Celal Bayar'ın Kürt raporunun günümüze yansımaları

Erdoğan’ın çözüm niyeti olmuş olabilir. Ancak güç ve iktidar ilişkileri onun tercihini “başkanlık” karşılığında “derin güçler” yönünde kullandığı konusunda birçok argümanın varlığı biliniyorken, çözüm sürecinin bitişini Kürt siyasal hareketine mal etmenin gerçeklikle ilgisi yoktur.

Google Haberlere Abone ol

Feyzi Çelik*

Babadan devletin resmi tarihçisi Murat Bardakçı’nın Habertürk’te 18 Mart 2012 tarihinde yayınlanan “Celâl Bayar’ın 1959’da hazırlattığı Kürt raporunda bakın kimler var!” başlıklı yazı yeniden gündeme geldi. Çözüm sürecinin konuşulduğu bu tarihte Celal Bayar’ın Kürt raporunun gündeme getirilişi sıradan bir gazetecilik işi olmaktan öte anlamlara sahiptir. Bu raporun günümüzdeki yansımalarını ele almakta fayda vardır.

Celal Bayar, İttihat ve Terakki, Halk Partisi ve Demokrat Parti gibi partilerde aktif rol almış bir siyasetçidir. Atatürk ve İnönü’den sonra üçüncü kişidir. İnönü’den farklı olarak serbest ekonomiden yana muhafazakâr biridir. Şeyh Sait ve Ağrı ayaklanmasının değişik aşamalarında görev almıştır. Dersim katliamında başbakanlık görevini yapmaktaydı. Siyasal ve hukuksal açıdan Dersim katliamından doğrudan doğruya sorumludur. İkinci Dünya Savaşı süresince, yani İsmet İnönü’nün Cumhurbaşkanı olduğu dönemde, siyasi görev almamıştır. Celal Bayar'ın liberal ekonomi yanlısı oluşu, Atatürk’ün kapitalist devletlerle işbirliği yapmasında onun ve ekibinin oldukça belirgin bir rol oynamasını sağlamıştır. İkinci Dünya Savaşı‘nda dünya dengeleri yeniden belirlenmiştir. Batı kapitalist ekonomik ve siyasal düzen ABD’nin eline geçmiştir. Sovyetler Birliği genişlemiş, sömürge ülkeler bağımsızlıklarını kazanıp bir bölümü Sovyet (Doğu) bloku ekseninde yer almıştır. Türkiye’de bütünsel olarak anti-komünizm dalgası başlamıştır. İnönü de Bayar da tercihini Batı/kapitalist bloktan yana kullanmıştır.

Demek ki, Komünizm ve Kürtçülük konusunda İnönü ile Bayar arasında bir fark yoktur. Sovyetlerden yana tercih kullanılması halinde Sovyetik sistemin Kürtlere özerklik veya federasyon gibi statü sağlaması konusunda adım atma olasılığında Türkiye’nin Batı tercihi üzerinde belirgin olmuştur. Bu aynı zamanda, Kürt sorununun demokratik yönden çözülmemesine Batı’nın da dahil edilmesi anlamına geliyor. O dönem itibarıyla kapitalist bloğun Kürt mücadelesine destek verme olasılığı daha düşüktür. Türk devletinin korkusu, sömürge olan ülkelere Sovyet ilgisinin Kürtlere yönelik olabileceği yönündedir. O dönem itibariyle raporda adı geçenlerin bir kısmı sistem partilerinde yer alanlardır. Onlardan doğrudan doğruya bir Kürtçülük tehlikesi olası görülmese de o dönem itibariyle İran ve Irak’ta KDP etrafında oluşan ulusal Kürt bilinci, Türkiye Kürdistanı’nı da etkilemeye başlamıştır. Her ne kadar aşiret lideri, şeyh veya beylerin ayaklanma kapasitesi düşükse de Kürt entelektüellerin Kürtlük bilincinin yükselişi dikkat çekicidir. Geniş Kürt halk topluluğu bundan etkilenmektedir. Raporun “ajanlaştırma” tarzı ile ilgili olarak yazılanlar bu olasılığı bazı avantajlar sağlanarak bertaraf etmeyi hedeflemektedir. Sovyetlerin etkisi ile sol bir Kürt hareketinin doğuşundan korkulmaktadır. Kürt siyasetinde yerini alan KDP, Komünist Parti'nin örgütlenme biçimini seçmiş, İran ve Irak’taki komünist partilerle dayanışma halindedir.

Celâl Bayar’ın 1959’da cumhurbaşkanı olduğu sırada hazırlattığı bir “Kürt raporunda“ isimleri yer alanların büyük bir çoğunluğu 27 Mayıs 1960 askeri darbesinden sonra Sivas’ta toplama kampına tabi tutulmuşlardır. Büyük olasılıkla kendine bağlama, ajanlaştırma bu kampta dayatılmış, belirli oranda bunda başarılı olunmuştur. Kürt sağ kanadının felç edilmesi gerçekleştirilerek Kürt ulusal mücadelesinin önü kesilmeye çalışılmıştır. Bu politika etkili bir şekilde devam etmiştir. Demirel, İnönü, 12 Mart muhtırası, Ecevit ve diğer hükümetler tarafından sürdürülmüştür. 12 Eylül darbesi bu politikayı Kürtçe konuşulmasının yasaklamasına kadar ilerletmiştir.

Raporun en korkunç yerlerinden biri de “....politik müdahaleye karıştırmalar da tertip olunabilir. İran’la bu konudaki işbirliğinin güçlendirilmesi lâzımdır. Irak devleti, Kürtçülükle mücadeleye ikna olunmalıdır.” bölümüdür. Bu aşiretlerin birbirine düşürülmesi ve daha geniş kapsamlı çelişki ve çatışma oluşturmak gerektiği anlamına geliyor. Bildiğim kadarıyla darbeden bir iki yıl sonra Bucak aşireti içinde iki kol birbirinden onlarca insan öldürdü. Büyük ihtimalle MİT’in destek verdiği Bucak’ın bir kolu, diğer kola mensup Faik Bucak’ı şehit etti. Böylece karşı çıkan, ajanlaşmayı kabul etmeyen aşiretlere göz dağı verilmiş oldu. Sonrasında Siverek’te aşiretler arası çatışmalarda yüzlerce insanımızı kaybettik. Raporda adı geçen Bucak aşiret liderlerinden Hacı Ali Bucak’ın oğlu sonradan Adalet Partisinden milletvekili seçilmiş, Bucak aşireti devletin kontrolüne geçmiştir. PKK’nin eylemsel olarak ortaya çıkışında Bucak aşiretiyle çatışması, PKK’nin bir tercihi olmaktan çok yeniden oluşan Kürdistani bir hareketin önünün aşiretlerin örgütlenmesi yoluyla önünün kesilmek istenmesi konusunda bu rapor işaretlerle doludur. 1990’lı yıllarda yoğun koruculaştırma örgütlenmesi bu çerçevede gerçekleşmiş, Bucak aşireti lideri, Leyla Zana ve diğer HEP’liler aleyhinde tanıklık yapmıştır.

O dönem itibarıyla Suriye’deki Kürtler tehlikeli görülmediği için İran ve Irak’la işbirliği yapılması gerektiği önerisi bütün Kürtlerin düşman olarak görüldüğünü gösteriyor. Tertip ve karıştırmalar aile ve aşiretleri aşacak şekilde olası veya var olan Kürt parti ve örgütlerinin birbirine düşürülmeyi de kapsamaktadır. PDK-YNK-PKK arasındaki geçmişteki çatışmalarda bu tertip ve karıştırma izleri olabilir. Rojava’da PYD-ENKS arasında yaşanan sorunlarda Türkiye’nin tutumu belirgindir. Hüda-Par’ın Kobani olayları döneminde HDP ile karşı karşıya getirilmesi için de aynı şey söylenebilir. Aynı politika etkili bir şekilde devam ettiriliyor. Giderek köy koruculuğunun güvenlik korucusu adı altında gizli şehir silahlandırılmasıyla siyasi taleplerin halk nezdinde eyleme geçilmesi halinde Kürtler arası bir iç savaş hazırlığı da olabilir. Haziran 2018 seçimleri öncesinde Erdoğan’ın bizzat AKP’nin mahalle temsilcileriyle yaptığı gizli görüşmenin video içeriklerinde silahlı iç savaş hazırlığı konusunda net haberler ortaya çıkmıştır. Bundan birkaç gün sonra Suruç’ta açıktan esnaf bir aile fertlerinin açık bir şekilde katledilmesi bu yapılanmanın ilk eylemlerinden biri olarak görülebilir. Son olarak Ülke TV’de bir konuşmacının aile olarak “50 kişiyi öldürecek düzeyde hazırlık içinde” olduğunu söylemesi iç savaş hazırlığının İstanbul gibi Kürtlerin yoğun yaşadığı yerlerde de olabileceğini gösteriyor. AKP-MHP hükümeti için bütün Kürtler tehdittir. Kürdistan Komünist Partisi Genel Başkanı Sinan Çiftyürek’in, Fuat Önen’in Fırat’ın doğusuna yönelik operasyona, daha öncesinde Sıdkı Zilan’ın da Afrin operasyonuna karşı beyanı nedeniyle tutuklanmaya sevk edilmeleri Kürtlere yönelimin HDP ile sınırlı olmadığını, geniş kapsamlı olduğunu gösteriyor. Akademisyen ve diğer duyarlı kesimler üzerinde uygulanan ihraç ve soruşturmalar da bununla ilgilidir. Bundan hareketle Türkiye’de bırakalım bir Kürt partisinin, Babacan ve Davutoğlu gibi devletin yönetiminde yıllarca yer almış kişilerin serbest politika yapmaları önünde bile birçok engel vardır. Partileşmeye doğru gidilirken Türkiye’deki düşman hukukunun var olduğunu göz önünde bulundurmalıyız. Mezarların yıkılması, cenazelere yapılan saygısızlıklar, sokağa çıkma yasağına uymayanlara ateş edilmesinde sınır tanınmıyor. Bana göre şu anda yapılanlar ve yapılması planlananlar konusunda Celal Bayar’ın raporu zayıf kalmaktadır.

Celal Bayar’ın 1959 Kürt raporunda adı geçen hususlar gerekçesiyle diğer Kürt siyasal partilerle nasıl bir politik tutum ve yaklaşım içinde olmamız gerektiği konusunda ipuçları vermektedir. Bir hareketin toplumsallığı yakalaması halinde devletin şiddet kadrajına girmesi kaçınılmaz olabilir. Bazı Kürt çevreleri tarafından ifade edilen sanki Kürdistan’da HDP veya PKK’nin iktidarı varmış benzeri yorumlar gerçeği yansıtmıyor. Burada temel alınması gereken siyaset yapacakların kendilerini HDP’ye karşı muhalefet cephesinde görmek yerine devlete karşı güç olabilecek şekilde muhalefet olabilmeyi hedeflemelidirler. Belli bir dönem itibarıyla yerel yönetimlerde iktidardan söz edilse bile gerek devletin yaklaşımı gerekse bu konuda HDP’nin yetersizlikleri yerel iktidarda sürekliliği sağlamasına yetmemiştir. Kayyım darbesiyle Kürtlerin yerel yönetim varlığı dahi tehlikeli görülmüştür.

Bu rapor sözünü sıkça ettiğimiz Kürt sağ ve muhafazakar kanadının nasıl felç edildiğini gösteriyor. Özellikle 1940 ve 1950’li yıllarda Irak ve İran’da kendisini göstermeye başlayan Kürt ulusal uyanışından aşiret ve ailelerin etkilenebileceği ihtimali ile hazırlanmış bu rapor, 1960 askeri darbesini yapanlar tarafından da dikkate alınmıştır.

Celâl Bayar’ın 1959’da hazırlattığı Kürt raporundan anlaşılması gereken en önemli hususlardan biri de “Kürtçülük fikrinin, İkinci Dünya Savaşı’na kadar Ağa, Bey, Şeyh gibi reisleri ile Bedirhânî ve Babanlar gibi emirler” tarafından yürütüldüğünün kabul edilmiş olmasıdır. Devlet buna benzer toplumsal kesimlerin yasal partileşme tehlikesine dikkat çekerek Türk devlet partilerine mecbur bırakılmalarını amaçlamıştır. “Kürtçülük davasının önderliğini yapan şahıslar, gayelerine ulaşabilmek için yeni bir metot takip etmeğe başlamıştır” denilerek Kürtlerin parti kurmaları engellenmek istenmiştir. 1990’lı yıllarda Kürt adı geçmese de Kürt partileri kurulmaya başlamış ise de yüzde on barajı konularak mecliste temsil edilmeleri engellenmiştir. 2014’te HDP’nin çoğunluğu büyük yerleşim yeri olan 100’den fazla belediyenin, 2015 yılında da HDP’nin yüzde 13,5 oy almış olmasıyla Celal Bayar’ın raporunu aşacak şekilde “çökertme” başlıklı bir planın MGK kararıyla devreye konulduğu biliniyor. 2015-2016 yılında Tahir Elçi’nin şehit edilmesiyle kapsamı genişleyen şehir/hendek savaşlarında çökertme planının oluşturduğu etki-tepki diyalektiğinin etkisi de göz önünde bulundurulmalıdır. Erdoğan’ın cumhurbaşkanı seçildiği ilk 30 Ağustos bayram resepsiyonunda dönemin Genelkurmay Başkanı Necdet Özel’in “çözüm sürecinden haberimiz yoktur” mealindeki konuşması, çözüm sürecinin sonlandırılması karşılığında Erdoğan’a başkanlık yolunun açıldığını gösteriyor. Öyle lanse edildiği gibi çözüm sürecinin sona ermesinin 7 Haziran 2015 seçimlerinde HDP’nin barajı geçmesi ve sonrasında çatışmalı sürece geçilmesine bağlanamaz. Bunun öncesine gitmekte fayda vardır. Dolmabahçe toplantısının da bir anlamda Kürt hareketini oyalatmaya yönelik bir taktik olduğu şimdi daha iyi anlaşılıyor. Erdoğan’ın çözüm niyeti olmuş olabilir. Ancak güç ve iktidar ilişkileri onun tercihini “başkanlık” karşılığında “derin güçler” yönünde kullandığı konusunda birçok argümanın varlığı biliniyorken, çözüm sürecinin bitişini Kürt siyasal hareketine mal etmenin gerçeklikle ilgisi yoktur.

Raporun “Alınacak Tedbirler” başlıklı bölümünde, “istihbarat faaliyeti ve ajanlama işinin takviyesi, İstanbul’daki gençlik esaslı bir kadro ile ve ajanlarla hepsinden önce de bazı Türkçü liderlerle murakabe edilmeli (denetlenmeli) ve kılavuzlanmalıdır” denilmesi ile hem Kürt örgütlülüğü engellenmek istenmekte hem de asimilasyonun etkili bir şekilde sürdürülmesi tavsiye edilmektedir. Daha da ileri gidilerek Kürtlerin devlet kontrollü Türk sol partiler içinde yer almaları amaçlanmış olabilir. Burada Türk İşçi Partisi (TİP) üzerinde durulabilir. Toplumsal Kürt desteği ile 15 milletvekili ile meclise giren TİP’in yönünü Kürt konusuna dönmesi, devletin TİP’i hedefine koymasını, TİP’e yönelik içten bir parçalama sürecini beraberinde getirmiştir. Kürt sorununu programına alışı TİP’in kapatılma gerekçesi olarak kabul edilmiştir.

Türk devleti, şiddet, dövme, takip etme, kovalama, öldürme, hapsetme yöntemlerini sürekli olarak denemiş olmasına rağmen Kürt örgütlülüğünü ve siyasallaşmasını engelleyememiştir. Adı ne olursa olsun Kürt hakları ve hukukunu ön plana alan oluşum ve örgütlemelerin, devletin bu konudaki hafızasını dikkate almalarında fayda vardır.

*Avukat