Bizim Ali Ülkü Azrak'ımız

Siyasi tartışmalarda farklı cenahlarda olurduk, tartışırdık, fikirlerimizi dinler, çoğuna da itiraz ederdi. Bizlerse bizi gerçekten dinleyen bir idareciye alışkın değildik; ilk defa böyle biriyle karşılaşıyorduk. Bizden çekinmemesi onu bizim gözümüzde ayrıca yüceltiyordu. Onu hem saydık hem de sevdik.

Google Haberlere Abone ol

Merkez Kampüs'ten Öğrencileri

Ali Ülkü Hoca sadece İÜ SBF öğrencileri ve mensupları özelinde değil, doksanlı yıllarda Merkez Kampüste öğrencilik yapan her devrimci-demokrat için eşine ender rastlanan bir akademisyendi. 12 Eylül darbesi arifesinde Tarık Zafer Tunaya ve arkadaşları ile birlikte SBF’nin kurucuları arasında yer almıştı. Alman ekolünden geliyordu; disiplinli ve mesafeli bir kişilikti. Rasyonel akla büyük önem verirdi. İdare Hukuku dersleri sadece SBF öğrencileri için değil, diğer fakültelerden öğrenciler için de cazibe merkezi olmuştu.

Ülkü Azrak korona virüsü nedeniyle vefat ettiÜlkü Azrak korona virüsü nedeniyle vefat etti

Doksanların ortasında dekanlık görevini devraldıktan sonra kendisini ateşten bir çemberin içerisinde bulduğunu söylesek abartmış olmayız. Ülkenin atmosferi pusluydu ve adı konmamış bir savaş hali hüküm sürüyordu. Diğer yandan üniversiteye yeni bir muhalif nesil gelmişti ve öğrenci hareketi yükselişteydi. Forumlar, şenlikler düzenleniyor, yasaklanmış kulüpler yeniden kuruluyor, üniversite içinde başlayan eylemler sokaklara taşıyordu. O günlerin merkez kampüsünde SBF muhalif öğrenciler için ihtiyaç halinde sığınılan bir kaleye dönüşmüştü. Öğrenci hareketinin yükselişi karşısında bilindik senaryo tekrarlanmış; polisin icazetinde harekete geçen ülkücüler bıçak ve satırlarla saldırılara başlamışlardı. Ali Ülkü Hoca göreve başlamasından itibaren böyle durumlarda odasının kapılarını öğrencilerine açtı ve müthiş bir saygınlık kazandı.

Ülkücülerin sandığının aksine, komünist olduğundan değil, gerçek bir demokrat ve akademisyen olduğundan ötürüydü bu tavrı. Siyasi tartışmalarda farklı cenahlarda olurduk, tartışırdık, fikirlerimizi dinler, çoğuna da itiraz ederdi. Bizlerse bizi gerçekten dinleyen bir idareciye alışkın değildik; ilk defa böyle biriyle karşılaşıyorduk. Bizden çekinmemesi onu bizim gözümüzde ayrıca yüceltiyordu. Onu hem saydık hem de sevdik. Otoritesini oturduğu koltuktan almıyordu. Dobra, yürekli, karizmatik ve çok sahici bir insandı. Yitik zamanlarda kalmış bir şövalye ruhuna sahipti. Zarafet sahibi bir İstanbul beyefendisiydi ve bu zarafet inandığı doğrular uğruna gözünü budaktan sakınmayacak bir cesaretle yoğrulmuştu.

14 Mart 1996’da SBF’de büyük bir çatışma çıktığında bunların hepsine şahit olundu. O gün, fakültenin öğrencisi olmayan yüzden fazla ülkücü fakülteye saldırmıştı. Solcu öğrenciler olarak onları geri püskürttük ve kapıya bir barikat kurmayı başardık. Fakültenin camları atılan taşlarla kırılıyor; çatışma sesleri ortalığı inletiyordu. Böyle durumlarda odasına saklanıp kapıları kilitleyen diğer idarecilerden farklıydı. O hengâmede bile öne çıkmaktan imtina etmedi, hatta atılan taşların kırdığı bir camla elinden yaralandı. Eylemci değildi, devrimci hiç değildi. Ancak böyle anlarda koruyup kolladığı, sakındığı öğrencilerine kanat gerecek bir cürete sahipti. Aynı gün bizlerle birlikte okuldan çıkmış, en önde rahmetli Bülent Tanör ile birlikte yürümüştü.

İki arkadaşımızın Hukuk Fakültesi içerisinde, SBF’den bir ülkücü tarafından silahla vurulduğu olayda da idareciliğini ve elbette karizmasını sergilemişti hocamız. Ertesi günlerde sınavlar vardı ve SBF’nin kapıları muhalif öğrencilerce kapatılmıştı. Ülkücüler eğitimin öğretimin engellendiği ve sınavlara giremedikleri gerekçesiyle sivil ve çevik polisler eşliğinde SBF kapısına geldiler. Kararlıydık, sokmayacaktık. Ali Ülkü Hoca, “çekilin bakayım” dedi. Kimse ona hayır diyemezdi. Polislerin ve ülkücülerin arasına daldı. “Kim sınava girecek, ben sizin güvencenizim, hiçbir öğrencimi mağdur ettirmem” dedi. Zamanın Beyazıt reisi ve bir iki ülkücü hoca ile birlikte SBF’ye girdiler. Hoca sınav sonuna kadar bekledi; onları okuldan başlarına bir şey gelmeden çıkarttı.

Hocamızın bu tavırları tüm eleştiri oklarının üstüne çevrilmesine neden oldu. Zamanın Ülkü Ocakları Genel Başkanı onunla birlikte birkaç hocayı basın toplantısı ile tehdit etti. SBF kurucusu arkadaşı Ümit Yaşar Doğanay’ı bu kişilerin kurşunlarına kurban vermiş Ali Ülkü hoca. Umursamadı tehditleri; belki de biz öğrencilerine yansıtmak istemedi. Saçının teline zarar gelmemesi için biz SBF öğrencileri de onu sürekli kolladık; kıymetlimiz kabul ettik. Dekanlığının bitimi SBF’de bir dönemin bitişiydi; bir daha hiçbir şey eskisi gibi olmadı. Başta dedik ya; nev-i şahsına münhasırdı; yeri doldurulamayanlardandı. Dolmadı da.

Bugün, ne çok sevdiği okulundan istifa ederek ayrılmasına neden olan Alemdaroğlu’nun sesi çınlıyor Merkez Kampüsün koridorlarında, ne de hocalarını uğurlamak isteyen öğrencilerin etkinliğini yasaklayan “dekan” sıfatlı zatların isimleri hatırlanıyor. Eminiz içinden geçmekte olduğumuz sürecin idarecilerinin, daha doğrusu idare edicilerinin de sedaları yankı bulmayacak “büyük ve sakin” Süleymaniye’de.

Hocamız Ali Ülkü Azrak ise “Merkez Kampüs ruhunu” yaşayanlar ve yaşatanların hatıra ve hafızalarında nefes almaya devam edecek.