Helin Bölek'i bir kez daha öldürmenin etik haksızlığı

Bireylerin, egemen harami siyasetçiler için “tane” hesabına dönüştürüldüğü bu günlerde, sol muhalefetten geriye ne kalmış ise çıkan seslerin derhal Helin Bölek üstünden siyasi ahkam kesmeye soyunmuş olmalarında müthiş bir etik zaaf, dolayısı ile siyasi basiretsizlik ve kültürel beceriksizlik var; bu yüzden doğru olsalar bile haklı değiller.

Google Haberlere Abone ol

Kumru Toktamış*

Doğru olmak ile haklı olmak arasında etik bir eşik vardır. Bu eşik ortak insanlığımızı yakalamak ve kucaklayabilmekten geçer. Yaşamlarına seküler etik ile değil de dinsel ahlak prensipleri ile şekil ve anlam veren kalabalıklar için hazır şablonlar ve ritüeller vardır zaten. Seküler etik ile daha güzel bir dünya yaratabilmenin yoluna girmişler için doğru ile haklı arasındaki etik bağları anlamlandırmak çok daha zordur, çünkü korku ile değil akıl ile yürüyebilmek zahmetli bir iştir.

Son günlerde, sol muhaliflerin ölüm oruçlarına dair verdikleri tepkiler, doğru siyasi tespitler olsalar da, etik yoksunu bir haksızlık sergilemektedirler. Pek çok yoksulun, çalışmaz ise kirasını ödeyemeyecek durumda olan insanların, her sabah ölümle randevulaşarak evinden çıktığı bu pandemi günlerinde bu tür bir etik yoksunluğunun aslında hepimizi kaygılandırması gerekir.

Ölümün yer kürenin tüm sokaklarında kol gezdiği, evlerin kuytu köşelerinde gizlendiği günlerde gencecik bir ses, kendini ölüme yatırdı ve bizleri terk etti. Kimimizin içi sızladı, kimimiz devrim andı içtik, çoğumuz umursamadık bile. Bunların hepsi bizdik, bu ortaklığı bile hissedemedik, çoğu zaman olduğu gibi, çünkü kendi hayatlarımızın derdine düşmüş durumdayız, her zaman olduğu gibi. Helin Bölek’in ölümüne üzülmüş olmak yetmiyor etik değerler etrafında buluşabilmemiz için. O zaman bütün ölümler birer sayı veya ‘tane’ hesabı olup bizleri, hepimizi, topyekün insanlığımızdan çıkarıveriyor.

Ölüm en büyük ortaklığımızdır insanlık olarak. Bu kaçınılmaz son ile baş edebilmek için giriştiğimiz çabalara da yaşam deriz. Bu kaçınılmazlık ile baş edebilmek hatta yok sayabilmek için kimimiz işi hırsa, kimimiz aydınlanmaya, kimimiz bunların değişik derecedeki kombinasyonlarına vururuz kendimizi. “İnsan hayatı”, kişinin özgün hayatı bu çabalar ile meşrebini bulur.

Bir başka ortaklığımızda tabii ki ana karnından çıkışımızdır ama orada farklı bir fiili müdahalemiz yoktur, verili olandır. Ölüm ise bizim hayatımızla ilişkilendirmişliğimiz ile şekillenir. O ilişkiler ile ölümlü olmaya katlanırız. Zaten bu nedenle bütün dini ahlaklar, seküler etikler ve bunların ritüelleri ölüm etrafında örülür. Pek çoğumuz biliriz ki cenaze törenleri geride kalanlar içindir. Ölenin arkasından ne yapılacağı, nasıl davranılacağı bizlerin ortak insanlığımıza şekil veren etik/ahlaki değerlerdir.

288 gün sürdüğü açlık grevini bilerek, seçerek, isteyerek ölüm orucuna dönüştürmüş olan Helin Bölek'in direnişine dair ortak bir kültürel, siyasi, sosyal tepki vermemiz tabii ki imkansız. Her ne kadar güzel sesi, müziğe olan yatkınlığı gibi ender özellikleri olan bir birey olsa da, Helin bir siyasi duruşun ve direnişin insanı. Bu siyasi duruşu herkesin benimsemesi, beğenmesi, onaylaması, kucaklaması beklenemez. Ama bir insanın kimseye zarar vermeden, kendini ölüme yatırmış olması bize ortak insanlığımıza dair bir şeyler hatırlatmalı. Bunu oluşturamamış olmak, oluşturulmasına katkıda bulunmaktan imtina etmek bence büyük bir ahlaki eksiklik, etik zaaf. Özellikle kendini muhalif ve solda addeden insanlar için.

Bireylerin, egemen harami siyasetçiler için “tane” hesabına dönüştürüldüğü bu günlerde, sol muhalefetten geriye ne kalmış ise çıkan seslerin derhal Helin Bölek üstünden siyasi ahkam kesmeye soyunmuş olmalarında müthiş bir etik zaaf, dolayısı ile siyasi basiretsizlik ve kültürel beceriksizlik var; bu yüzden doğru olsalar bile haklı değiller. Bunu üç başlık ile açmak isterim

a - Gerçek, doğru ve haklı arasındaki fark ve ilişki

Kendini sol muhalif kültürün içinde sayan bireylerin burada yeniden tekrar etmeye gerek duymayacağım bir biçimde Helin Bölek ve Grup Yorum'un siyasi geleneğine, bu geleneğin stratejik tercihlerine, ve bu stratejik tercihlerin metafizik uzamlarına doğrudan saldırı içinde olmalarında ufuk açıcı eleştirel bir yan olduğu doğrudur. Ancak bu (çoğunlukla da katıldığım) doğru eleştirilerin asla haklı olmadıklarını hatırlatmakta fayda görüyorum. Bu arkadaşlar sözünü ettikleri üzüntülerinde de samimidirler, bundan da şüphe etmiyorum. Ancak gerçek, doğru ve haklı arasındaki mesafeleri ve bu mesafeler arasındaki eşiklerin etik boyutlarını görememekte ısrarcı olan muhalif solcu arkadaşların büyük oranda ürkütücü bir zaaf içinde olduklarını özellikle bu korona günlerinde fark edip, insanlığın geleceğine dair umutlu olabilmemizin önünde büyük bir engel oluşturduğunu açıkça söyleme zamanıdır.

Gerçek olan Helin Bölek'in bir insan olduğudur. Her insan gibi hayatını tercihleri ve mecburiyetleri arasında şekillendirmiş bir bireydir. Helin Bölek'in siyasi, sosyal, kültürel doğruları vardı(r). Bu doğrular pek çoğumuzun hayatının doğrusu olmayabilir. Siyasi doğrularımızın denk düşmediği insanlar ile çatışma halinde olmamız da kaçınılmazdır. Bir ömür boyu onların bu siyasi, stratejik doğrularını eleştiregelmiş de olabiliriz. Ancak kendi stratejik doğruları nihayetinde kimselere zarar vermeden bizim ortak hayatımızdan çıkıp giden Helin Bölek’in hemen ardından kendi siyasi doğrularımızı eleştiri görüntüsü halinde savuruyor olmamız haklı değildir. Buradaki etik zaafı göremiyor olmak, ortak insanlığımızı paramparça eden, muhalif falan olmayan bir siyasi basiretsizlik duruşudur.

Bu gerçek, doğru ve haklılık ilişkisinde verilen en sıradan örnek Nazi Almanyası’dır. Nazi dönemi bir tarihsel gerçekliktir. Nazi’lerin çökmüş, batmış bir Almanya'yı refaha çıkardıkları ise bir siyasi doğrudur. Ama Nazi rejimi asla haklı değildir. Siyasi doğruların haklılığa işaret edebilmesi için etik kaygıların net bir biçimde anlaşılması ve yansıtılabilmesi gerekir. Helin Bölek'in kendi iradesi ile bizleri terk ettiğini, bu terk edişindeki mücadeleci geleneği ve bu mücadeleci geleneği kendimizce nasıl taşıyabiliyor olduğumuzdur o yaşanmışlığa verilecek kıymet. Bu etik nokta gözardı edildiğinde yapılan Helin'in yaşamışlığını hiçleştirmektir ve haklı olamaz. Hele hele böylesi bir hiçleştirme ile sıradaki yoldaşlarına ulaşmaya imkan zaten yoktur.

b - Önce ortak insanlığımızın etiğini kurabilmek

Ortak insanlığımız üstüne, daha yüksek sesle yaşamımızı kuşatan inançlı ve dindar bireylerin ortak ahlaki çıkış noktaları vardır. “Allahın verdiği can alınmaz” derler, “Gidenin arkasından kötü konuşulmaz” derler. Doğrusu ile yanlışı ile üç aşağı beş yukarı bu normlar üstünden davranırlar. Yaşamlarının etik çerçevesini Allah korkusuna referans vermeyenler son derece güçlü uhrevi ahlak üstünden değil, kendi kurdukları etik değerler üstünden yaşamlarını anlamlandırdıkları için çok daha ağır bir sorumluluk altındadırlar. Canını kavgasına vermiş Helin Bölek'in ardından derhal kendi siyasi doğrularına sığınan solcu muhaliflerin Allah korkusu ile ahlak kuran dindarlardan çok daha geri, dolayısı ile siyasi olarak çok daha başarısız olmaları hiç de şaşırtıcı değil aslında. Bir can gittiğinde ardından gelen ilk refleks, “ama onların siyasi doğruları çok da yanlış” demek ise, insanlık olarak aramızda çok az bir ortak bağ kaldığının işareti olmaktan başka hiçbir anlam taşımamaktadır.

Helin Bölek'in siyasi geleneğini kendi üzüntüleri adına yerle bir etmek üzere soluksuz salvolara sığınan sol muhalif cenahın çokça üzülmüş olmaları etik kaygılardan arınmış olduğunda, canını kendi iradesi ile vermiş bir insan üstünden siyasi ahkam kesmelerini mazur gösteremez. Hegel'in aydınlama etiğini veri alarak yola çıkmış olan muhalif solculuk İkinci Dünya savaşı sonrasında devrimci pratiğin mutlaka ve mutlaka araçsal değil etik olması, yani insanlığın ortak kurtuluşuna yönelik eleştirel anlamlar üretebilmesi üstünden kendini yeniden tanımlamaya çalıştı. Bu ortaklık kaygısını görmezden gelip, yanı başındakine yönelik buyurgan siyasi doğru parmağı sallama hali ile yüzyıla yakın bir süredir bir arpa boyu yol alınamadı kitlesel anlamda. İşte tam bu nedenle cümleye “üzüldüm ama..” diyerek başlamak ne anlamlı ne de bir muhalif eleştiri niteliğinde. Bu sadece bir parmak sallama, doğruları birilerinin gözüne sokma hali. Etik olan ise, yanı başımızdan bir can gitti deyip, o canın iradı duruşunu insanlığımızın bir parçası olarak anabilmektir. Aksi takdirde bir kez daha yok olup gidiyor Helin Bölek, hem de kendini solcu muhalif ilan edenlerin elleri arasında.

c- Her bireyin iradı duruş ve eylemliliğini görebilmek

İnsanlığın ortak çaresizliğine dair etik öncülleri üstüne kafa yoramayan bir sol muhaliflik hali eyyamcı dindarlığın popülizmi tarafından her köşe başında yenilmeye mahkum. Bunu aşmanın bir yolu da önce Helin ile ortak insanlığımızın altını çizmek, iradi duruşunu (doğru bulmasak bile) yaşamımızın ortaklığına katabilmek. Helin’den ve onun siyasi geleneğinden ne kadar ayrı olduğumuzu illa ki bağıra çağıra ilan etmek değil merceğimizi onunla ortaklıklarımıza çevirdiğimizde etik öncüllerine sahiplenebilen siyasi doğrular kurulabilmesi çok daha mümkün ve kolay olacaktır. Eğer Helin ile bile ortaklık kuramıyorsak zaten siyasi doğrularımız olmasının çok da fazla kitlesel anlamı ve haklılığı olmayabilir.

Kendini aydınlanma geleneğinin eleştirel uzantısı olarak görme iddiasında olan sol muhaliflere hatırlatılması gereken çok önemli bir nokta var. Bireylerin hak iddialarının altında rasyonel akıl yatar, rasyonel aklın en önemli niteliklerinden biri de kendini sınırlayabilmektir. Bu sınırlamanın yolunu etik öncüller çizer. Kimseye zarar vermeden canını kavgasına feda etmiş bir insan ile ortaklığımız onun doğrularına ve iradesine olan saygımız gereği ölenin arkasından nasıl konuşulacağına dair bir terbiye oluşturmak zorundayız. Yoksa dindar uhrevi ahlak mı bize öğretecek ölenin arkasından konuşulmaz diye?

Bu tartışmayı uzatmak neden bugün önemli? Bu yazıyı okuyanlar, bu tartışmada kelam edenler olarak suyu akan, elektriği gelen, wifi'si düzgün çalışan evlerde oturup, bize erzağımızı tarladan toplayan, fabrikada paketleyen, markette raflara yerleştiren veya yollarda koşuştura koşuştura kapımıza getiren insanların binler, onbinler, belki de yüzbinler halinde ölmelerini beklediğimiz günlerden geçiyoruz. Kendimizi karantinalayabilecek lükslerimiz arasından pencereden bakıp o hafta eve para götüremez ise aç kalacak insanların ölümlerini bekliyoruz. Bu insanlar tane hesabı, istatistik numarası değiller. Tıpkı Helin gibi onların da iradeleri var, mecburiyetleri ve seçimleri arasında sıkışıp kalmış hayatları var ve ölecekler yakında akıl almaz kitleler halinde. Onları sevmemiz, onlarla aynı görüşte olmamız, onlar için üzülmemiz gerekmiyor. Onlar ile olan ortak insanlığımızı kavramak ve anlamlandırmak zorundayız. Ölüm en büyük ortaklığımız çünkü.

Pratt Institute, Brooklyn NY