Küresel kalkınma, sağlık hizmetlerinin kamusal niteliği ve küresel mal olarak sağlık

Korona virüsünden sonra yeni bir dünyada olacağız. Herkes yeni dünyayı politik çıkarlarına göre şekillendirmeye çalışacaktır, ama asıl olan insani ve insan için bir tercih yapmak, daha sağlıklı bir dünya yaratmaktır. Bu bir temenni, ama insanlığın karanlık yüzü de ortaya çıkabilir. Mesela ırkçılık artabilir, Avrupa sağ ve muhafazakar kesimi Çinlileri veya göçmenleri suçlayabilir. Bu insanlığın karanlık tarafıdır...

Google Haberlere Abone ol

Ömer Aras* - [email protected]

Temiz içme suyuna erişimi olmayan, evsiz ve yeterli yeterli beslenemeyen toplumlar mevcutken, küreselleştiğimiz, liberalleştiğimiz, Mars'a gitmeye hazırlandığımız ve savaş araçlarına devasa yatırımlar yaptığımız bugünlerde korona virüsüyle başımız dertte.

Küreselleşmeyi, ekonomik aktiviteyi ulusal sınırların ötesine taşıma olarak ifade etsek de tutarlı bir tanımı veya tutarlı bir yaklaşımı yoktur. Uluslararasılaşmanın önemli bir parametresi ticaret olsa da, bununla beraber sağlık, eğitim ve örgütlenme de dolaylı yoldan ihraç edilebilir. Mal ve hizmetlerin üretim ve dağıtımı dünya ekonomileri arasında entegrasyonu sağladığı bir gerçektir.

Uluslararasılaşan ve liberalleşen ulus devletlerin, bağımsız yerel politikalarını yürütme konusundaki rol ve gücünde göreceli bir azalma olacağı muhakkaktır. Uluslararası ticaretin üçte ikisinin çok uluslu şirketler tarafından yapıldığını göz önüne alırsak, uluslararası piyasa rekabetinin ulus devletlerin rolünü azalttığını görürüz. Küreselleşmenin sosyal ilişkilerde dünya çapında bir yoğunlaşma ve derinleşme sağladığı da bir gerçektir. Örneğin; küresel düzeyde örgütlenme, küresel düzeyde siyasi partilerde faaliyet gösterme, küresel düzeyde sivil toplum örgütleri faaliyetleri yürütme mümkün hale gelmektedir.

Ulusal ekonomiler hiçbir zaman bu kadar dışa bağlı hale gelmemişti. Uluslararası finans kuruluşları, hükümetlerin bağımsız parasal ve mali politika üretme kapasitelerini azaltarak neoliberal politikalarını hayata geçirmeye zorladığını söyleyebiliriz. Geçen 30-40 yıllık süreçte Keynesçi paradigmadan Neoklasik paradigmaya kayış olduğunu tüm dünya çapında tutarlı bir şekilde gözlemledik. Bu bir rastlantı değildir. Ulusal hükümetlerin bağımsız politika seçimlerinin bir sonucu olarak görmek zordur. 1970’ten beri yavaş büyüme ve iktisadi durgunluk hususu hükümetleri Keynesçi politikaları terk etmeye zorladı.

Elbette özgürlüğü koşullar belirler. Özgürlük farklı alternatifler arasında seçim yapabilme yeteneği ve kapasitesidir, diye tanımlayacak olursak eğer hükümetlerin farklı bir alternatifi seçme kapasitesi de yoksa özgür değillerdir.

Demokrasi açısından bu olaylara bakacak olursak, merkezi yönetimlerin her yere yetişmesi çok zor olduğundan yerel yönetimlerin güçlendirilmesi bir zaruriyettir ve kaçınılmazdır. Dünya küreleşirken yereldeki sorunlar ıskalanıyor. Bazen de yereldeki bir sorun küresel boyutta bir sorunsala dönüşüyor.

Çin’nin Wuhan kentinde bir vahşi hayvan pazarında ortaya çıkan bir ölümcül virüs kısa sürede küresel boyutta devasa bir sorun haline geldi. Covid-19 salgınında neoliberal politikalardan taviz vermeyen hükümetlerin başarısı-başarısızlığı ortada.

İnsanlık tarihine baktığımızda kıtlık ve felaketlerin savaşlardan daha fazla kayıplara ve acılara yol açmış olduğunu görürüz. Salgınlar ve bulaşıcı hastalıklar Sümerlerin ortadan kalkmasında rol oynamış, Mısır medeniyetine büyük zararlar vermiş, ordularının Levant'tan geri çekilmesine yol açmış. Hititleri sonlandırmış. Büyük İskender, Perslere saldırırken, Persler çok sayıda asker toplamış ama askerler arasında dizanteri ve sıtmanın yayılması Pers ordusunun kırılmasına ve yenilmesine neden olmuştur. Büyük İskender’in ensefalitten ölümü, İslam ordularının veba döneminde Avrupa’ya akınlar düzenlemesi ve kırılmaları epidemiler sonucuydu. Ortaçağda veba salgınları Avrupa kıtası başta olmak üzere birçok yeri yakıp yıkmış. Milyonlarca insanın ölümüne yol açmış. Kara veba olarak bilinen bu hastalık Çin’den Avrupa’ya hayvan derileri ihraç edilirken, bu derilerle birlikte veba etkeni (Yersinia pestis adlı bakteri) de taşınmıştır. Mikroorganizmaların (virüsler, bakteriler) insan medeniyetlerini, davranışlarını çağlar boyunca etkilediğini görüyoruz. Savaşlardan daha büyük yıkımlara ve ölümlere yol açmış. Örneğin sadece 20. yüzyılda çiçek pandemisi 300 milyon insanın ölümüne neden olmuş. Bu rakam I. ve II. dünya savaşlarının toplamından daha çok insan ölümü demektir.

Geleneksel tarih, savaş, sefer, askeri, politika, krallık, imparatorluk, din, ekonomi, bilim, sanat ve sömürge ile ilgili eğilim gösterirken çok önemli bir şey kaçırıyor epidemiler, pandemiler, tıp ve ilaç. Salgınların tarihin akışında büyük rolleri varken, tiranlar, krallar ve nihayetinde devletler savaş araçlarına, savaş ekonomilerine daha çok yatırım yapmışlar. İngiliz tıp tarihçisi Prof. Roh Porter (1946-2002) "Bu anlamda tıbbın tarihteki ve günümüzdeki yeri iyi anlaşılmalıdır" der. I. ve II. Dünya Savaşı, Sanayi Devrimi, bilgisayarın icadı gibi bazı olaylar dünyada kelebek etkisi yaratmış ve tüm tarihi değiştirmiştir. Bu olaylar o kadar etkili olmuşlardır ki birçoğu yaşanmasa veya farklı sonuçlansa bilinen tarih tamamıyla farklı olabilirdi.

Korona virüsü salgını dünya çapında milyonlarca insanın yaşam şeklini önemli ölçüde değiştiriyor ve bu değişimlerin çoğu kalıcı olabilir. Tarih boyunca hastalıkların, hanedanlıkların çöküşlerinden sömürgeciliğin artışına ve hatta iklimin soğumasına kadar uzun süreli büyük etkileri olmuştur.

Salgın hastalıklar tarihi uzmanı Profesör Frank Snowden'a göre bu tip salgınlar "rastgele" ortaya çıkmıyor. Snowden'e göre insanların doğal yaşama müdahalesi, kentleşme ve küreselleşme ile devletlerin hazırlıksız olması bu sağlık krizinin küresel bir krize dönüşmesine neden oluyor. Diğer deyişle "doğal yaşamı bozmamalıyız ekosisteme zarar vermemeliyiz" diyor. Bugün 8 milyar kişinin yaşadığı demografiyle, devasa kentleşme ve mega şehirlerin oluşumuyla, bu bölgelerin kitlesel ulaşım hatları ile birbirlerine bağlanmasıyla modern bir toplum yarattık. Bu da doğa ve hayvanlar alemiyle ilişkimizi değiştirdi. Ebola virüsü, ormanlardaki ağaç gövdelerinde yaşayan hayvanlardan çıktı. Ormanların yok edilmesi onların da daha önce yaşadıkları yerlerin yok olması demektir. Ve şimdi de Wuhan'da bir vahşi hayvan pazarından yeni tip korona virüsü çıktı, insana bulaştı ve oradan çok kalabalık bir kent toplumuna geçti. Küreselleşen dünyamızda virüsün başka şehirlere ve kıtalara geçişi çok zor olmadı. Korona virüsünün bize hatırlattığı zayıflıklarımız, eşitsizliklerimiz ama ayine aynı gemideyiz. Korona virüsü bize ayna tuttu, kendimize bakmamızı sağladı ve daha çok şey anlatıyor.

Covid-19 salgınının olduğu bu günlerde tüm dünyanın hazırlıksız olduğunu görüyoruz. Neoliberal hükümetlerin savaş ve askeri alanlara yaptığı devasa yatırımlar, savunma sistemleri bizi bu saldırıdan koruyamıyor. Her gün binlerce can gidiyor. Gelecek günlerin nasıl olacağını hiç kimse kestiremiyor. Neoliberal kapitalist sistemin yeniden yapılanma sonuçlarını ağır bir şekilde deneyimliyoruz. Neoliberal politikalardan taviz vermeyen hükümetlerin geldiği nokta insanlığı sarsmıştır. Küreselleşme, en çok ekonomik aktiviteyi uluslararasılaştırdığı içindir ki, uluslararası hareketlilikle Covid-19 salgınının kısa sürede tüm dünyaya yayıldığını görüyoruz. Bu durum küreselleşen tüm ekonomilerin birlikte çökmesine yol açmayacağını şimdiden bilemeyiz. Ayrıca birçok ülkede Covid-19’un neredeyse eş zamanlı görülmesi, ülkelerin birbirine yardımını ve işbirliğini zorlaştırıyor, hepsini zayıf düşürüyor. Birbirlerinin maskelerine el koymaya başladılar.

Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), korona virüsü ortaya çıktıktan haftalar sonra ancak küresel düzeyde acil durum ilan etti. Halbuki bilimin çok geliştiği ve bilgi paylaşımının bu kadar kolay olduğu günümüzde DSÖ bu virüs dehşetini çok önceden tahmin etmeliydi diye düşünüyorum.

Dünya genelinde sağlık alanında işbirliği ihtiyacı, 19. yüzyılda Avrupa kıtasında yayılan kolera salgının ardından ortaya çıkmıştır. Paris’te uluslararası ilk sağlık konferansı 23 Temmuz 1851 yılında yapılıyor, ama DSÖ resmen 7 nisan 1948 tarihinde kuruluyor. Uluslararası düzeyde sağlık çalışmalarını en iyi şekilde yürütmek, her topluma sağlık hizmeti sunmak amacında ama korona virüsüne hazırlıksız yakalanıyor. Aradan geçen bunca zamana rağmen birçok toplumda test kiti bile bulunmuyor. Her topluma eşit seviyede sağlık hizmeti ulaştırılmadığı da ortada.

Korona virüsünden sonra yeni bir dünyada olacağız. Herkes yeni dünyayı politik çıkarlarına göre şekillendirmeye çalışacaktır, ama asıl olan insani ve insan için bir tercih yapmak, daha sağlıklı bir dünya yaratmaktır. Bu bir temenni, ama insanlığın karanlık yüzü de ortaya çıkabilir. Mesela ırkçılık artabilir, Avrupa sağ ve muhafazakar kesimi Çinlileri veya göçmenleri suçlayabilir. Bu insanlığın karanlık tarafıdır, aydınlık tarafı ise doğaya uyumlu, ekosistemleri koruyan, ekolojik şehirler inşa eden, daha yaşanılabilir bir dünyanın tüm yoksul halklarına sağlıklı bir yaşam sunan yeni bir dünya yaratmaktır. Evet bundan daha iyisini yapabiliriz. Yeniden yapılanma sağlayabilir, kuralları değiştirebilir ve daha insani, uzun vadede bu olaylara karşı daha dirençli bir dünya yaratabiliriz.

Bunun için sağlık politikaları yeniden yapılandırılmalıdır. Koruyucu sağlık politikaları geliştirilmelidir ve yeterli bütçe ayrılmalıdır. Acil durum ve tedavi hizmetleri için yapılan harcamaların koruyucu sisteme aktarılması en iyi çözümdür. Örneğin; Ebola, Batı Afrika'da kaynak yönünden en yoksul üç ülkede görüldü. Bu ülkelerin sağlık hizmetleri için altyapısı yoktu. Bu üç ülkede etkin sağlık sistemleri oluşturulmuş olsaydı, bunun maliyeti Ebola'yla mücadeleye harcanan fon kadar olacaktı.

İşsizliğin artması da yetersiz beslenme, sağlıksız barınma vs. anlamına geliyor. Bu gibi zamanlarda da yoksul kesimlerin daha da zayıfladığını söyleyebiliriz. Yoksulluk beraberinde başka toplumsal sorunlar getirecektir. Turizm gibi bazı sektörlerin çöktüğü görülüyor. Bunun da Hindistan, Tayland, Brezilya gibi ülkeler üzerinde çok büyük etkileri olacaktır. En büyük trajedilerin henüz yaşanmadığını düşünenler olabilir. Kaynakları yetersiz olan, barınma, beslenme, temiz içme suyu olmayan Afrika kıtasındaki bazı toplumlar önceliği hijyen ve virüsten korunmak olabilir mi?

Metropollerde salgınla mücadelede "sosyal mesafe", ‘’el yıkama’’ ve ‘‘maske takma’’ tavsiyeleri yapılıyor. Yoksul toplumlar bunu ne kadar pratiğe geçirebilir? Örneğin; Mumbai'de veya Brezilya'nın favelalarında, Soweto'nun kasabalarında evsizseniz, suya, hijyene erişiminiz yoksa, bir odanın içinde üç aile yaşıyorsanız, bir mülteci kampındaysanız veya hapishanedeyseniz bu sosyal mesafeyi ve el yıkama tavsiyesini nasıl uygulayabilirsiniz ki? Bu salgının, bizim yoksulluğumuzu ortaya çıkaracak bir salgın olduğunu görebiliyoruz. Bu yalnızca insani olmamakla kalmıyor, aynı zamanda "aydınlanmış kişisel çıkar" tezine de uymuyor. Çünkü dünyanın yoksulları bir felaket yaşıyorsa bu çok büyük güvenlik sorunlarına, salgın hastalıklara neden olur ve gelişmiş ülkelerin pazarları olma ihtimalleri kalmaz.

*Mardin Artuklu Üniversitesi Yüksek Lisans Öğrencisi