Pandemide çocuklarla ilgili yayınlara nasıl yaklaşmalıyız?

Sevgili ebeveynler, çocuğu anlamak konusunda biraz sabırlı ve sakin olun. Her öneriyi doğru kabul etmeyin. Çocuktan gelen mesajları iyi okuyun. Sizinle iletişim kurmak istemiyorsa, bu mesajı doğru okuyun. Sırf siz yeterli, başarılı, iyi ebeveyn olacaksınız diye çocuğu sizinle iletişim kurmaya zorlamayın.

Google Haberlere Abone ol

Burcu Ovacık*

Covid-19 salgını nedeniyle, çocukların duygu dünyalarında neler olup bittiğini, aile-çocuk iletişiminin nasıl olması gerektiğini anlatan, birçok önerinin ve değerlendirmenin yer aldığı bildiriler, broşürler, sosyal medya görselleri, canlı yayınlar, köşe yazıları ve çocuklar için hazırlanmış kitapçıklar derken, karışımıza çıkan yığınla ne yapacağımıza karar vermek zor olabiliyor. Farklı yaklaşımlar, farklı öneriler, farklı yorumlar içinde kaybolmak çok mümkün. Bu yazıyı kaleme alma nedenim, bu yayınlara ve önerilere yaklaşırken, bir bakış açısı sunmaya çabalamak. Yayın kelimesinden kastım, bu alanda üretilmiş bütün içerikler olacak.

Süreci psikolojize ve psikiyatrize etme eğilimi yoğun olan “uzman”ların ürettiği içeriklere baktığımda, genelde sürecin negatif/olumsuz/zorlayıcı yanlarına dair ihtimallerden söz edildiğini görüyorum. Çocukların kaygısı, korkusu, kızgınlıkları, kayıpları, içe kapanmaları, yoksunlukları, kafa karışıklıkları gibi ihtimallerden bahsedilirken, bazı çocukların bu süreçten olumlu da etkilenebilecekleri, bazı çocukların bu sürecin kendisine değil, yetişkinlerin bu süreçle nasıl baş ettiğine dair farklı duygulanımları olabileceği vurgusuna çok az yayında rastlıyorum. Bu anlamda üretilmiş gerekli ve önemli gördüğüm birkaç içerikle karşılaştığımı ve bu içeriklerin genelde tek bir kişi tarafından değil, bir dernek, bir topluluk tarafından hazırlandığını belirterek, odağımı bireysel (çoğunlukla sosyal medyada denk geldiğimiz) içeriklere kaydıracağım.

Bazı çocukların koronadan değil, aile üyelerinin yaşadığı ekonomik sorunlardan dolayı güven duygularının sarsılabileceği, bazı çocukların sadece arkadaşlarını özledikleri ve bunun dışında süreci tatil gibi algılayabildiği, bazı çocukların hayatında bundan önce de zaten her şeyin çok kötü gittiği ve bu sürecin onlar ve aileleri için hiçbir anlam ifade etmediği, çünkü hayatta kalma savaşıyla doğduklarından beri uğraştıkları gerçeği gibi farklı durumlar göz ardı ediliyor.

Sadece ana akım psikoloji ya da ana akım psikiyatriyi takip eden ve başka alanlardan beslenmeyen “uzman”lar, her zamanki gibi içinde bulunduğumuz ekonomik, siyasal ve toplumsal koşulları kenara koyuyor. İnsan sanki sadece psikolojik koşulların etkisindeymiş gibi davranıyor. Güvenlik, barınma, beslenme şansı olan çocukların psikolojik ihtiyaçlarına eğilirken, orada bile teşhis ve tedavi üstünden içerik üretme tuzağına düşebiliyorlar.

Aile içi iletişime dair çok fazla öneri getirilirken, çocukların doğayla/sokakla/mekanla kurdukları bağ ve bu bağın sarsılmasına dair alanda, tabiri caizse dilsizleşiliyor. Çocuklar ve aileler etkinliklere boğulmak isteniyor.

Çalışmak zorunda bırakılan çocukların (çocuk işçilerin), mülteci kamplarında hayatta kalma savaşı veren çocukların, 14 yaşına girmiş çocukların (13 yaşını doldurmuş çocukların) evlilik için bilinçli kabul edilmesi ile ilgili yasa tasarılarının çocuklar üstündeki psikolojik etkileri, bazı çocukların değil, bütün çocukların psikolojik ihtiyaçları üzerine söz üretmek, alan dışına itiliyor, görünmezleştiriliyor, yoklaştırılıyor. Anaakım psikoloji, sınıf ayrımı yapıyor! Bunu bir itiraf edelim. Yüzleşmek; iyileşmenin, onarımın ilk adımı değil mi?

“Psikolojik refahtan ve iyilik halinden söz edebilmek için, bütün çocukların içinde bulunduğu güvensiz, kaygı verici, korku verici sosyoekonomik koşullar iyileştirilmelidir. Aile içi iletişimi güçlendirme meselesinden önce, bu dönemde zorunlu hizmetler dışında ücretli izin uygulamasına gidilmelidir. Bu dönemde dahi ebeveynleri çalışmak zorunda bırakılan çocukların tek endişesi Covid-19 değildir, aynı zamanda, ebeveynlerinin virüse yakalanma, hastalanma ve ölme ihtimali üstünden, ebeveynlerini kaybetme endişesiyle başa çıkmakta zorlanabilirler, Bu nedenle önerilerimiz tek başına işe yaramaz” ifadelerine rastlıyor musunuz hiç? “Bu koşullarda, psikolojinin ve psikiyatrinin sınırları, bütüncül bir yaklaşıma izin vermediği için öneriler her çocuk için işe yaramaz ” söylemlerine denk geldiniz mi? Anaakım psikoloji ve/veya anaakım psikiyatri, nerelerde yetersiz olduğunu artık kabul etse ve bu yetersizlik bilinci üzerinden söylem üretmeye başlasa, neler olabileceğini merak ediyorum. Her an karşımıza çıkan öneri listelerinin nasıl değişeceği, nasıl farklı bakış açılarına izin veren bir alan açılabileceği, dört duvar arasındaki iletişime değil, dayanışmaya ve koşulların iyileştirilmesine vurgu yapan önerilerin nasıl da hızla artabileceği fikri beni bu dünyada yaşayan herhangi bir birey olarak heyecanlandırıyor. Ya da klinik psikolojide değil, sosyal psikolojide eğitimli kişilerin, seslerini daha çok duyurmasının mümkün olup olmadığını merak ediyorum.

Buraya kadarki kısımda, daha çok psikologlara seslendim. Bir de psikolog rolüm üstünden ailelere, çocuk çalışmaları yapanlara ve süreci bütün yönleriyle takip etmeye çalışan herkese söylemek istediklerim var:

Çocukların omzuna kahramanlık rollerinin yüklendiği, “hijyeninize dikkat ederseniz her şey yoluna girecek” gibi didaktik ve gerçek üstü mesajların verildiği, “güvendesiniz” kandırmacasına bolca atıf yapılarak bazı çocukların güvende olmama hissiyatlarının bastırılmasına neden olan yayınları, çocuk dünyası açısından zehirli buluyorum. Bazı çocuklar güvende değil. Bazı çocuklar güvende olmadığını hissediyor. Ama yetişkin otoriteler çocuğa “güvendesin” diyor. Çocuğun gerçek duygusunun reddedilmesi ve ona kurmaca bir dünya vaat etmenin çocuğa hiçbir fayda sağlamadığını, aksine sağlıklı bireyleşme sürecinde ona zarar verdiğini vurgulamak istiyorum. Hatta çocuğa verilen “güvendesin” mesajlarının, çocuklar üstünden yetişkinlerin kendilerine söyledikleri bir uydurma olduğunu düşünüyorum. Çünkü herkes için geçerli değil bu bilgi. Bazı çocuklar güvende, bazı çocuklar güvende değil. Bazı yetişkinler güvende, bazı yetişkinler güvende değil. Peki, ne öneriyorsun, diye sorulabilir. Her zaman bir şey önermek zorunda değiliz. Uzmanlar sürekli bir şey önermek zorunda değil. Uzmanlar bazen, çıkmazları ortaya koymak sorumluluğu hissetmeli. Uzmanlar bazen “ben de bu süreçle ilgili kaygılıyım ve bu noktada sizin için bir önerim yok.” diyebilmeli. “Kendi kaygımla baş etmek için, kendimi dinlediğim bir süreçteyim. Kendimi dinlemek, kendimi anlamakla uğraşıyorum. Neye ihtiyacım olduğunu fark edebilmek için, bu süreçte biraz sessiz kalmayı tercih ediyorum” diyebilmeli. “Ülkemizde pandemi üstüne uzmanlık yapmış meslektaşlarımız varsa onların yaklaşımını hep birlikte izleyelim ve değerlendirelim. Çünkü bu konuda yeterli donanımım yok” diyebilmeli. Yahut gerekli/elzem gördüğü bir öneride bulunurken “bu öneriler herkes için geçerli olmayabilir. Bu öneriler değişmez kaideler, kanunlar değildir. Bu öneriler, hayatta kalmak için temel ihtiyaçları giderilmiş ailelerin ve çocuklarının bir kısmı için faydalı olabilir. Hiçbir uzman, o çocuğun içinde bulunduğu özel koşulları bilmeden, kesin kurallarla konuşamaz. Ancak genelleme yaparak öneri getirebilirim ve bu önerilerin size uyup uymadığına lütfen siz karar verin çünkü ben, sizden daha iyisini sizin adınıza biliyor değilim” diyebilmeli. “Bu süreçten sadece teşhis ve tedavi ile değil, farklı dayanışma modelleri ile sağ çıkabiliriz ancak. Eğer hepimizin (bütünün) iyiliği için konuşmam gerekecekse, bir önerim de birlikte dayanışma yolları bulmak, dayanışma ağları örmek, mevcut ağlara katılımı arttırmak” diyebilmeli. Her zaman, her koşulda değil belki, ama lütfen, bazen, en azından bu koşulda bunları diyebilmeli.

Başka bir konuya geçeceğim. Sözün/dilin sorumluluğu olduğunu düşünüyorum. “Çocuklarınızla konuşun, onları dinleyin, anlamaya çalışın, resim yaptırın, oyun oynayın” gibi önerilerden bahsedeceğim şimdi. Kendi başlarına hiçbiri yanlış değil, yanlış görünmüyor öyle değil mi? Peki, eksik mi? Bir hayli eksik. Çocuğuyla şimdiye kadar nasıl konuşacağını bilmeyen, çünkü 8-10 saat çalışmak zorunda olduğu için, çocuğunu kreşlerin, anaokullarının, bakıcıların, büyükannelerin büyütmek zorunda olduğu bir gerçeklik yaşıyor/du ebeveynler. Akşam eve geldiğinde sadece ev işi yapmak, çocuğun dersleriyle ilgilenmek, belki bazen kısa bir oyun oynamak, ardından çocuğun yatış ve kalkış seremonileriyle ilgilenmek ve günü kurtarmak üstünden yaşamak zorunda olan ebeveynler, çocuklarıyla nasıl konuşacaklarını biliyorlar mı? Çocuğa “günün nasıl geçti, okul nasıl geçti” vb basmakalıp sorular yöneltmek dışında, çocukla iletişime girecek bu kadar geniş zamanları olmuş mu ki hiç bundan önce? Çocuklarını gerçekten tanıyorlar mı mesela? Bu noktada, diğer önerileri art arda sıralama hevesinden önce, çocuğunuzu tanımaya zaman ayırın vurgusunun üstünde durulmazsa, bu öneriler de çocukla iletişimi mekanikleştirebilir ve çocuğun ebeveynlerinden uzaklaşmasına neden olabilir. “Soruyorum ama hiçbir şey anlatmıyor, bizimle konuşmuyor” vb geribildirimleri az mı duyduk şimdiye kadar? Mesele kullanılan dilin, seçilen cümlenin kendisi değil çünkü. (Ama öneriler listesinde sanki her şey çok teknikmiş gibi bir basitleştirmeyle karşılaşıyoruz çoğu zaman. Bu noktada meslektaşlarımı da daha derin ve çok boyutlu düşünmeye davet ediyorum.)

Çocuğun iletişim tarzını/dilini keşfetmeden onunla nasıl iletişim kuracağınızı bilemezsiniz. Kızdığı, korktuğu, heyecanlandığı, üzüldüğü, kaygılandığı, sevindiği zaman kendini nasıl ifade ediyor, nasıl davranıyor, nasıl hayaller kuruyor, nasıl oyunlara ilgi duyuyor, kendi başına oynadığı oyunlarda hangi temaları işliyor, zor durumda kaldığında ne yapıyor, bunları keşfetmeden çocukla gerçekten konuşmak, çocuğu gerçekten dinlemek mümkün mü? Konuşmaktan zevk almıyorsa üstüne gitmeyin, onu konuşmaya zorlamayın, resim yapmak istemiyorsa resim yaptırmayın, çocuğu bir bırakın. Bir bırakın bu çocukları kendi hallerine. Kendiliğinden halleriyle nasıl temas kurabileceğiniz üstüne kafa patlatın. Basmakalıp önerileri bir kenara koyun. Çocuk korkuyorum dediğinde siz de korkuyorsanız “ben de korkuyorum” diyebilin örneğin, “yine de, seninle yan yana olduğumuz için mutluyum.” Ya da bazen hiçbir şey konuşmayın, Çocuğun üzüntüsünü hissettiğinizde neye üzüldüğünü anlamak yerine ona sarılmayı, dokunmayı deneyin. Çocuk halinden memnunsa, “aslında iyi değil, duygularını bastırıyor olabilir mi, onu nasıl açacağım” endişelerini bir kenara bırakın… O kadar çok şey söylenebilir ki bu konuda. Alanında çok iyi olan ve aynı zamanda bir bakış açısı geliştirebilmiş, oyun terapistleri var. Yani, bir zanaatkâr gibi tekniklerin uygulayan ama terapötik ilişkinin nasıl kurulacağını bilmeyen “uzman”ların dışında bu bahsettiğim grup. Onlar eminim benden çok daha güzel ifade ediyorlardır/edeceklerdir bu kısımları. Özetle, sevgili ebeveynler, çocuğu anlamak konusunda biraz sabırlı ve sakin olun. Her öneriyi doğru kabul etmeyin. Çocuktan gelen mesajları iyi okuyun. Sizinle iletişim kurmak istemiyorsa, bu mesajı doğru okuyun. Sırf siz yeterli, başarılı, iyi ebeveyn olacaksınız diye çocuğu sizinle iletişim kurmaya zorlamayın. İletişim/etkileşim bir teknik değildir, bir yaklaşımdır. Zamanında duygularını, ihtiyaçlarını dile getirdiği için çocuğu görmezden geldiyseniz, engellediyseniz, aşırı abartılı, aşırı korumacı bir tutum takındıysanız ya da hafife aldıysanız, şu anda, çocuk birden sizinle hiçbir şey olmamış gibi yakın bir ilişki kuramaz. Eğer ebeveynleri olarak sizler kendi duygularınızı ifade etmeyi bilmiyorsanız ya da bunu çocuğun yanında göstermiyorsanız, çocuk duygulara izin verilen bir ortamda yaşadığını hissedemez ve bunu doğallaştıramaz. Eğer çocuğunuzla oyun oynarken, sürekli kendi isteklerinize göre oyunu şekillendiriyorsanız, oyun içinde çocukla inatlaşıyorsanız, ona sürekli ne yapması gerektiğini, nasıl oynaması gerektiğini öğretmeye çalışıyorsanız, çocuk sizinle konuşmadığı gibi sizinle oyun da oynamak istemeyecektir. Ya da oyunlarda çocuğa sürekli, bu ne anlama geliyor, bu kim, neden böyle bir şey söyledin, gibi sorular yöneltiyorsanız, sorgulanmaktan hoşlanmayan çocuk o anda iletişime kapanacaktır. Çocuğu tanımaya ve anlamaya çalışın. Gözlem yapın. Keşif yapın. Çocuğun her yaklaşımınıza verdiği tepkiyi okuyun. Çocuğun iletişime hazır olup olmadığını, iletişim için uygun zamanı seçip seçmediğinizi, çocuğun o anki ihtiyacının ne olduğunu kavramaya çalışarak işe başlayın. Hatta bunu bir adım öteye götürün, çocuğun o anki ihtiyacıyla sizin ihtiyacınız örtüşüyor mu, bu ihtiyaca cevap verebilir misiniz? Bunu kendi içinizde tartın. İçinizden gelmeyen, doğal olmadığınız, rol yaptığınız her iletişim çabasını çocuk hissedecektir. Ama çocuk aklı, yetişkin aklından başka çalıştığı için, sizin bu tutumunuzun nedenini anlamayabilir ve kendi varoluşuyla ilgili çıkarsamalar yapabilir. Bu nedenle, örneğin sizinle oynamak isteyen çocuğunuza, sadece onun ihtiyacı için her zaman “evet” demek yerine, bazı ihtiyaçlarını ertelemeyi deneyin. Bunu neden ertelediğinizi ona çok açık bir biçimde anlatın ve bu ihtiyacın ne zaman giderileceğini ona net bir şekilde, somut kelimelerle açıklayın ve ertelediğiniz ihtiyacı, zamanı geldiğinde gidermek konusunda çaba harcayın ki çocuğun size olan güveni artsın. Bunları art arda sıralarken, ben de aynı uzman otoriterliği tuzağına düşüyor olabilirim. Ya da, çocuğun istek, ihtiyaç ve duygularıyla ilgilenemeyecek bir haldeyseniz, kendinizi ihmal edip sürekli çocukla uğraşmak yerine, kendinizle ilgilenin ki sıra çocuğunuza da gelebilsin. Bu kısım, yukarıda bahsettiğim gibi, sadece bazı şanslı çocukların ebeveynleri içindi. Bu noktada, kendimi durduruyor ve eksik bıraktığım yerlerin meslektaşlarım ya da bu konuda bilgi ve deneyim biriktirmiş, bakış açısı geliştirmiş ebeveynler ve eğitimciler tarafından tamamlanmasını diliyorum.

Hâsılı mesele, “çocuğu anlayın, dinleyin, onunla konuşun, onunla oynayın” kadar basit değil.

Bu arada, psikologların birçoğunun pahalı eğitimlerle gelişigüzel sertifikalandırıldığını, alana atıldıklarında onları koruyacak ve denetleyecek bir meslek odalarının, hatta bir meslek yasalarının bile olmadığını, birçok psikoloğun geçinebilmek için, var olabilmek için, serbest piyasa denen canavarla baş edebilmek için esnaf gibi, ya da pazarlamacı gibi hareket etmek durumunda kaldığını biliyor musunuz? Kapitalist sistem ve neoliberal politikalar, hepimizi ezip geçiyor. Bunlar sadece soyut politik argümanlar değil. Hayatlarımızın içinde, mesleğimizin içinde, evinizin içinde, çocuğunuzla aranızda. Bütün bu ezici koşulları yok sayarak, neredeyse kurmaca bir dünyada yaşamaya daha ne kadar devam edeceğiz?

Son olarak, çocuklar için çıkan çocuk kitaplarıyla/kitapçıklarla ilgili birkaç kelam daha edeceğim. İçeriği üreten kişinin psikolog olması güven verici gelebilir. Oysa bu güven verme hali aldatıcıdır. Psikologlar, birçok alanı görmezden geldiği gibi (yukarıda saydığım ekonomi, siyaset, sosyoloji vb), çocuk edebiyatını da rafa kaldırıp, çocuk duygularını ve ihtiyaçlarını bilmenin, çocuk kitabı hazırlamak için yeterli olduğunu düşünse de, biz yetişkinler bu “uzman otoritesi” altında ezilmeyelim. Bu içerikleri bir dernek ya da topluluğun üretmesi de bu noktada kendi başına yeterli değil. Başka bir alana daha ihtiyaç var: Çocuk edebiyatına. Çocuk edebiyatı ile ilgili kafa yorulmamışsa ve/veya bu alandaki katkıları bilinen, güvenilir kişilerden danışmanlık alınmamışsa, yazı yazmak için, kitap yapmak için sadece psikolog, öğretmen, doktor ya da çocuk gelişimci olmanın yeterli olduğunu düşünen bu popüler akımın etkisine hemen kapılmayalım. Bu noktada ne öneriyorum? Çocuğa akıl ve öğüt veren, çocuğa büyüklenmeci düşler vaat eden eserleri bir de bu gözle değerlendirmeniz iyi bir başlangıç olacaktır sanıyorum bundan sonrası için. Eğer yeterli gelmezse, çocuğunuzun fikrini alın. O sizin için gerçek bir yol gösterici olacaktır. Bir çocuğun bir kitabı merak, ilgi ve heyecanla ya da sıkılarak, zorlanarak okuduğuna şahit olmuşsunuzdur belki. Olmadıysanız bu süreç çocuğun kitaplarla ilişkisini keşfetmeniz için de iyi bir süreç. Çocuklar, kendi dünyalarına değmeyen kitaplardan sıkılırlar. Çocuğa sorma şansınız yoksa kendinize sorun. Kitabı okurken zevk aldınız mı ya da bazı duygularınız harekete geçti mi? Tekrar ediyorum, aklınızı bir kenara koyarak kitabı okuduğunuzda, kitaptan zevk/haz aldınız mı ya da duygusal olarak etkileyici buldunuz mu? Bunlardan başka bir veriye ihtiyacınız yok son kertede.

Bazı çocukların kitaplara/kitapçıklara erişme lüksü yok, evde kalma lüksü bile yok.

Bu gerçeklerle ne yapacağız?

Siz, bu konuda ne öneriyorsunuz?

Neden “zorunlu emek dışında ücretli izin” talebinin sadece politik bir talep olmadığını aynı zamanda çocuklar için de elzem olduğunu konuşamıyoruz?

Haydi, konuşmaya başlayalım.

*Psikolog