 1963 ve 1964 yılı sicil numaralı subay yoktur. Talât Aydemir ve Binbaşı Fethi Gürcan îdam edildiler.

1964 Gaziemir Uçuş Okulunu bitirdim. Hava Kuvvetleri'nden pilot sertifikamı aldım. Şimdi Çiğli’de Jet Eğitimdeyim.

Sene 1965 Türkiye’de sol rüzgârlar esiyor. Türkiye İşçi Partisi TİP 15 milletvekili ile Mecliste. Rahmetli Çetin Altan Meclis kürsüsünü sallıyor. Akşam Gazetesindeki 'TAŞ' köşesinde; sosyalizmi anlatıyor. Müdâvimi oluyorum. Bir taraftan, Türkiye’de ilk defa Marksizm’in klâsikleri yayınlanıyor. Ülkenin her tarafında yoğun fikir tartışmaları. Hiç yaşamadığımız; inanılmaz bir özgürlük ortamı.

Uçuştan ayrıldım. Hava Kuvvetlerinin piyade sınıfına geçtim. 1966 yılında Tuzla Piyade Okulu'nu bitirdim. Tayinim Kütahya Hava Er Eğitim Tugayı'na çıktı. Bir sene Çavuş Talimgâhı'nda takım komutanlığı yaptım. Üsteğmen olunca; 3. Tabur 12. Bölük Komutanlığı'na atandım.

Sene 68; Avrupa’da üniversite öğrencileri, başta Fransa’da düzene karşı isyan bayrağını açtı. Sosyalist devrim oldu olacak gibi. Olmadı. Sabun köpüğü gibi söndü gitti. Hareket, bize de sirayet etti. Ankara ve İstanbul’da üniversite öğrencileri yine sokakta. Bu defa hedef; Tam bağımsız Türkiye ve Sosyalizm. Mihri Belli, Milli Demokratik Devrim tezini çıkardı. Ortalık fena karıştı. TİP, bilhassa üniversite öğrencilerinin üzerindeki etkisini yitirmeye başladı.

Dev-Genç parti gibi siyasî hegomonyasını kurdu. Köylülerle; Karadeniz'de fındık, Ege'de tütün mitingleri yapmaya başladı. 1 Kasım 1968 günü Samsun’dan Ankara’ya 'Tam Bağımsız Türkiye' diyerek yürüdüler.

Bir taraftan, Doğan Avcıoğlu’nun ideologluğunda; Kara Kuvvetleri Komutanı Faruk Gürler ve Hava Kuvvetleri Komutanı Muhsin Batur’un “Sol (Atatürkçü)” cuntası, darbe yapmak için aportta bekliyordu. Derken; bizim Hava Harbiye’nin meşhur 68 devresinin piyadeleri, Tuzla Piyade Okulunu bitirip, Kütahya’ya geldiler. Askeriz ama; sosyalist fikirlerden etkilenmemek mümkün değil.

Bir de o asır 20. Yüzyıl; Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB), Mao’nun önderliğindeki Çin Halk Cumhuriyeti, Küba’da, ABD’nin burnunun dibinde sosyalizmin zaferi; Fidel Kastro, devrimin efsânesi; CHE, Ho Chi Min’in gerillâları vietkonglar Vietnam’da; Amerikan askerlerine kök söktürüyor. ABD kaçacak delik arıyor.

Ortam bu. Gerillâ olmazsın da ne yaparsın? Üstelik, Kurtuluş Savaşı vererek bağımsızlığını kazanmış, bir ülkenin subayısın. Kader-i İlâhi.

1970 senesinin eylül veya ekim ayı olabilir. Beş subay benim bölük odamda illegâl bir toplantı yaptık. Örgüt kuracaktık. Program ve tüzüğü elle yazılmış taslağı görüştük. Kabûl ettik. Örgütün adının; 'İKİNCİ KURTULUŞ SAVAŞI ORDUSU'olmasına karar verdik. Üç kişilik komiteyi seçtik. Biri bendim. 12 Mart darbesi gelince; program ve tüzüğü, bir ilâç tüpüne koyduk, tugayda bir yere gömdük. Devlet izin verirse; arşive girmesi için yerini gösterebilirim.

Hava Kuvvetlerinde her ilde örgütlenmeler var. Bunları biliyoruz, duyuyoruz. En ilginci; Ankara’yı örgütleyen Binbaşı İbrahim Keskin. Muhsin Batur’un has adamlarından, Batur cuntasının Devrim Konseyindeki temsilcilerinden biri. Türkiye genelindeki örgütler, Hava Kuvvetleri Proleter Devrimci Örgütü adı altında birleşti.

Bu arada; Mahir Çayan, Yusuf Küpeli, Münür Ramazan Aktolga’nın editörlüğünde aylık 'Kurtuluş' gazetesi çıkmaya başladı. Kütahya’ya da gönderiliyordu. Mahdut sayıda geldiğinden; sempatizan çevremize, okunup geri almak üzere on lira karşılığında dağıtıyorduk. Kolordu Komutanlığından bu 'münafık' gazeteyle ilgili, tabur subay ve astsubaylarıyla toplantılar yapılması isteniyordu.

Ne yapalım diye örgütte görüştük. Yazılarda, tahrifat ve saptırmalar vardı. Gazeteyi yanımıza alalım; bunların doğru olmadığını gösterelim. İllegaliteye bakın. Tam da deve kuşu misali. Yol yordam gösteren siyasî bir otorite, bir parti yok. Var olanlar da; TİP’in dışında MDD’ci 'sol cunta' bekleyişinde. Ankara’dan haber geldi. 9 Mart gecesi darbe olacak, iki kişi gönderin. Biri Teğmen Tamer Hazer, vefat etti. Nur içinde yatsın. 9 Mart darbesine katılmamız için, sonradan Ankara örgütünden ayrılan İbrahim Keskin, Yüzbaşı Orhan Savaşçı’ya teklif götürüyor. O da kabûl ediyor.

9 Mart gecesi; Orhan Savaşçı, Üsteğmen Mustafa Şahin’le cuntanın darbenin düğmesine basmak üzere toplantı halindeki, Hava Kuvvetleri Karargâhına gidiyorlar. Gecenin üçüne doğru toplantıdan çıkan İbrahim Keskin, darbenin ertelendiğini söylüyor. Ben de evimde sabaha kadar, transistörlü radyomun başında gözümü kırpmadan beklemiştim. Allah o gece ülkemizi korudu. 9 mart'ta Batur-Gürler cuntası, darbeyle iktidarı ele geçirseydi; biz bugün; Esat’ın Suriye’si, Saddam’ın Irak’ı gibi olacaktık. Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet komutanları aralarında anlaştılar.

12 Mart 1971 günü; Başbakan Demirel’e ortak imzalı, bir muhtıra verdiler: İktidarı bırak; yoksa; biz indireceğiz! Demirel de, şapkasını alıp gitti. Gazeteciler, "Bir lâfla şapkanızı alıp gittiniz” dediklerinde; "Ne yapsaydım; şapkamı bıraksa mıydım?”

19 Mart 1971 günü Deniz Gezmiş yakalandı. Mahir Çayan da, şehir gerillâsı eylemlerini devam ettirmek için, oluşturduğu timle İstanbul’a gitti. 19 Mayıs 1971 günü, İsrail Başkonsolosu Elrom kaçırıldı. İlk defa; TÜRKİYE HALK KURTULUŞ PARTİSİ-CEPHESİ (THKP-C) adıyla basın açıklaması yapıldı: Deniz Gezmiş îdam edilmeyecek.

Nihat Erim hükümeti bunu kabûl etmedi; tepelerine balyoz gibi ineceğiz. İstanbul’da sıkıyönetim ilân edildi. Pazar günüydü; sokağa çıkma yasağı kondu. Her taraf didik arandı. Elrom, 23 Mayıs 1971 günü infaz edildi.

1 Haziran 1971; Maltepe’de bir evde kuşatılan Mahir Çayan yaralı olarak yakalandı. Hüseyin Cevahir öldürüldü.

29 Kasım 1971 Mahir Çayan, Ulaş Bardakçı, Ziya Yılmaz, Cihan Alptekin, Ömer Ayna Maltepe askerî cezaevinden, kazdıkları tünelden kaçtılar. Ocak ayının son günlerinden biri; Afyon Taburu'nda görevli, THKP-C’nin askerî örgütünün genel koordinatörü Teğmen Mehmet Alkaya Kütahya’ya geldi. İstanbul’a irtibat görevlisi olarak gideceksin, dedi. Ben "İstanbul’u doğru dürüst bilmiyorum" dedim. "Önemli değil; öğrenirsin" demişti. Oysa, kapağında üç kurşun deliği olan kitabında; Carlos Marigella "Faaliyet yürüttüğü şehri gerilla, avucunun içi gibi bilmelidir diyordu.

Mehmet Alkaya’nın; Afyon Tabur Komutanı iken birlikte çalıştığı, 5 tabur 20 bölükten oluşan tugayın Eğitim Gurup Komutanı rahmetli Albay Naci Elgin ile arası çok iyi idi. Onun vasıtasıyla, senelik iznimi şubat ayına aldırdı. İstanbulda Teğmen Tamer Hazer ile Fındıkzâde’deki evde buluştuk. İşadamı Sıtkı Koçman’nın işyeri ve ev adreslerinden oluşan bir liste verdi. Bu adam kaçırılacak; takip edecek, bilgi toplayacaksın dedi.

Benim örgütteki müstear adım; Murat. Faaliyete başladım. Levent’teki evde Ziya Yılmaz, Ulaş Bardakçı, Ülkü Cafer Ahmet kalıyordu. Ben gelmeden birkaç gün önce, Mahir Ankara’ya gitmiş. 13 Şubat 1972 günü akşam üzeri Fındıkzâde’den Levent’teki eve vardığımda, hava kararmıştı. Evin etrafını askerler kuşatmıştı. Aralarından geçtim. Evin önü polis kaynıyor. Olağanüstü bir durum var. Fındıkzâde’ye geri döndüm. Arkadaşlara olayı anlattım. "Ben çıkıyorum, bu gece dönmezsem; bilin ki yakalanmışımdır. Ona göre tedbir alın."

Kızıltoprak’ta örgütün İstanbul sorumlusu rahmetli Yüzbaşı Haldun Yeşil’in evi var. Zili çaldım; iki sivil kişiden biri, bir anda bileklerimden yakaladı. Diğeri, namluya mermisi sürülmüş Baretta marka tabancayı belimden aldı. Üzerimden subay hüviyeti çıktı. İki polisin nezaretinde, Kadıköy Karakolu'na doğru yola çıktık. Polisler çok kibar davranıyor. Bir taraftan kafamda, kurmaca bir ifade tasarlamaya başladım.

Kadıköye geldik. Âmirin odasına alındım. O da, nazik ve kibar davranıyor. Bütün aklım, cebimdeki Sıtkı Koçman’ın adres listesinde. Bir ara âmire, tuvalete gidebilir miyim dedim. Tabii ki. Cebimden listeyi çıkardım, buruşturdum attım. Sifonu çektim. Oh! dünya varmış.

Biraz sonra, sonradan adının Fehmi olduğunu öğrendiğim, yanında siyah fotörlü, uzun siyah paltolu gangster kılıklı iki kişi; kalk gidiyoruz dediler. Ellerim arkadan urganla bağlandı. Dışarıya çıktık. Siyah steyşın bir araba; gözüm siyah bir bezle bağlandı. Hareket ettik. Dolaşıyorlar; anladım. Yönümü karıştırayım diye yapıyorlar. Merdivenden çıkmaya başladık. Gözüm açıldı. Beyaz boyalı bir oda. Köşede tek kişilik bir somya. Duvarda ayna. Bir pijama getirdiler. Her tarafı kan içinde. Giydim. Ellerim paslı bir zincirle bağlandı, asma bir kilit vuruldu. Burada 22 gün kaldım. Türkiye’de sorguda, elektrik işkencesi uygulanan, ilk kobaylardanım. Geceler boyu, kadınların ve erkeklerin feryatlarını dinledim. Öbür tarafta cehennem var diyorlar. Bana cehennemi bu dünyada yaşattılar.

Selimiye Kışlası'na götürüldüm. Sıkıyönetim savcısı Binbaşı Naci Gür tarafından tutuklandım. Selimiye Hapishanesi'nin G koğuşuna götürüldüm. Kırk gündür, dış dünya ile irtibatım kesik. Ne olup, bittiğinden hiç haberim yok. Koğuşun ortasında tek başınayım; yemek masasının, yatakların üstünde bir sürü günlük gazete. Sabaha dek okudum.

11 Şubat 1972 günü TÜRKİYE HALK KURTULUŞ PARTİSİ-CEPHESİNİ bitirmek üzere operasyonun düğmesine basılmış.

Yer: Zipni Paşa Köşkü, Erenköy (Kontrgerillâ’nın karargâhı ve işkencehânesi). Şimdi, o köşkün yerinde; Kuşluk Parkı'nın önünde; Kadıköy Belediyesi'nin diktirdiği; 'İŞKENCE MAĞDURLARINA SAYGI ANITI' var. İlk baskın; 13 Şubat 1972 günü saat 18.30 sıralarında Levent Menekşe Sk. No 1. Evde, Ziya Yılmaz, Ulaş Bardakçı, Ülkü Ahmet Cafer var. Çatışma başlayınca; bizimkiler, benim bölük deposundan verdiğim, el bombalarını atmaya başlıyorlar. Polisler panikleyince, evden çıkıp kaçıyorlar.

İkinci baskın; 19 Şubat 1972 günü saat 02.30 sıralarında Fındıkzâde Kızılelma Cad. Tevfik Fikret sk. Kısmet apt. bodrum katındaki eve yapılıyor. Burada rahmetli Ziya ağır yaralı olarak yakalanıyor. Ve nihayet; 19 Şubat 1972 günü saat 07. 00’de Arnavutköy Üvez sk. 8/1 çıkan çatışmada Ulaş Bardakçı hayatını kaybediyor.

Kızıldere katliâmı; 30 Mart 1972 günü kuş uçmaz, kervan geçmez bir köy evinde; her türlü silâhla donatılmış bir komando taburunca kuşatılan; Mahir Çayan ve dokuz arkadaşı öldürüldüler. İsteseler; teslim olmalarını bekleyebilirlerdi. Ama komutan; “Biz buraya teslim almaya değil; gerillâ öldürmeye geldik" demişti. Öldürdüler de.

THKP-C’nin tüm kadroları işkencehânelerde, hapishânelerde. Mahir Çayan, şehir gerillâsı eylemlerinin amacının; devletin kofluğunu halka göstermek olduğunu söylüyordu. THKP-C’yi bitirme operasyonu; 11 Şubat 1972 günü başlıyor, 30 Mart 1972 günü son nokta konuyor. Hepsi 47 gün. T.C. Devleti ne kadar da kofmuş! Devlete karşı muhalefet etmek, hak arama mücadelesi vermek, çok ciddi bir iştir. Şili’de faşist Pineche’ye karşı mücadele eden halk türküsündeki gibi; "Şili’de halk bugün savaşıyor, cesaret ve aklın gücüyle.”

12 Mart döneminde; Selimiye Üniversite’sinde ikibuçuk sene siyasî master yaptım. Mahir Çayan’a, liderim olarak ölümüne bağlı idim. Şunu öğrendim; her insan hatâ yapabilir. O günden beri; aklımı ve vicdanımı kimseye teslim etmedim. Asla da etmem. Son söz: Türkiye’de devlete karşı verdiğimiz hak arama mücadelelerinde; silâhla, terörle hiçbir şey elde edilemez. Buna, PKK’nın 36 senedir THKP-C’den esinlenerek sürdürdüğü silâhlı mücadele de dahildir. Bu yol; kan, gözyaşı ve ölümdür. Mücadelemiz; şeffaf, legâl ve demokratik olmalıdır.

*Emekli subay