Korona günlerinde HİV+ olmak

HİV’in ilk defa toplumsal alanda yaygın olarak konuşulmaya başlaması sanılmasın ki HİV pozitifler için olumlu gelişmelere sebep oldu. Korona pandemisinin Türkiye’ye geldiği günden itibaren HİV+ vatandaşlar arasında daha önce eşi benzeri görülmemiş bir panik ve korku dalgası yaşandı.

Google Haberlere Abone ol

Tankut Atuk*

Türkiye’de HİV hiçbir zaman bu toprakların bir sorunu olarak algılanmadı. ‘Bize bi’şey olmaz’ milliyetçiliğiyle, homofobiyle ve yabancı düşmanlığıyla yoğrulan HİV algısı bu virüsün sadece Doğu Avrupalı seks işçilerinden (‘nataşalar’) ve Batılı eşcinsellerden bulaşabileceği yanılsamasını üretti yıllarca. Ancak, rakamlar gösteriyor ki 2007’den itibaren Türkiye’de HİV bulaş oranları yüzde 620 artış gösterdi (1). Bu rakamlar ayrıca işaret etmekte ki HİV bulaş vakalarının en hızlı arttığı ülke de Türkiye. Bütün bunlara rağmen devlet kurumları ve yetkilileri "bize bir şey olmaz" demeye devam ediyor. İşin aslı şu ki HİV bulaşı Türkiye’de neredeyse tamamen cinsel yolla gerçekleştiği için, HİV epidemisini açıkça kabul etmek aynı zamanda evlilik dışı, evlilik öncesi ve eşcinsel ilişkilerin varlığını da kabul etmeyi gerektiriyor. Kontrol altına alınmasının ilk koşulu devlet tarafından tanınması olan HİV epidemisi ve bu epideminin aktörleri tam aksine sessiz kılınmakta ve inkâr edilmekte. Devlet yetkilileri sanki ‘sosyal bulaştan’ korkarcasına HİV’in adını ağzına almaya korka dursun, Sağlık Bakanlığı HİV alanında çalışan sivil toplum örgütlerine kendi logosunu kullanma izni bile vermemekte. Maazallah, yüce devletimizin adıyla HİV’in yan yana gelmesi olacak iş değil! Toplumun HİV’e bakışı da pek iç açıcı değil. Yakın bir zamanda Twitter’da HİV+ kişilerin yakılmasını ve başının kesilmesini isteyen nefret dolu paylaşımlar yapıldı (2). Halk hala HİV’in ‘cinsel sapkınlar’ için tanrının bir cezası olduğuna inanmakta ve sağlık çalışanları yaygın olarak HİV+ kişileri tedavi etmeyi reddetmekte.

İlk olarak belirtmek gerekir ki hem HİV epidemisinin hem korona pandemisinin Türkiye’de kontrol altına alınamayacak ölçüde büyümesinin sorumlusu devlet politikalarıdır. HİV konusunda muhafazakâr değerler sebebiyle gerekli tedbirlerin alınmaması, koronaya gelindiğindeyse ekonomik ve siyasi çıkarlar nedeniyle yetersiz ve geç önlem alınması iki virüsün de hızlı bir biçimde yayılmasının önünü açmış ve sadece biyolojik değil toplumsal patolojilerin de kontrolsüz yayılımına sebep olmuştur. İlginç olan durum ise koronanın ülke gündemine oturmasından beri HİV’in beklenmedik ve görülmedik bir şekilde halkın gündemine girmesidir. Hem HİV’in kronik rahatsızlıklar arasında anılması hem de HİV tedavisi için kullanılan ilaçların koronaya karşı bir umut vaat etmesi sebebiyle birdenbire politikacılar (muhafazakar veya muhalefet), ana akım medya, doktorlar ve halk HİV’in adını korkmadan telaffuz etmeye başladı (tabii ki asla Türkiye’de hüküm süren HİV epidemisinden bahsetmeden). Televizyon kanallarında HİV+ kişilerin korona virüsüne karşı risk grubunda olduğu yönünde yapılan açıklamalar belki de Türkiye’de HİV pozitiflerin varlığının tanınmasına gelinen en yakın noktadır. Her ne kadar bütün HİV+ bireylerin aynı risk grubuna dahil edilmesi bilimsel olarak doğru olmasa da, bu tartışmalar HİV’e dair bilincin artması için önemlidir. Öte yandan, HİV’in replikasyonunu engellemek için kullanılan antiretroviral ilaçların korona virüsüne karşı etkili bir çözüm olabileceği haberleri daha önce HİV’i ağzına almaktan bile tiksinen ve korkan kişilerin HİV’den bahsetmesine sebep oldu. Ne zaman biri HİV ilaçlarının koronaya derman olabileceğinden bahsetse insanların gözleri umutla parladı. Birdenbire HİV hastalığın değil de yaşamın ve umudun habercisi oldu. Klinik çalışmaların antiretroviral ilaçların koronaya karşı bir çözüm olmadığını göstermeye başladığı şu günlerde yaşanan hayal kırıklığı nasıl sonuçlar doğuracak hep beraber göreceğiz.

Şu noktada sorulması gereken en önemli soru hem devlet hem halk tarafından ötekileştirilen ve ayrımcılığa maruz bırakılan HİV+ vatandaşların korona günlerinde neler yaşadığıdır. HİV’in ilk defa toplumsal alanda yaygın olarak konuşulmaya başlaması sanılmasın ki HİV pozitifler için olumlu gelişmelere sebep oldu. Korona pandemisinin Türkiye’ye geldiği günden itibaren HİV+ vatandaşlar arasında daha önce eşi benzeri görülmemiş bir panik ve korku dalgası yaşandı. Psikolojik, sosyal, hukuki ve medikal yardıma ihtiyaç duyanların başvurabilecekleri tek merci olmaları sebebiyle HİV pozitiflerin hak savunuculuğunu yapan sivil toplum örgütlerinin telefonları susmak bilmedi. Halihazırda viral sebeplerle makbul vatandaşlık kategorisinden dışlanan ve vatandaşlığın getirdiği koruma ve bakım ayrıcalıklarından mahrum bırakılan HİV pozitifler koronanın sesi duyulmayan ve unutulan kurbanları oldular adeta. Televizyonda HİV’in kronik bir rahatsızlık olduğunu vurgulayan uzmanlar vakit ayırıp HİV pozitiflerin pandemi koşulları altında neler yapması gerektiğini açıklama ihtiyacı bile duymadı. HİV+ kişiler statülerini işverenleriyle paylaşmaları durumunda işten çıkarılacaklarını bildiklerinden statülerini gizlemeye devam etti ve iş yerlerinden izin alamadılar. Bu da demek oldu ki ayrımcılık ve stigmatizasyon korkusu yüzünden pozitif bireyler ifşa olmaktansa Covid-19 olmayı göze almak zorunda kaldı. HİV pozitiflerin bir araya geldiği online destek platformlarında da görüldüğü üzere aileye, arkadaşlara ve işverene ifşa olma korkusu koronaya yakalanma korkusundan daha ağır bastı. Bütün bu korku, sessizlik ve bilgi eksikliği HİV pozitif vatandaşlar arasında ciddi bir panik ve çaresizlik hissine yol açtı. Her ne kadar Pozitif Yaşam, Pozitifiz ve Kırmızı Kurdele gibi sivil toplum örgütleri bu süreçte pozitif bireylere destek olabilmek için çok yoğun bir biçimde çalışsa da, korona pandemisinin Türkiye’de en savunmasız kıldığı gruplardan biri halen HİV pozitiflerdir. Hatta online destek gruplarında paylaşılan trajikomik bir rivayete göre antiretroviral ilaçların Covid-19 tedavisinde kullanılması ihtimalinin haberlerinin yapıldığı ilk günlerde büyük şehirlerdeki bazı eczanelerden toplu antiretroviral ilaç satın alımları gerçekleşmiştir. Bu durum haliyle ilaç tedavisini hiçbir şekilde aksatmaması gereken pozitif bireyleri oldukça zor bir duruma sokmuştur. Bu iddianın doğruluğu net olarak bilinmese de bilinen bir şey var ki o da bu ülkede HİV pozitiflerin hayatının HİV negatifler kadar değerli olmadığı ve korunmayı hak etmediğidir. Yerel sivil toplum örgütlerinin fon bulmakta ekstra zorlandığı bu dönemde, pandeminin devam etmesi durumunda HİV pozitif vatandaşların yardımına kimin koşacağı ise ürkütücü bir muamma.

Pandemi gibi sosyo-epidemiyolojik olaylar adeta toplumlara tutulan bir büyüteç işlevi görürler. Pandeminin yarattığı koşullar toplumların hali hazırda var olan dinamiklerinden beslenir ve bu dinamikleri daha da görünür kılar. Türkiye’de HİV pozitifler yıllarca inkâr edilmiş, ayrımcılığa maruz bırakılmış, yasal olarak tanınmamış ve korunmamıştır. Ve hali hazırda ötekileştirilen bir grup olarak HİV+ bireyler pandeminin yarattığı topyekûn sosyal paniğin yaşandığı bu zamanlarda daha da savunmasız ve kırılgan kılınmıştır. Ramazan Ayı’nın ilk Cuma hutbesinde Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın HİV pozitifleri (ve LGBTİ'leri) hedef göstermesi de tam olarak bu bağlamda değerlendirilmelidir. Gayrimeşru ve nikahsız seksin HİV gibi hastalıklar doğurduğu ve nesilleri çürüttüğü açıklamaları ne şaşırtıcıdır ne de tesadüfidir. Diyanet İşleri bir devlet kurumudur ve devletin resmi görüşünü temsil eder. Bir devlet kurumundan gelen bu tip açıklamalar da haliyle nefreti ve şiddeti yalnızca meşru kılmaz, aynı zamanda körükler. Diyanet Başkanı’nın açıklamasının Covid-19’un hızla yayılmaya devam ettiği şu günlerde gelmesi de tesadüften çok uzaktır. Bu vesileyle Erbaş kimlerin sözde toplum sağlığını daima tehlikeye soktuğunu hatırlatmak istemiş ve halkın dayanışmasının önemli olduğu bu günlerde halkı LGBTİ'lere ve HİV pozitiflere karşı bir arada durmaya davet etmiştir. Diyanet’in 1996 yılında HİV salgınını kontrol altına almak ve HİV pozitiflere karşı yapılan ayrımcılığı önlemek amacıyla kurulan Ulusal AIDS Komisyonu’nun bir üyesi olmasıysa bu tablonun tek şaşırtıcı noktasıdır. Görünen o ki devletin değişik yetkilileri bir şekilde Covid-19 pandemisinden yararlanmanın yolunu bulmuş gibi durmakta. Bazıları koronadan istifaden kâr ede dursun (3), bazıları da bu vesileyle din adı altında toplumsal mühendislik yapmayı ve halkı birbirine düşman kılmayı uygun görmüştür. Konuyla ilgili Pozitif Yaşam Derneği’nin yaptığı açıklamaya buradan ulaşabilirsiniz.

Referanslar:

1- Türkiye Halk Sağlığı Kurumu (THSK) Bulaşıcı Hastalıklar Daire Başkanlığı Cinsel Yolla Bulaşan Enfeksiyonlar Birimi Aralık 2017 Verileri.

2- https://pozitifyasam.org/2020/01/02/hiv-ile-yasayan-bireylere-karsi-nefret-ve-ayrimcilik-soylemleri-ureten-twitter-kullanicilari-hakkinda-suc-duyurusunda-bulunduk/

3- http://www.diken.com.tr/chp-doga-talanini-corona-bile-durduramadi-krizi-firsata-cevirdiler/?fbclid=IwAR0MbSiPpY8y9uxgVxwAy7XXjOqCZOaCyTnDcG5zSCyl0UYjEygbI_p7Yqc

*Minnesota-Twin Cities Üniversitesi, doktora öğrencisi