Mustafa’nın ardından

Ağıt, insanın ölümle baş etmesinin yoludur der Yaşar Kemal. Ölüme değil, yaşama dairdir ağıtlarda anlatılanlar. Dün Mustafa'yı ağıtlarla anlattılar. Bir evlat. Bir oğul. Bir kardeş. Yankısı kulağımdan hiç gitmeyecek: “Bizim canımız ufacık yansa pervane olurdun sen. Dayanamazdın. Burada helak olduk Mustafa’m. Kalkıp da tek söz etmedin. Ağlamayın demedin. Sen böyle yapmazdın Mustafa’m. Bize kıyamazdın Mustafa’m.”

Google Haberlere Abone ol

Mustafa’yla birbirimizi açlığımızdan tanıdık. Dün cenazede ablası Sevgül, ağıt yakar halde anlattı: “Daha tanışacaktınız ablam, Mustafa’yla, olmadı. Mustafa sizin açlık grevinizde, televizyonda seninle ilgili haberleri açardı. Açma Mustafa, dayanamıyorum, derdim. Başka yolu yok mu, bıraksın açlık grevini, derdim. Yokmuş ablam, yokmuş, beni affet, bilemedim, yokmuş.” Aile bireyleri bana hep bu hikayeyi anlattılar. “Mustafa seni bize anlatırdı. Televizyonda görür, üzülürdük. Nereden bilecektik, bir gün biz de aynı şeyleri yaşayacağız.”

Dün akşam o günlerden bir tweet gördüm. Halkın Hukuk Bürosu paylaşmış. Profil fotoğrafında ben ve Semih varız. Şöyle yazıyor tweette: Siyasi Şubede gözaltındaki müvekkil Mustafa Koçak ifade vermediği için tehdit ediliyor: “İki ablan, bir kız kardeşin var, onlara tecavüz ederiz.” Tweetin tarihi 29 Eylül. Ben o günlerde Numune’ye kaçırılmış, tek kişilik bir yoğun bakım ünitesinde, ağır bir tecritteyim. Gazete, mektup yok. Aile ve avukat görüşü 5 dakika ile sınırlandırılmış... Birkaç gün sonra elime geçen ilk gazetede bombacı olduğuma dair bir haber görüyorum. Neden sonra öğreniyorum meseleyi. Bir iftiracı tanık hakkımda ifade veriyor. Berk Ercan’ın sonradan adını Türkiye tarihine yüzyılın iftiracısı olarak yazdıracağını bilmem mümkün değil. Henüz Mustafa hakkında ifade vermemiş. Çünkü o günlerde mevzu biziz. Ne de olsa siyasi şubenin emrinde bir iftiracı, istedikleri zaman, istedikleri kişi hakkında ifade imzalatıyorlar. Belli ki Mustafa’ya sıra gelmemiş. Benim, ne Mustafa’dan ne de Berk Ercan’dan haberim var. Ne Sevgül’ün, Ayşe’nin, Mine’nin, ne Hasan Baba’nın, Zeynep Anne’nin varlığını biliyorum. Bobby Sands’i anlatan Yarım Kalmış Bir Şarkı’yı okuyorum.

Bir önceki gün "Yargıtay Mustafa Ölüyor", diye Yargıtay’a seslenmiştik. Mustafa telefonda, nefes alamıyorum demişti ailesine. O akşam, Yarım Kalmış Bir Şarkı’dan Bobby’nin ailesine mektubu paylaşıldı Twitter’da, Mustafa’ya ithafen. Birkaç saat sonra Mustafa şehit düştü. Ölümü bir ateş topu oldu kucağımızda. Mustafa’nın mektupları, sözleri de Bobby’nin mektubu gibi dilden dile aktarılacak. Zorla müdahale işkencesinden sonra, damar patlaklarım benim onurumdur, deyişi; gördüğü tüm işkencelere rağmen başkalarına atılan iftiraların altına imza atmayışı unutulmayacak. Karanlığın mutlak kılınmaya çalışıldığı bu çürümüşlük çağında, insanlık onurunun ölçüsü olacak Mustafa. Onur sözünü bir nesil onunla hatırlayacak.

Dün Mustafa’yı defnederken aklımda bunlar vardı. Bir de hiç tanışmadan birbirimizi tanıyor oluşumuz. Benim payıma, onun cansız bedenini karşılamak düştü. Tanışamadık. En son İzmir’e gidişimde kardeşi Mine’yle, Mustafa’yla birlikte İzmir’i gezme planları yapmıştık. Kordon boyunda “Mustafa seni çok seviyoruz” diyerek bir video çekmiştik, arkamızda deniz vardı. Dün Mine, “Abimle çok plan yapmıştık abla, dedi, olmadı, hiçbirini yapamadık.” Mustafa iyileşecekti. Hep birlikte, dört kardeş tatile gideceklerdi. Dün, onu kara toprağa koyduk. Sevgül, öyle genç, öyle masum, toprak almaz onu, dedi. Toprak, onu tüm masumiyetiyle bağrına bastı. Anasının sırdaşı, kardeşlerinin gülü, babasının yoldaşı olarak girdi kara toprağın altına Mustafa’mız.

Ağıt, insanın ölümle baş etmesinin yoludur der Yaşar Kemal. Ölüme değil, yaşama dairdir ağıtlarda anlatılanlar. Dün Mustafa'yı ağıtlarla anlattılar. Bir evlat. Bir oğul. Bir kardeş. Yankısı kulağımdan hiç gitmeyecek: “Bizim canımız ufacık yansa pervane olurdun sen. Dayanamazdın. Burada helak olduk Mustafa’m. Kalkıp da tek söz etmedin. Ağlamayın demedin. Sen böyle yapmazdın Mustafa’m. Bize kıyamazdın Mustafa’m.”

Ağıtlara zafer sözleri, hesabını soracağız sloganları karıştı. Gözyaşının yanı başında öfke vardı. Mustafa da olsa öyle yapardı eminim. Çünkü zalimlere öfke duymayı bilmeyen direnemez. Mustafa ailesine ve yoldaşlarına duyduğu sevgiyle olduğu kadar, onu adaletsizliğe mahkum etmeye çalışanlara duyduğu öfkeyle direndi.

Mezarı başında “Bize Ölüm Yok”u söyledik, ağıtların, acının, öfkenin yanında inancı da ifade etmek için. Bize Ölüm Yok, Mustafa’nın gün gün, bedenini eriterek örgütlediği ölümüne saygının bir ifadesiydi. “Kendi ölümünü anlamlı bir bütün ve bir eylem olarak örgütlemek, ölüm orucunun bize yalnızca hatırlattığı bir zorunluluktur. Mümkün olan bütün yolları deneyerek ölmek gerekiyor” diyordu Ulus Baker 2000 ölüm oruçlarını değerlendirdiği bir yazısında. Mustafa, bütün yolları deneyerek öldü. Yaşamını, adalet uğruna feda edecek kadar anlamlı kıldı. Bu yüzden insanlık var oldukça adı adalet ve onurla anılacak.

Ve hala bütün yolları deneyerek ölüme gidenler var. İbrahim Gökçek, Halkın Avukatları Aytaç Ünsal ve Ebru Timtik, devrimci tutsaklar Didem Akman ve Özgür Karakaya adalet için yaşamlarını bilinçli bir ölüme doğru örgütlüyorlar. Mustafa’nın şehitliği onların adalet arayışını daha da anlamlı kıldı. Adaletsizlik de adalet arayışı da daha yakıcı hissediliyor bugün. İş ki, Mustafa’nın bir top ateş yapıp kucağımıza bıraktığı ömrü alıp bir dirhem adalete dönüştürelim. Ölüm oruçları yaşamdan yana alsın yükünü. Onlar yaşasın. Biz de onlarsız ve adaletsiz bir dünyaya mahkum olmayalım.

*Akademisyen