Koronada psikolojik dayanışma

Korona, ani bir öz farkındalığa neden oldu. Çünkü ölüm bilinç-dışı olarak hayatımızda yer alır ve kapımızı çalana kadar, yaşam onu inkâr ederek sürer. Ancak aniden olması ve Çin'deki görüntüler, kitlesel bir kriz yarattı.

Google Haberlere Abone ol

Caner Özdemir*

Varoluşsal açıdan elzem günlerden geçiyoruz. Irvın D. Yalom'un Varoluşçu Psikoterapi kitabındaki tezler ölüm, karantina ve sorumluluğa dair çok şeyi anlatıyor. Bu yazımda hem Yalom’dan hem de varoluşçu psikolojiden bakarak, koronayı ele alacağım.

Hegel'in dediği gibi gerçekte tarihin kendisi, insanın ölüm karşısında ne yaptığıdır. Ölüm korkusunu hem hissediyor hem de onun varlığında, karantinada hayatımızı sürdürüyoruz. Salgınlar insanların birbirine şüphe ile bakmasına neden olur. Unutmayalım ölüm korkusu da salgın gibidir. Belirsizlik ortamında bir virüs gibi hızla yayılır.

Eğer bu endişe temel düzeyde kalırsa, korona karşısında kendimizi korumamıza yardımcı olur. Daha fazlası ya korona sonrasında ya da şimdi kaygı bozukluğuna neden olur. Öyle ki korona olmadığımız halde yoğun stres, koronanın semptomları olan nefes darlığına ve halsizliğe neden olur. Bu sahte belirtiler de kişinin yanılmasına neden olur.

Korona, ani bir öz farkındalığa neden oldu. Çünkü ölüm bilinç-dışı olarak hayatımızda yer alır ve kapımızı çalana kadar, yaşam onu inkâr ederek sürer. Ancak aniden olması ve Çin'deki görüntüler, kitlesel bir kriz yarattı. Üstüne, yapılan suistimaller ve karantina konusundaki duyarsızlık, insanların bu süreci daha hasarlı geçirmesine neden oldu. Bu duyarsızlığın temelinde ölümün inkârı vardır. Bu inkâr da sorumluluğun inkârına dönüşmektedir.

SUÇ VE SORUMLULUK

İtalya'da doktorlar, yatak sayısının az olmasından dolayı gençleri tedaviye alırken yaşlıları alamıyor. Yaşlılar bir anlamda gençlerin yerine ölüme gidiyor. Evet gençlerin bir gün öleceği gerçeğine son vermiyorlar ama uzun yıllar yaşamasına imkân veriyorlar. Belki başkalarının belki de kendilerinin, karantinadan kaçma sorumsuzluğunun bedelini ödüyorlar.

Bütün bunlara tanıklık ederken, istediğimiz kadar bastırmaya çalışalım ölüme yaşıyoruz. Ancak bir gerçek var ki aynı günlerde aynı nedenden olsa da milyonlar tanıklık etse de insanlar yalnız olarak ölmekte.

İşte bu kaotik ortamda, bilinmeyen her zaman endişe verir. Ana rahminden bu yana hiç izole olmamış, yalnızlıktan korkan, yalnızlığı olumsuzlayan ve kalabalık aile kültürünün olduğu bir toplumu, karantina konusunda ikna etmek kolay değil. Bu yüzden, karantina için devlet toplumu önceden hazırlamalıydı. Ancak bu durum karantinadan kaçmayı normalleştirmez. Karantinadan kaçmak ya da kaçırmak insanın hem topluma hem de kendisine karşı da işlediği bir suçtur.

Umre dönüşü karantinadan kaçan bir vatandaşın, polisin yüzüne tükürmesi, şu zamana kadarki en trajik olaydı. Bu davranış ironik gelebilir. Ancak bugünün ben-merkezci/pragmatik inanma biçiminde, insanlar topluma karşı bir sorumluluk almamakta, dine ve tanrıya ölüm sonrası daha iyi bir hayat yaşamak için inanmakta. Yani sorun inanmanın toplumsal olmaktan çıkıp, ben merkezci hale gelmesidir.

Bu tür olayların yanında, bilimin öne çıkması ve birçok ülkede ibadethanelerin kapatılması, yaratıcı-koruyucunun nasıl anlamlandırılması gerektiğini de düşündürecektir.

KARANTİNA: VAROLUŞSAL YALITIM, STRES VE YAŞAM

Karantinaya varoluşsal yalıtım anlamını veren, insanın toplumsal birleşmeden çıkmasıdır. Bu durum, insanların onayı olmadan ama onların vahşi yaşama girmesiyle gerçekleşti. Doğaya verdiği zararla hazırlıksız yüzleştiği ve ani duygusal tepkilerin verildiği bir ortam oluştu.

Korona ile insanlar toplumsal yaşamdan ayrılarak, doğa karşısındaki çaresizliğini fark etti ve sınırlarını öğrendi. Örneğin, çocuk ve torun sahibi olmak bilinçdışında, ölümsüz olmanın bir parçasıdır. Ancak şimdi yaşlı bir insanın onlara sarılması ölüm riskini içeriyor. Bu yüzden, varoluşsal bir parçalanma söz konusu. Ayrıca evde kalmak, gençlerin potansiyelini bastırsa da sınırları ölçüsünde yaratıcı olmaya da zorlamaktadır.

Bu sürede, ölüm korkusu cinsellikle bastırılabilir ve bir savunma duvarı oluşturabilir. Ancak, zorlantılı gerçekleşen cinsellik de gerçek ilgiyi bozar ve derinliğini kaybeder. İşe gitmeyen çiftler, her zamankinden daha fazla beraber vakit geçirdiği için artan stresin etkisiyle, geçmişte yaşanan problemler ya da çözülmemiş sorunlar tetiklenebilir ve aile içi şiddet meydana gelebilir. Bu yüzden çiftler birbirlerine konsantre olmak yerine, sadece gerektiğinde iletşim halinde olmalı ve evde yapılabilecek daha önceden erteledikleri/yapamadıkları ne varsa üstüne düşmelidir. Ayrıca dans gibi hem deşarj hem de bağlılığı arttırıcı fonksiyonu olan etkinlikler faydalı olacaktır.

Karantinada hareketsiz yaşam toksinlerin vücutta birikmesine ve depresyona zemin hazırlamaktadır. Bu da ev içinde insanların birbirlerine stres bulaştırmasına neden olmaktadır. Egzersiz yapmak toksinleri atmaya, sanatsal şeylerle uğraşmak da stresin azalmasına yardımcı olacaktır. Kısacası çiftler birbirleriyle iletişim kurarken, hangi konunun huzursuzluk yaratacağını, neyin evde iyi zaman geçirmeye faydalı olacağını önceden düşünerek hareket etmelidir.

Hepimiz farkında olmalıyız ki en gerçek korkumuz olan ölümle yüzleşirken, dayanışma da yaşama ve yaşatma bağlamında bugün daha gerçek. Karantina her ne kadar ayrılık anlamına gelse de aynı zamanda kendimizi ve sevdiklerimizi yaşatmanın da ön koşulu.

Korona bir gün bittiğinde, belki geriye değişen kişilik yapıları ve kaygının verdiği hasar kalacak. Ancak yaşamanın ve yaşatmanın sorumluluğunu alanlar, kendisini yeniden doğmuş gibi hissedecek.

DAYANIŞMAYI ZEDELEYEN FAKTÖRLER

Dayanışmanın toplumsallaşması için korona, Türkiye’nin toplumsal fay hatları üzerinden geçmemeli. Örneğin,TV'de bir siyasal bilimcinin; ‘’Suriyelilere 50 milyar dolar harcadığınızı söylerken, kendi insanınıza 15 milyar dolar kadar neden ayırıyorsunuz? ‘’ söylemi, içinden geçtiğimiz sürece hiçbir katkı veremez. Aksine, stresli bir ortama daha da stres yükler.

Koronayı Çin virüsü olarak adlandırmak, ırklara ayırarak açıklamalar yapmak ve genlere dayanarak Türkiye'nin daha az etkileneceğini iddia etmek hem Çinlileri kriminalize etmekte hem de toplumun bir kesimine tehlikeli bir özgüven vermektedir. Böyle bir özgüven de hastalığı yaygınlaştırır. Unutmayalım toplumda hastalıkları inkar etmek ve bana bir şey olmaz alt yapısı çok yaygın.

Son olarak, salgını fırsat bilerek nitelikli doğal alanların yapılaşmaya açılması hem doğaya müdahale konusunda dersler çıkarılmadığını gösterir hem de bu konuda duyarlı olan kesimleri gerebilir. Bu yüzden tüm kararlar ve atılan adımlar, salgının yaygınlaşmasını önlemek ve dayanışma ortamını sağlamak üzerine olmalıdır.

Dayanışmayla ve sağlıkla...

*Eleştirel psikolog ve psikoterapist

Etiketler salgın virüs korona