Yargı, iktidarı anlamak ve infaz yasası

Kararlar anlık olarak alınıyor ve kamuoyu süreçleri içindeki anlamları gözlenerek yeniden ayarlamalar yapılıyor. Böylece her siyasi ve hukuki karar bir tür kamuoyu yoklamasına dönüşüyor; karşı “mahalle”nin tepkilerine ve kararı yorumlama biçimlerinne bağlı olarak değişiyor, değştiriliyor veya yineleniyor. Kavala kararı böyleydi örneğin. Süleyman Soylu'nun istifa girişimi süreci de aynı şekilde yönetildi.

Google Haberlere Abone ol

Orhan Gazi Ertekin*

İnfaz yasası değişikliği olarak bilinen tasarının yasalaşması ile birlikte CHP Anayasa Mahkemesi'ne başvuracağını açıkladı. Peki Anayasa Mahkemesi ne yapabilir? 1991'de yaptığı gibi infaza ilişkin iyileştirmeleri genişletebilir mi ve ne ölçüde genişletebilir? Kimleri yasa kapsamında tutup kimleri dışarda bırakarak ihlal başvurusuna cevap verebilir? Bu sorunum cevabı Türkiye’de siyaset ve hukukun eski ve yeni inşa biçim ve süreçlerini anlamaktan geçiyor. Çok şükür artık neredeyse herkes siyasi analizin ve yargıyı anlamanın iktidar-muhalefet ikiliğine odaklanmayı fazlasıyla aşan ilgilere ve kesitlere sahip olmakla mümkün olduğunu, hem iktidarın içindeki hizip savaşlarını hem de hareket tarzlarını yorumlamanın icap ettiğini fark etmiş durumda. Ki bu durum aynı zamanda muhalefet etmenin imkan ve araçlarını da belirlemeyi kolaylaştırıyor.

Bununla beraber hâlâ konvansiyonel sığ bakış açısının içinde kısmen de olsa varlığını ve gücünü korumayı sürdürdüğü anlaşılıyor. Konvansiyonel bakış açısının öncelikli özelliklerinden birisi ortaokul milli tarih kitaplarından çıkma bir “tek adam” vurgusudur. Bu yaklaşım iktidarın “çoğul” yeniden üretimini ve hükümetin kendisiyle çelişen her hareketinin yine kendisinin tutarlılığından kaynaklandığını fark edememektedir. Ve konvansiyonel bakışın ikinci önemli sorunu ise “kamuoyu”nun hem iktidar içindeki gruplarda hem de dışında hâlâ anlamlı olduğu yerlerin bulunduğunun fark edilmemesidir. Ki bu da iktidar içinde sürekli değişen karar ve iradelerin değişme dinamiğinin farkına varamamak sonucunu getiriyor.

Şimdi henüz yasalaşan “înfaz yasası” üzerinden bu meseleyi çöözümlemeye çalışalım beraberce. 1991 tarihle “şartla tahliye” sürecinden başlayıp bugüne gelelim.

TURGUT ÖZAL VE 1991 ŞARTLA TAHLİYESİ

1991’deki şartla tahliye yasası Turgut Özal hükümeti tarafından siyasi suçlar ve bir kısım yüz kızartıcı suç fiilleri dışarda bırakılarak kabul edilmişti. Anayasanın eşitlik ilkesinin ihlali iddiasıyla başvuru üzerine Anayasa Mahkemesi Kürtlerin yargılandığı 765 sayılı TCK’nin 125. maddesi yönünden anayasaya ihlal başvurusunu reddetti. Buna karşılık Türk hükümlülerin yargılandığı suç ve ceza maddeleri yönünden anayasa ihlali iddiasını kabule değer gördü. Böylece Kürt hükümlüler cezaevinde kalmaya devam ederken Türk hükümlüler serbest bırakılmışlardı.

O süreçte “şartla tahliye yasası”nın kapsamının Anayasa Mahkemesi tarafından kısmen genişletilmesinin iki temel nedeni vardı: Birincisi Turgut Özal hükümeti genel bir şartla tahliye kararına mutlak olarak karşı değildi. Fakat siyasi suçlara kadar genişletme kararının sorumluluğunu üzerine almak istemiyordu. Anayasa Mahkemesi, kısmen ihlal kararıyla siyasi iradenin eksik kalan kısmını tamamlayarak şartla tahliyeyi bazı siyasi suçlara kadar genişletmenin sorumluluğunu üzerine almış oldu. Kapsamı genişletmenin ikinci nedeni ise o dönemin “hukuk ve yargı sağduyusu” Kürtlere ve onların hak iddialarına kesinkes kapalı iken Türk hükümlüler için çeşitli esneklik alanlarına sahip bulunuyordu. Buradan bakıldığında Özal, Anayasa Mahkemesi'nin yasanın kapsamını genişleteceğini biliyor ve bekliyordu. Kürtler konusunda ise hükümet ve yargıda negatif bir uzlaşmanın bulunduğu 1992 ve 1993'te iyice yoğunlaşan “beyaz Toroslar” dönemiyle zaten açığa çıkacaktı. 1990'ların başında toplam iktidar yapısındaki -1991'deki “erken tahliye” yasası bağlamında- muhafazakar ve cumhuriyetçi denge, siyasi ve kurumsal dolayımlar üzerinden çeşitli uzlaşma ve ortaklıklar içinde buluşmuşlar, Kürtsüz bir sağduyuda hizaya geçmişlerdi. Hem Özal hem de Anayasa Mahkemesi kendi temsil ettikleri taban ve kamuoyları açısından oldukça başarılıydılar.

PEKİ BUGÜN?

Bugünün infaz yasası ve Anayasa Mahkemesi'ndeki geleceği sorusuna gelirsek? Bugün farklı bir siyasi ve kurumsal dolayımlar alanında bulunuyoruz. Şurasını artık herkes biliyor ve idrak ediyor olmalı: Bugün bir siyasal krizin de ötesinde bir “egemenlik krizi”nin içinde yaşıyoruz. Herhangi bir kuvvet ve o kuvvet ve kurumlar içindeki güçlerin üzerinde ortaklaştıkları bir “sağduyu” alanı yok. İktidar blokunun içinde de yok. İkinci olarak kalıcı bir ittifak da ortada görünmüyor. Kaldı ki ittifak ve uzlaşmalar bir yandan iktidar hiziplerinin üst katmanları arasındaki ilişkiler içinde diğer yandan da tabanlarının geçici ve çok katmanlı cereyan eden kamuoyu süreçleri içinde belirleniyor. Kararlar anlık olarak alınıyor ve kamuoyu süreçleri içindeki anlamları gözlenerek yeniden ayarlamalar yapılıyor. Böylece her siyasi ve hukuki karar bir tür kamuoyu yoklamasına dönüşüyor; karşı “mahalle”nin tepkilerine ve kararı yorumlama biçimlerinne bağlı olarak değişiyor, değştiriliyor veya yineleniyor. Kavala kararı böyleydi örneğin. Süleyman Soylu'nun istifa girişimi süreci de aynı şekilde yönetildi. Burada iki şeye dikkat etmek gerekiyor. Birincisi iktidar sanıldığınnın tersine “çoğul” yapılar ve dengeleri arasında üretiliyor. İkincisi ise iktidar içi hiziplerin kendi mahsus kamuoyları kararın gücünü ve zayıflığını da belirliyor. Verilen ilk kararın geri alınması veya pekiştirilmesi ancak bu süreçlerden sonra mümkün hale geliyor. Dolayısıyla bir defa “Doğu despotizmi” yaklaşımı büyük oranda bizim olan biteni anlamamızı zorlaştırıyor. Nitekim Machiavelli Doğu'da “sivil toplum” yoktur derken yanlış biçimde gerekçelendirmişti aslında. Doğu'da da tıpkı Batı'daki gibi farklı grup ve hizipler arasında güç ilişkileri ve dengeler sorunu vardı ve sultan yerel güç ilişkilerini paylaşıma dahil etmeden herhangi bir yerel alanı yönetmiyor-yönetemiyordu. Sonuçta bugün siyaset ve düşünce esnaflarında sıkça karşılaşılan Doğu despotizmi denilen şeyin gerçekliği kuşkuludur ve bu durum bugün için de geçerliliğini korumaktadır. Türkiye'nin geleneksel siyasetini anlamak bakımından önemli olduğu gibi bugünün kararlarını yorumlamak ve değiştirmek imkanı bakımından da önemli derslerdir bunlar.

BUGÜN YARGI VE SİYASET

Buna karşılık bugünün geçmişten en önemli farkı ise hiçbir siyasi gücün veya iktidar hizbinin kendi başına “kurucu” ilişkilere girememesi ve bundan dolayı tüm siyasi tarafların ve yargı ve Anayasa Mahkemesi de dahil olmak üzere tüm kurumların sürekli olarak konum değiştirme ihtimalleriyle karşı karşıya olmasıdır. Dolayısıyla bugün açısından hem yargıda hem de iktidar alanında sonuç yaratmanın yolu öncelikle iktidar hizipleri arasındaki çatlakları iyi tespit etmek ve ikincisi de artık iyice bölünmüş iktidar hizbinin kamuoylarının ortaya çıkan herhangi bir sorunu birbirlerine devretme oyununda gözlem altına almak olmalıdır. Sokağa çıkma yasağı tartışması buna bir örnektir. Kavala'nın tahliyesi ve yeniden tutuklanması kararları da yine devlet hizipleri arasındaki çekişmenin güncel sahası olduğunu göstermektedir.

Peki buradan bakıldığında Anayasa Mahkemesi infaz yasasına dönük anayasa ihlal başvurusunda ne karar verebilir? Cevap açıktır ve bu herkesin her tür sonuç karşısında şaşırabileceği anlamına gelir. O verilen kararın da sadece o günün konumuna işaret ettiğinin hatırda tutulması kaydıyla. Çünkü bugünlerde verilen her karar yine karar sahibinin kendisiyle çelişmek zorundadır. Tıpkı Kavala kararında olduğu gibi. Tıpkı Soylu istifa girişiminde oldüğü gibi. O halde infaz yasasında da, Kavala'nın yeniden ve yeniden tutuklanması sürecinde de biri uzun diğeri kısa vadeli olmak üzere ikili bir görev demokratik kamuoyunun önünde duruyor demektir. Uzun vadeli olanı kuşkusuz demokratik bir denge oluşturmanın imkanlarını takip etmektir ki bu da kaçınılmaz olarak bizim dışımızdaki (ister iktidar içi olsun ister iktidar dışı) grup ve hiziplerin takibini ve her gün doğan yeni imkanları gözlemlemeyi gerektirir. Kısa vadeli olan ise iktidar içinde giderek bölünen kamuoylarının geçmişte kalan her sorunlu eylem ve kararı kimin üzerine yıkacakları konusundaki çekişmeyi yakından takip etmeyi gerektiriyor. İnfaz yasası demokratik muhalefet için işte tam da bu geniş sahada, iktidar-muhalefet ikiliğine sıkışmadan doğrudan iktidar içi hizipler ve onların kamuoylarının içinde çalışmayı da gerekli kılıyor. Yani muhalefetin kendi alıştığı konforlu muhalefet alanını genişletmesinden başka çare yok... İşte o zaman infaz yasasının kapsamının Anayasa Mahkemesi tarafından genişletilmesi mümkün olabilecektir.

*Demokrat Yargı Eşbaşkanı