Sınıf çatışmasının distopik hali: Covid-19

Dünya genelinde büyük korku ve endişe ortamı yaratan Covid-19'un dünyanın her yerinde ve her kesimde aynı şekilde yaşanmadığı şüphesizdir. Özellikle salgın ile birlikte bireylerin çatışan faydaları bu süreçte daha net görülmektedir. Özellikle hayat eve sığar ya da hayat hangi eve sığar üzerine yaşanan tartışmalar (1,2) da bu durumun değişkenlerini gözler önüne sermektedir. Küresel çapta karantina söylemlerine rağmen halen işlerine gidip gelmek zorunda olan milyonlarca insan, Fanoncu perspektiften Yeryüzünün Lanetlileri bu süreci izole olamadan yaşama durumunda kalmaktadır.

Google Haberlere Abone ol

Esra Karadaş* 

Bu yazıyı yazmaya niyetlenmeden önce yüksek lisans tezimi yazarken ilgilendiğim alan olan Gated Comminities (3) literatürü salgın bağlamında da düşünmemi ve bazı soruları sormamı sağladı. Özellikle Diyarbakır ölçeğinde kapalı sitelerin oluşumunu ve yayılmasını incelerken, odaklandığım temel durum kamusal alanın değişimi ve toplumsal eşitsizlikti. Böyle bir süreçte saha çalışmamı analiz ederken ve tezimi yazarken küresel çapta bir pandeminin yaşanması neoliberal bağlam üzerine bu durumu düşünmemi sağladı. Özellikle geç modern dönemde ortaya çıkan ve neoliberalizmin mekânı olarak tanımlanan bu kapalı siteler yaşanan pandemi noktasında da ilgi çekici bir arka plan sunmaktadır. Simmel’in (2003) kalabalığın toplumsal mekânı olarak tanımladığı metropoller şu an için pandemi korkusunun en yoğun yaşandığı ve insanların giderek buralardan kaçmayı arzuladıkları mekanlara dönüştü. Metropoller terk edilirken ve bireyler kamusal alandan çekilip özel alana sığınırken bu süre içinde Simmel’in tanımladığı şekilde nevrastenik semptomlar da oluştu. Simmel Metropol ve Tinsel Hayat’ta bu durumu "metropol tipi kişiliğin ruhsal temelini, bireyin sürekli uyaranlar tarafından yoğunlukla uyarılmasına" bağlamaktadır. Bu durum kişide asabiyet ve anti sosyal bir durumu doğurmaktadır.

“Modern asabi kişiliğin 'ruhsal önkoşulların' yaratan, metropolün kendisidir– 'sokaktan her geçişte; iktisadi, mesleki, toplumsal hayatın hızında ve çeşitliliğinde'. Hep yeni olan ya da sürekli değişen izlenimler, doğrudan kesintisiz duyu bombardımanı, en uç biçiminde, nevrastenik kişiliği yaratır- kişi en sonunda, peş peşe akın eden bu izlenimler, karşılaşmalar silsilesiyle başa çıkamaz hale gelecektir. Bu durum, bireylerin toplumsal, fiziksel çevreleri ile kendileri arasına mesafe koyma girişimleriyle sonuçlanır.” (Simmel, 2003)

Simmel bu çözümleme ile modern bireyin ruhsal arka planını tanımlarken, bu durumun agorafobi olarak tanımlanan kamusal alandan çekilme haline dönüşeceğine vurgu yapmaktadır. Özel alana çekilme hali, beraberinde bireyin yaşamını kolayca idame ettirme, çalışma zorunda hissetmeme gibi bazı gereklilikleri de getirmektedir. Özellikle kapalı yerleşim yerlerinde bulunan bireyler için durum daha kolay yaşanmaktadır. Sosyal donatı alanları olsun, giriş çıkışın kontrol edilebilirliği olsun ya da burada barınabilme açısından ekonomik açıdan refah seviyesinin yüksek olması olsun, bu gibi avantajlar bu epidemik süreçte kolaylıklar sağlamaktadır. İşçi ve kent yoksulları için ise bu karantina durumunun bu kadar kolay olmadığının farkındayız (4). Tarihten örneklere baktığımızda da yoksul kesimin ya da işçi kesimin kaçınılan, salgını bulaştırabilecek kişi olarak uzak durulmak istenen kesim olduğu aşikardır. Kent mekânı özelinde ayrışmanın açık bir şekilde yaşanmasına ek olarak bu epidemik korku halinin yaşattığı bireyler arası gerilim bu durumu daha da yoğunlaştırmaktadır. Dolayısı ile Sennett’in analiz ettiği çerçevede kamusal alan mefhumuna baktığımızda, kamusal alanın giderek narsisizm ve cemaatleşme bağlamında dönüştüğünü ve belki de öldüğünü görmekteyiz. Kentsel anlamda Sennett’in kamusal alan-özel alan analizi kentsel alanın kapitalizm ve neoliberal politikalar aracılığıyla dönüştüğüne işaret etmekte ve kent tasarımın bireyi ve kamusal alanı çözen bir mekanizmaya dönüştüğünü söylemektedir. Dolayısıyla bu istisna hali yani epidemi, post epidemik süreçte bireyde psikolojik olarak izler bırakıp bırakmayacağı merak konusudur.

Kamusal alandan çekilme dinamiklerine baktığımızda, durumunun bazı istisnai durumlar için askıya alınabildiğini de görmekteyiz; para ekonomisi. Para ekonomisinin merkezi olarak tanımlanan metropolde, özellikle epidemi sürecinde bireyler, kurumlar arası temasın ana kaynağı olan para ekonomisi, neoliberalizmin iktisadi ve toplumsal veçhesine (Dardot. & Laval, 2018) referans vermektedir. Yerel ölçekte alınan kararlara baktığımız zaman, 20 yaş altı ve 65 yaş üstünün sokağa çıkma yasağı getirilmesi ve daha sonra alınan karara binaen 20 yaş altı çalışan kesimin bu yasaktan muaf tutulması aracılığıyla ekonominin durdurulmamaya çalışılması neoliberal yönetimselliğin izlerini taşımaktadır. Dolayısıyla bu durum somut olarak bir taraftan orta ve üst sınıfın evlerinde izole olduğu, kırsala yöneldiği durumu doğururken, diğer taraftan alt sınıf ve işçi kesimin çalışmak durumunda olduğu distopik bir sistemi net bir biçimde görünür hale getirmiştir.

Küresel ölçekte devlet erki tarafından bireylerin toplumdan yalıtılması gerekliliği söylemleri ile ilintili bir biçimde düşünüldüğünde, çalışan kesimin bireysel olarak kendini toplumdan izole edecek aygıtlara ve imkanlara sahip olmaması da toplumsal eşitsizliğin emarelerini göstermektedir. Mevcut ekonomi-politik zeminde düşünüldüğünde, güvende olma ya da güvenlik algısı da neoliberal politikalarla uyumlu olarak yeni güvenlik sistemlerine içkin bir forma dönüşmektedir. Bireyin bu güvensizlik iklimi içinde hangi araçlara sahip olduğu, kendini nasıl muhafaza ettiği ve en önemlisi kendi güvenlik sistemini satın alıp alamadığı temel soruların başında gelmektedir. Güvenliğin ve güvende hissetmenin metalaşması doğal olarak sınıfsal bir çatışma ortamına da zemin hazırlamaktadır. Toplumsal eşitsizlik ve sınıfsal ayrışmanın böyle epidemik bir iklimde somut bir biçimde görünür hale gelmesi Modern Kültürde Çatışma’yı da gözler önüne sermektedir.

Son kertede üzerine düşünülmesi gereken iki durum söz konusudur; birincisi, bireyin epidemik süreçten sonra agorafobi ile nasıl yaşayacağıdır. İkincisi ise, güvenlik ve sağlığın metalaştığı bir düzlemde birey serbest piyasa ekonomisinden ve serbest rekabetten alacağı zararlardır.