Post-pandemi tahayyülü: 'Eskisi gibi olmayacak' söylemine bakış

Bölgesel barış, küresel finansal sistem ve evrensel değerlerin muhafazası konusunda işlevi olduğunu deklare eden kuruluşların çoğunlukla barışın en büyük tehdidi haline gelmesi, neoliberalizmle emek sömürüsünü yaygınlaştırması ve insan haklarının yaygın bir şekilde ihlal edilmesine aracı olmaları kurguya aykırı bir hatadan çok ontolojik niyetleriyle uyumlu olmalarıyla ilişkili bir görüntü ortaya koyuyor.

Google Haberlere Abone ol

Serhat Özdili*

Küreselleşmeyi, sınırları olmayan ve tam anlamıyla dünyanın iç içe geçmişliğinin teknik bir ifadesi olarak kabul ediyoruz. Küreselleşme eğilimi, sivil toplum ve tematik hak hareketleri için evrensel bir standardı yakalama imkanını verse de serbest piyasacılığın bu alanı ortak pazar, küresel sermaye ve ucuz iş gücü açısından hunharca işgal ettiğine şahit oluyoruz. Dünya ülkelerinin siyasi, ekonomik ve kültürel gücüne göre konumlandırılması da küresel hiyerarşide sömürülenler ve egemenler kategorisini oluşturdu. Zahirde insanlık değerleri başlığı altında başta barış, güvenlik ve sağlık gibi temel insan haklarına dayanıyor görüntüsü veren oluşumlar ve blok devletlerin, gerçek ajandalarında bunların yer almıyor oluşu bir çelişki halinden ziyade siyasal illüzyonun en sarih biçimi olarak karşımızda duruyor. Bu yazıda küresel pandeminin ulus devletlerin bir araya gelerek oluşturdukları küresel örgütlerin kriz karşısındaki iflası ile soyut bir şekilde yaygın olarak ifade edilen "Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak" söylemine dair senaryoları sınıfsal bakış açısı ile tartışmaya çalışacağız.

Fikret Başkaya’nın Sömürgecilik, Emperyalizm ve Küreselleşme** kitabında şöyle bir anekdoda rastlıyoruz. "Tayland’ın başkenti Bangkong’ta IMF ve Dünya Bankası ortak toplantısı yapıldı, bu toplantıya 150 kadar ülkeden gelen 'etkin ve seçkin' insan katıldı. Toplantının yapıldığı 100 milyon dolara mal olduğu söylenen süper lüks otele 100 metre mesafede sefalet gecekonduları bulunuyordu. Toplantının gündemini de dünyadaki yoksulluk ve sefaletle mücadele oluşturuyordu. Sevimsiz ve çirkin gecekonduların otele yakın olması tatsız bir şeydi. Yoksulluk ve sefalet bu kadar yakınlarındayken sorunu sağlıklı bir şekilde tartışıp halletmeleri zor olurdu. Taylandlı yöneticiler bir çare buldular, gecekondu mahallesinin otelden görünen cephesine bir duvar yapıldı, duvara da rengarenk tropikal orman manzaraları resmedildi. Gecekondu sakinleri de toplantı bitinceye dek gecekondulardan alınıp devlet tarafından tahsis edilen konutlara yerleştirildi.’’ Bu anekdot riyakarca bir tutum kadar uluslararası örgütlerin sorunları önce duvar arkasına nasıl gizleyip daha sonra onun için çözüm ürettiğine dair eşsiz bir örnek! Dünya Sağlık Örgütü’nün bu örnekteki karakterden azade olduğunu düşünmemiz için oldukça güçlü iyimserliğe ihtiyacımız var!

Küresel örgütler (NATO, BM, AB, WHO) uluslararası işbirliği ve ortak benimsenmiş değerlerin kontrolüne dayanan oluşumlar olarak kabul ediliyor. Bölgesel barış, küresel finansal sistem ve evrensel değerlerin muhafazası konusunda işlevi olduğunu deklare eden kuruluşların çoğunlukla barışın en büyük tehdidi haline gelmesi, neoliberalizmle emek sömürüsünü yaygınlaştırması ve insan haklarının yaygın bir şekilde ihlal edilmesine aracı olmaları kurguya aykırı bir hatadan çok ontolojik niyetleriyle uyumlu olmalarıyla ilişkili bir görüntü ortaya koyuyor. Çin’de ortaya çıktığı bilinen ve dünya çapında milyonlarca insanın enfekte olmasına ve ölümüne neden olan Covid virüsü II. Dünya Savaşı'ndan sonra şekillenen dünyada yeni bir aşamanın nüvelerini oluşturuyor. Covid sadece insanlığın karşı karşıya kaldığı bir sağlık sorunu değil aynı zamanda insanın üretim ve tüketim süreçlerinden büyük ölçüde çekilmesinin küresel kapitalist sistemin açmazını da ortaya çıkarması açısından anlamlı bir deneyim. Bu açmaz tek başına bir kurtuluş ve yenilenme reçetesi olmazken yaygın bir şekilde dillendirilen "Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak" söyleminin soyut alandan somuta taşınması açısından da bir yol haritası sunuyor. Yeniyi kurgulamak eskinin sistematik analizine dayandığı ölçüde başarılı olabilir. "Eski" mefhumu, neoliberal politikaların gelişmekte olan ve az gelişmiş ülkelerin enerjisini tükettiği ve dünyada kaynakların bölüşümünün uçurum ile ifade edildiği bir alanda kendisini gösteriyor. Bu doğrultuda ulus devletler "güvenlik ve otorite" kaygısıyla özgürlükler ve refahı göz ardı ederken küresel sisteme akredite olabilmek adına emek sömürüsüne onay veren bir pozisyon içerisinde görülmektedir. Sivil toplum, sendikalar ve toplumsal grupların yaşananlar karşısında güçlü bir ortak ağ kuramaması fotoğraftaki yerini alırken, Özgürlük Heykeli'nin gölgesinde yatmak zorunda kalan evsizler, Ortadoğu ülkelerindeki otoriter yönetimler ve dahil oldukları savaşlar, Afrika’daki açlık, Latin Amerika ülkelerindeki yaygın yoksulluk küresel ölçekteki sömürü düzeninin küçük örnekleri olarak karşımıza çıkıyor. Bunlar karşısında sükunet ve çözüm çağrısı yapan NATO, sıklıkla endişelenen AB ve nedenleri tartışmadan sonuçlara dair tavsiyelerde bulunan Dünya Sağlık Örgütü gibi kurumların iflasını da sürece iliştirmemiz gerekir. Genel bir değerlendirmenin ardından karşımıza iki yaygın senaryo çıkıyor.

'HİÇBİR ŞEY ESKİSİ GİBİ OLMAYACAK' SÖYLEMİNDE BULUNANLARIN TAHAYYÜLÜ

Bu söylem esasında bir öngörüden ziyade bahsini açtığımız küresel finansal sistem ve küresel kurumların başarısızlığına dair eleştirisine dayanıyor. İnsanlık değerlerinin törpülendiği, kâr hırsıyla üretimin hızlandırıldığı, refahın bölüşüme değil dar bir sermaye çevresine aktığı ve emeğin bir bütün olarak sömürüldüğü mevcut halin pandemi ile felce uğraması bu karanlıktan çıkmak üzere bir ışık kabul edilebilir. Esas tehlike tam olarak burada başlıyor. Mevcut durumdan temenniler ile çıkılmayacağını, yol haritası olmadan geçirilen her krizin daha iyi bir sürece evrilmediğini tarihsel kronolojide yakalayabiliriz. Kullanılmayan fırsatlar arzu edilmeyen sonuçlarla karşılaşmamız riskini taşıyor. Küresel ölçekteki sömürüye küresel ölçekte insan hakları, emek mücadelesi ve küresel organizasyonlar ile cevap verilebilir. Karantina süreçlerinde dahi şirketlerin çalışanlarını büyük ölçüde risk altında çalıştırmaya devam ettiği, e-shopping siteleri aracılığıyla kargocuların her zamankinden daha yoğun mesai yapmak zorunda kaldığı ve buna karşı itirazları önlemek adına işten çıkarmaların yaşanmasını unutmamalıyız. Başta yapı taşı olan ulus devletlere, çalışma hayatına dair insani politikalar ve kamusal sağlık politikası konusunda basınç oluştururken, küresel ölçekte de işbirliğinin imkanının zorlanması kısa vadede yapılması gerekenler olarak görülüyor. Dünya Sağlık Örgütü ve Dünya Çalışma Örgütü gibi küresel kurumların lobilerle değil insan hakları ajandasıyla hareket etmesi için küresel ölçekte ciddi bir kamuoyuna ihtiyaç var. Öneriler ütopik bir teoriye dayanmış görüntüsü verse de mevcut koşulların sorgulamaya dayalı farkındalık oluşturduğu gerçeği yadsınamaz. Bu inşa ancak toplumsal öznelerin yeni süreci esas alan bir yol haritası oluşturmasıyla mümkün. Aksi halde umuda dayanan sloganlarla dövdüğümüzü zannettiğimiz küresel sisteme hükmen yenildiğimizi bile fark etmeyeceğiz.

'HİÇBİR ŞEY ESKİSİ GİBİ OLMAYACAK' SÖYLEMİNİN DİSTOPYAYA DÖNÜŞME RİSKİ

Küresel ve toplumsal krizlere ilişkin nasıl bir yol izleneceğine dair usüllere, olağanüstü yönetim başlığı altında ülke anayasalarında rastlıyoruz. Salgın, afet, savaş ve mücbir sebeplerle kamu idaresi olağanüstü yetkilere sahip iradeye bırakılıyor. Yaşanan pandemi sürecinin ardından şeffaflık göstermeyen rejimlerin otoriterleşme eğilimini bu yetkilerin suistimalinde görmemiz mümkün olabilir. Blok ülkelerin krizde senkronize olamaması, ortak uluslararası anlaşmaların küresel finans krizi neticesinde gözden geçirilecek olması ve sömürüye maruz kalan kesimlerin kamu politikalarının oluşturulmasında olası müstakbel başarısızlığı puzzle parçaları gibi otoriter ülke yönetimlerinin fotoğrafını ortaya çıkarabilir. Son yıllarda yükselen popülist yönetimler, aşırı sağcılık ve göçmen karşıtlığını bu fotoğraf ile birlikte okumanın bize çok şey anlatacağı kanısındayım. Bu durumun bizi otoriterlik çölünde yalnız bırakması veya en azından yapılandırılmış sosyal devlet modeline yakın yönetimlere taşıması insanların tahayyülüne bağlı tepkisi üzerinden şekillenecek. Distopyaların edilgenliğimizden güç alarak beslenen kötülük manzumeleri olduğunu hatırlayarak emek sinemasının üstadı Ken Loach’ın umudumuzu diri tutmamıza dair sözlerine kulak kesilelim. "Başka bir dünya mümkün ve de gereklidir."

**Fikret Başkaya, Sömürgecilik,Emperyalizm ve Küreselleşme, Öteki Yayınevi, Şubat 2015

*Psikolojik Danışman