Üçüncü dünyada salgın

Aç olanlar yardım istemek için evlerinin pencerelerine, kapıların kollarına kırmızı çaputlar bağlıyorlar. Elinde tencereyle kapı kapı dolaşıp tuz ve yağ isteyenleri sadece fakir mahallelerde değil, şehrin her yerinde görmek mümkün. Bazı sokaklar bayram günü gibi, bütün evlerin pencerelerinde çaputlar var. Belediye ve devlet yardımları gelmediği için, tribün grupları ve bazı bağımsız inisiyatifler kendi çabalarıyla topladıkları yardımları dağıtıyorlar. Komşu dayanışmaları var. Tabii ki yetmiyor. Çünkü fakirlerin komşuları da fakir.

Google Haberlere Abone ol

Kerem Batumlu “Kero el Turco” – Bogota

Türkiye'dekilere Kolombiya'da geçenleri anlatayım da Karayip kıyısında uzak bir masal diyarında geçen bir peri masalı okur gibi okuyun.

Kolombiya'da sağlık sistemi 1993'te geçirilen bir yasayla özelleştirilmiş. Şöyle işliyor:

Camila dayanılmaz hale gelen bel ağrıları yüzünden acile gidiyor. Acildeki doktorun yapabileceği şeyler sınırlı. Ağrı kesici verip, MR çektirmesini istiyor. Camila'nın işi ve sigortası var. Standart olarak en düşük aylık prim ödeniyor. Yasal zorunluluk olarak bir kısmını işveren diğer kısmını çalışan ödüyor. Fakat ödeme genel bir sosyal sigortalar kurumuna değil, işverenin seçtiği özel bir Sağlık Servisi Sağlayıcısı'na (EPS) yapılıyor (Bunun içinden emeklilik ayrı bir yere gidiyor).

Camila'nın MR çektirmek için acildeki doktorun MR isteğini EPS'ye gidip onaylatması gerekiyor. EPS'ler çeşit çeşit. Büyük ve pahalı olanların hizmetleri daha yaygın, daha çok şubeleri ve daha çok hastaneyle, klinikle anlaşmaları var. Camila'nınki ucuz olanlardan. O yüzden acile gittikten birkaç gün sonra MR isteğini onaylatmak için, bel ağrısına dayanabildiği bir ara, iki metrobüs değiştirip EPS'nin merkezine gitmesi gerekiyor. EPS'de sıra alıp kuyruğa giriyor. Sekreter EPS bünyesinde olmayan bir doktorun isteğini onaylayamayacaklarını, EPSye bağlı bir uzmandan MR isteği alması gerektiğini söylüyor. O zaman bir uzman doktordan randevu verilmesini istediğinde sekreter, bu randevuyu alabilmesi için önce EPS bünyesindeki bir genel cerrahi doktorunun yönlendirme isteği vermesi gerektiğini söylüyor. Yani genel cerrahi, uzman doktor ve MR laboratuvarı, ilk randevuyu almak için gelişini de sayarsak dört kere gelip gitmiş oluyor. Her muayenede de ufak bir katkı payı ödüyor. Bütün bunlar acil servis doktorunun zaten istediği MR'ı çektirebilmek için.

Özelleştirmelerin meşrulaştırılmasında öne sürülen iddia; hantallaşmış sistemi rekabet sayesinde daha verimli hale getirecek olması. Kâr amacı güden bir şirketten bahsediyoruz. En basit matematikle giderlerini minimuma indirip gelirini arttırmak üzere çalışması, kaynaklarını verimli kullanması gerekirken, zaten istenilmiş bir MR için kendi kaynaklarını; iki doktorun ve arada bir sürü de sekreterin vaktini boşuna harcayan bir sistemin verimliliği nerede? Her seferinde aldıkları iki dolarlar da olamaz. Çok küçük bir hesap. Hastayı aynı şey için dört kere şehrin bir ucundan diğerine getirtiyor olmalarını umursamıyor olmaları normal. Hastanın zamanı zaten onların kaynakları arasında değil, dolayısıyla onu çarçur etmekten çekinmeyeceklerdir. Ama esas anahtar burada! Bu kötü tasarlanmış bir sistemin beceriksizliği değil. Bir röntgen için hastayı dört kere otobüse bindirmek ince ince hesaplanmış bir yöntem. Amaç, hastaların kasten bezdirilip gelmemesi.

Camila da ağrıları azalınca daha ikinci basamakta pes ediyor. Çünkü daha ilk randevuda doktor, sıkıntısının gerçekten uzman doktor muayenesi ve MR gerektirecek kadar ciddi olup olmadığını sorgulamaya başlıyor. Doktora derdini anlatmak değil, derdi olduğunu ispatlamak durumunda buluyor kendini. O da yoga, pilates ve Youtube'dan bulduğu fizik tedavi egzersizlerini yaparak bir daha tekrarlamayacağını umuyor. Ya da ancak tekrarlarsa ve çekilmez hale gelirse artık o dört randevuluk uzun yola mecburen girecek. Bu arada EPS Camila'nın aylık ödemelerini almaya devam ediyor. Tedaviyi Youtube üstleniyor. Özelleştirilmiş tıbbın alternatifi, alternatif tıp: Youtube.

Tabii ki fiyatına göre değişen kontörlü ve faturalı sağlık sigortaları var. İstediğiniz zaman hasta olup hesabını tutmak istemiyorsanız faturalı hat alıyorsunuz. Hesabınızı bilerek, hasta oldukça ödemeyi ya da paranız oldukça hastalanmayı tercih ederseniz kontörlü olanı seçiyorsunuz. Örneğin aylık ödemeleri daha yüksek olan premium planlar muayene ve ilaç katkı paylarını ödemiyorlar. İstedikleri uzmandan istedikleri zaman randevu alabiliyorlar ve sıra da beklemiyorlar.

Şimdi; bu hizmeti(!) alan Camila orta halli, maaşlı ve sigortalı. Bir de fakirler var. Kolombiya'da genel olarak mahalleler ve özel olarak haneler birden beşe kadar sınıflara ayrılmış durumda. Faturalar ona göre geliyor. Vergiler, üniversite harçları ona göre belirleniyor. Herkes sınıfını biliyor. İki ve bir, sırasıyla fakir ve çok fakir sınıflar. Aylık faturalarda indirimler uygulanıyor. Bu sınıflardan devlet üniversitesine gidebilenler harç ödemeyip yol ve yemek yardımı alıyorlar.

Sağlık sigortasında da bu sınıflar için özel bir durum var. Bu sınıflar için özel olarak çalışan farklı bir kategorideki EPS'lere sigortayı devlet ödüyor. Böyle olunca kağıt üzerinde nüfusun yüzde 95'i sigorta kapsamına alınmış görünüyor. Kağıda bakılacak olursa Güney Amerika'daki en kapsamlı sağlık sistemi. Tabii ki üçüncü sınıfta olan ve sigortasını kendisi ödeyen Camila'nın MR çektirmek için atlaması gereken hendekleri düşününce, birinci ve ikinci sınıftan nüfusun nasıl bir sağlık hizmeti aldığını tahmin etmek zor değil. Dokuz-on ay kadar ileriye verilen doktor ve tetkik randevuları, birçok hastanın beş dakikalık muayeneden sonra aspirin, ağrı kesici yazılıp evine gönderilmesi vesaire.

Özel sağlık sisteminin işleyişi bu: Herkes kapsanıyor, kimse doktora gitmiyor.

Korona paniği başladığında Kolombiya'da manzara buydu.

Eğriyi düzlemek için, vakalar sağlık sisteminin kapasitesini geçmesin diye karantina ilan edildiği söylenildiğinde sol taraftan hiç kimse "Ne kapasitesi? Ne sistemi?" demedi. Kolombiya da uluslararası paniğin şartlarına uyup bütün okulları ve işyerlerini kapattı.

Genel olarak sola meyilli görünen orta yolcu bir aday; Claudia Lopez, Bogota belediye seçimlerini kazanıp ocak ayında göreve başlamıştı. Bu politik kesim normalde hiç göstermediği taviz vermez bir duruş göstermeye başladı. Sert, geri adım atmayan muhalefet yapıyor görüntüsü oluşturmak için salgını güzelce kullandılar. Bogota'da zorunlu karantina ilan edildi. Kısaca karantina diyoruz, aslında: Zorunlu evde yalıtım. Şöyle işliyor: Yalnızca gıda, iletişim sektörü ve eczaneler açık. Tek günlerde erkekler, çift günlerde kadınlar elzem alışverişlerini yapmak için evden çıkabiliyorlar.

Lopez, Kolombiya başkanından üç gün önce karantinayı ilan ettiği için bazı çevrelerde milli kahraman ilan edildi. Kolombiya'da belediye başkanlarının yetkileri Türkiye'dekinden biraz daha fazla, Türkiye'de valiliğin olan bazı yetkileri de kapsıyor. Örneğin şehirdeki eylemlerin kontrolü, çevik kuvvetin eylemi bastırmaya gönderilip gönderilmeyeceği belediye başkanının inisiyatifinde. 21 Kasım'da başlayıp ocak sonuna kadar azalarak da olsa devam eden Milli Grev eylemlerinin sonuncusu da Lopez'e denk gelmişti. Seçim sırasında çevik kuvvetin ancak çok aşırı durumlarda, son çare olması gerektiğini söyleyen Lopez'in yönetimi sırasında yapılan ilk eylemde eylemciler bazı yolları kapatmak isteyince hemen son çareye başvurulup, eylem yoğun gaz ve tazyikli suyla bastırıldı. Lopez'e göre Milli Grev'in eylemleri kaldırımda, trafiği aksatmadan yapılmalıydı. Evet, Milli Grev'in talepleri arasında sağlık sisteminin reformu da vardı.

Şimdiye kadar kendinden önceki sağ kanat belediye başkanının hazırladığı her türlü yatırımı, inşaatı, özelleştirmeyi; "önceden başlamış bir süreç, durdurma yetkim yok" diyerek devam ettiren Lopez; "27 Nisan'da havaalanını açmak için cesedimi çiğnemeniz gerekir" gibi sert çıkışlar yapıyor. Havaalanı zaten açılmadı, çünkü bütün diğer ülkelerin havaalanları da kapalıydı. Ama zaten açılacak olsa da başkanın uçağın önüne yatmayacağını herkes biliyor. Çünkü uçağı bırak metrobüsün önüne bile yatmıyor. Seçim sürecinde "daha fazla metrobüs yatırımı yapılmayacak," derken devasa yeni hat inşaatı başlayınca "önceki başkanın onayladığı proje, durduramam" diyordu. Lopez işin başında; "Karantina olmalı, çok ciddi önlemler alınmalı! Ama bütün elektrik, su, doğalgaz faturaları 2 ay boyunca dondurulacak" diyordu. Faturalar gelmeye, ödeyemeyenlerin elektrikleri, suları kesilmeye devam ediyor. Lopez neden faturaların dondurulmadığıyla ilgili bir açıklama yapmadı. Bu arada elektrik ve suya zamlar yapıldı.

Karantina, halk sağlığı iyi güzel. Ama böyle sert önlemlerin yan etkilerini yumuşatmaya orta solun ne imkanları müsaade ediyor ne de iradesi yetiyor. İşin ilginci genel olarak sol taraf, normalde Lopez'i orta yolcu olup aşırı sağ yönetimin ekmeğine yağ sürmekle suçlarken, konu karantina olunca onunla hemfikirler.

Kolombiya'da şehirlerdeki işgücünün yüzde 40-70 arası kayıtdışı çalışıyor. Daha karantinanın ikinci haftasında kenar mahallelerde eylemler başladı. Bazı yollara barikatlar kuruldu. "Açız, çöpten yiyecek topluyoruz," diyen, haftalardır herhangi bir yardım ulaşmayan mahallelere çevik kuvvet anında ulaştı. Belediye başkanının emriyle, gazla, tazyikli suyla eylemler dağıtıldı.

Bir takım yardımlardan bahsediliyor. Tabii ki yolsuzluk var. Boyutları inanılmaz. 1 milyar 800 milyon pesoluk yardım dağıtıldığı söyleniliyordu (Yaklaşık 4,5 milyon dolar). Fakat daha sonra bu yardımlarda bazı ürünlerin fiyatının normalin beş-on katı şişirilmiş olarak listelendiği ortaya çıktı. Bir milyon küsür haneye dağıtıldığı söylenen yardım paketlerinin aslında yüz bin haneyi geçmediği iddia ediliyor. Yolsuzluk mekanizması o kadar yağlanmış ve mükemmelleştirilmiş ki, salgın, karantina demeden kendiliğinden işliyor. Daha doğrusu sokaklarda bakan gören olmadığı için karantinada daha da yoğun işliyor.

Devletin yapacağı para yardımlarına başvurmak için açılan internet sitesinde "ffff dddd" gibi isimler olduğu ortaya çıkarılınca sayfa kapatıldı. Daha sonra tekrar açıldığında tepede yanıp sönen bir uyarı vardı: "Bu sayfadan alınan bilgileri, ekran görüntülerini dışarıda kullanmak yasaktır. Kullananlar hakkında cezai işlem başlatılacaktır."

Resmi yardımlar gelmiyor. Çünkü kenar mahallelerdekiler ikamete kayıtlı bile değiller. Bir çoğunun kimlikleri bile yok. Yardım gelse de alamayacaklar. Kolombiyalılar, artık devletten hiçbir medet ummadan kendi başlarının çaresine bakmanın, devlete rağmen iyi-kötü hayatta kalmanın yollarını buluyorlar. Şimdi bu yolların hepsi kapalı. Devletten gelecek hayır da her zamanki gibi.

Aç olanlar yardım istemek için evlerinin pencerelerine, kapıların kollarına kırmızı çaputlar bağlıyorlar. Elinde tencereyle kapı kapı dolaşıp tuz ve yağ isteyenleri sadece fakir mahallelerde değil, şehrin her yerinde görmek mümkün. Bazı sokaklar bayram günü gibi, bütün evlerin pencerelerinde çaputlar var. Belediye ve devlet yardımları gelmediği için, tribün grupları ve bazı bağımsız inisiyatifler kendi çabalarıyla topladıkları yardımları dağıtıyorlar. Komşu dayanışmaları var. Tabii ki yetmiyor. Çünkü fakirlerin komşuları da fakir.

Yevmiyeyi günü gününe denkleştirerek yaşayan Venezuelalı göçmenler memleketlerine dönüyorlar. Çünkü kiraların ertelenmesine, karantina süresince kiracıların evden çıkarılamayacağına ilişkin genelgeler yayınlanmış olsa da, göçmenlik durumları yasal olmadığı için haklarını arama şansları yok. Kirayı ödeyemeyince bütün ailece kaldıkları tek göz odalardan atılıyorlar. Ayaklarında terlikleriyle, otobüs paraları da olmadığı için, şoförün insafına kalmış bir şekilde saatlerce koridorda ayakta gitmeyi kabul edip Venezuela'ya varmaya çalışıyorlar.

Orta solcular karantinayı şiddetle savunmaya devam ederlerken kenar mahallelerde yağmalar, soygunlar başladı. Sorun karantina değil yolsuzluk diyorlar. Tabii ki. Fakat karantinayı ilan ederken Kolombiya'da yolsuzluk olduğunu bilmiyor muydunuz? Çıkarlarına uymadığı için "Barışa hayır!" kampanyası yapmış bir yönetim var. Ulusal karantina ilan edilsin diye tuttururken bunların "ama şimdi insan hayatı söz konusu" diye yardım paralarını çalmayacaklarını mı sanmıştınız? Her zaman insan hayatı söz konusuydu ve siz ihtiyacı olanlara yardımı ulaştıracak mekanizmaların yerinde olmadığını bile bile karantinayı ilan ettiniz.

Ciudad Bolivar ve Kennedy gibi ilçelerde ölüm sayıları çok fazla. Belediye yetkilileri çıkıp "disiplinsizlikten, karantina tedbirlerine uymamaktan dolayı bu ilçelerde ölümler fazla" diye insanları korkutup, karantina kararlarının doğruluğunu desteklemeye çalışıyorlar. Halbuki bu ilçelerde keyfi olarak dışarı çıkanlardan çok daha fazla insan zaten hayati sektörlerde çalıştıkları için evlerinden dışarı çıkmak zorundalar. Bir kısmı hallerde çalışan hamallar, kamyon şoförleri, temizlik işçileri. Bir kısmı da güvenlikli sitelerde canı sıkılıp da internetten alışveriş yapanların sipariş ettikleri çay fincanı takımlarını getiren bisikletli kuryeler. Geri kalanı kayıtdışı çalışanlar. Şu anda işsiz, gelirsizler. Evleri yirmi metrekare olduğundan ve Wi-fi bağlantıları da olmadığından kapının önüne komşularıyla konuşmaya çıkıyorlar.

Bu mahallelerde insanlar hayatları boyunca yarı aç, yarı tok, pilav, patates ve mercimekle beslenerek yaşıyorlar. Şimdi çalışamadıkları için o porsiyonlar da yarıya inmiş durumda. Vücutlarında herhangi bir hastalıkla baş edecek bağışıklık sistemi namına bir şey var mı kuşkulu. Ama ölümler disiplinsizlikten! Fakirler disiplinli olsalar ölmeyecekler. "Salgın öldürüyor," bağırışları, beyanları bizim "kapitalizm öldürüyor," seslerini kat kat bastırıyor.

Hem sağın karşısında görünüp hem de sol olmamayı nasıl becereceğiz? Sağın karşısında durmamız gerek, çünkü halk arasında hayli yaygın bir memnuniyetsizlik var, oylar orada. Sol da olmayacağız çünkü Venezuela'yı soktukları durum yüzünden solcuyum demek çocuk tacizcisiyim demekten daha büyük ayıp oldu. Bolivya'da ülke ekonomisini olabildiği kadar dışarıya kapatan Evo Morales bile, kamulaştıracak petrolü bile olmamasına rağmen bir yolu bulunup alaşağı edildi. Solcular seçimlerde oy almak istiyorlarsa yarım ağızla bile solcuyuz diyemiyorlar. Eski gerilla örgütü mensupları: "Ne sağ ne sol, önemli olan insanlık", diye seçim kampanyaları yapıyorlar. Ama sıkıntı yok. Sağ o kadar aşırı sağda ki, ortada duranları bile göreceli olarak solcu yapıyor.

Başkan "cesedimi çiğnemeniz gerekir" diyor. Karantina, sayısını bilmediğimiz, hatta varlığından bile haberdar olmadığımız cesetleri çiğneyerek devam ediyor. Karantina koşulları yüzünden ölenlerin sayısını hiçbir zaman bilemeyeceğiz. Çünkü onlar zaten sürekli vahim sağlık koşullarında yaşayıp engellenebilir hastalıklardan ölüyorlardı. Şimdi biraz daha fazla ölüyorlar. Covid testi pozitif çıkanlar salgın ölümleri hanesine işleniyor. Fakirlikten ölenler için bir hane yok.

Öte yandan biraz kuzeyde farklı bir örnek var. Nikaragua başkanı Daniel Ortega, "çalışmayı durdurursak ülke ölür" diyerek diğer ülkelerin aldığı önlemlerin hiçbirini almadı. Okullar açık, dersler devam ediyor. İş yerleri açık. Ülke sınırlarında ve şehirlerarası seyahatlerde bir kısıtlama yok. Sağlık görevlileri kapı kapı dolaşarak bilgilendirme yapıyorlar. Ölüm ve vaka sayısıyla ilgili halka açık bir veri yok. Ortega, WHO ve Amnesty International'ın eleştirilerine karşılık olarak, "Önlemler alıyoruz. İzdiham yaratmadan sakin adımlarla ilerliyoruz... Hastanelerimiz ve uzman personel hazır ve yeterince solunum cihazımız var... Uluslararası normları kılavuz alarak, fakat onları kendi gerçekliğimize uygun şekilde, kendi imkanlarımıza göre uygulayarak krizi yönetiyoruz" diyor. Devletin açıkladığı verilere göre vaka ve ölüm sayıları çok az. Henüz bu rakamları yalanlayan bir kaynak yok. Halk da kendi önlemlerini almış durumda. Zorunlu olmamasına rağmen maskelerini takıp ellerini yıkıyorlar.

Bu yazının amacı salgını inkar etmek ve ya küçümsemek değil. Yalnızca Avrupa ülkeleri örnek alınarak alınan önlemlerin, konu üçüncü dünya olduğunda faydadan çok zarar getirebileceğine dikkat çekmek. Covid'den çok daha ölümcül olan fakirlik ve sağlık sistemlerinin özelleştirilmesine bakmadan korkunun esiri olup "İnsan hayatı kurtarıyoruz" demek en iyi ihtimalle ikiyüzlülüktür. Maksat insan hayatı kurtarmaksa dünyada kurtarılacak sıkıntısı yok. Üstelik de bu müthiş salgın önlemlerinin çeyreğiyle. Ama böyle bir yönelim yok. Covid bile mahalle seçiyor. Zengin- fakir mahallelerdeki ölümlerin orantısızlığına baktığımızda da işin aslı kabak gibi ortaya çıkıyor: "Orta-üst sınıf insan hayatı kurtarıyoruz."