Viktor Orban : Faşizm piş, ağzıma düş

Macaristan gibi uzun yıllardır neofaşistler tarafından yönetilen bir ülkede olan bitenlere bakarak umudunuzu yitirmeyin. “Bak hele Avrupa’nın göbeğinde bile neler oluyor” diye karamsarlığa kapılmayın.

Google Haberlere Abone ol

Özgür Çoban*

Zamane faşistleri, fırsatçılık ve hırsızlıkta fena halde mahir. Damadı ve yakın çevresiyle Macaristan’ı soyup soğana çeviren neofaşist Başbakan Viktor Orban, şimdi de virüs salgınını bahane ederek ülkeyi kararnamelerle yönetmeye hazırlanıyor.

Bu kararnameleri, hırsızlık ve faşizm kokan bataklığını yaymak için kullanacak kuşkusuz. Orban’ın, cehalet ve nefretten müteşekkil varlığıyla AB içerisinde uzun zamandır huzursuzluğa neden olduğu bir sır değil.

Birbirlerinin mütemmim cüzü olan nepotizm, kleptokrasi ve oklokrasinin birlikte hüküm sürdüğü ülkelerde, günlük yaşamın her alanını gasp eden, eş/dost, akraba ilişkileri üzerinden şekillenen sapkın bir monarşinin türemesi tesadüf değildir. Doğal seyri gereği bu yolculuk despotizmde sona erer. Bu arada, siyasi muktedirler ve sermayedarlar, ülkenin milli servetini yağmalarken vatandaşın payına acı, gözyaşı ve sefalet düşer.

Bu akımın en gözde ve aksiyoner temsilcilerinden olan Orban’ın, siyasi stratejisinin temel olarak iki sacayağı bulunuyor. Bunlardan birincisi, mülteci meselesi örneğinde olduğu gibi AB’nin sorunlara birlikte çözüm üretme kapasitesini budama, ikincisi ise iç siyaset uygulamalarında AB’nin insan hakları ve evrensel hukuk ilkelerine dayalı değerler sistemini bilinçli ve sürekli olarak iğdiş etmek.

Kararname meselesi daha çok ikinci sacayağı ile ilgili. İktidara geldiğinden bu yana liberal demokrasiyi parça parça yok eden Orban, üçte ikisini elinde bulundurduğu parlamentodan aldığı süresiz ve sınırsız kararname çıkarma yetkisiyle son darbeyi vurdu ve AB’nin tam orta yerinde nevi şahsına münhasır minik bir dukalık oluşturmayı başardı. İşin kötüsü Orban, böyle bir yetki istediğinde hiç muhalefet etmeyen “muhalefet”, “ya bari bir süre sınırı koyalım” falan diye hafiften cızırdasa da zaten bir hükmü olmadığını bildikleri için sonsuza kadar susmayı tercih etti.

Gazete Duvar’da geçen hafta yayımlanan, “Avrupa Panoraması: Virüsten faşizm çıkar mı?” başlıklı makalemde sorgulamak istediğim tam da buydu. O makalede mealen, “AB’nin demokrasiye tüm kurumlarıyla güçlü bir şekilde sahip çıkması gerekiyor. Dayanışmayı büyütelim, demokrasiyi sadece bu kurtarır” demiştim. AB için işte tam da demokrasiye sahip çıkılması gereken an bu an.

MAFYA DEVLETİNE DÖNÜŞTÜRDÜ

Konuya kısa bir ara verelim ve size biraz neofaşist Orban’ın Macaristan’ından söz edeyim. Orban, ülkede öylesine derin bir yolsuzluk ve rüşvet ağı oluşturdu ki bazı sosyologlar bu durumu, “mafya devleti” ifadesiyle eşleştiriyor. “Mafya devleti” tanımlaması, esasında Orban’ın aile, arkadaş ve parti çevresinden iş insanlarının, çoğunlukla kirli ve şeffaf olmayan yollarla zenginleşmelerine işaret ediyor. Orban, iktidarı ele geçirdiğinden bu yana tüm muhalif kesimlerin sesini bastırarak yönetmeye devam edebileceği bir sistem kurmayı hayal ediyordu. Buna da sözünü ettiğimiz kararnameler düzeniyle bir anlamda ulaşmış oldu.

Tam da bu nedenle bugün Macaristan’da en fazla konuşulan şey “yolsuzluk”. Örneğin, Orban’ın damadının, AB’nin projeler için gönderdiği 40 milyon euroyu çeşitli dalavereler çevirerek yutmuş olması, gündemi yoğun şekilde uzunca bir süre meşgul etmişti. Özü itibarıyla Orban’ın partisi, ülkenin yağmalanmasına aracılık eden organize hırsızlık çetesi benzeri bir yapı görüntüsünde.

Bununla birlikte, ülkede en çok sıkıntı sağlık alanında yaşanıyor. Sağlık sisteminin çökmek üzere olduğu yazılıp çiziliyor ancak Orban, buraya el atmak yerine her biri yüz binlerce euro tutarında gereksiz propaganda şovlarıyla milleti uyutmaya çalışıyor.

ÖZGÜR MEDYA SİZLERE ÖMÜR

Bu yeni kararname sistemi ayrıca, basın üzerinde süregiden ağır baskıları bir çeşit prangaya dönüştürüyor. Yeni düzen, gazetecilere bol bol mahpusluk vadediyor. Hükümetin kontrolündeki yargının, hapis cezalarını büyük bir keyifle vereceğine dair şüphe yok. Kapatılan muhalif gazetelerden, susturulan radyolardan ve işten atılan binlerce basın emekçisinden bahsetmiyorum bile. Bundan birkaç yıl önce uygulamaya konulan, ifade özgürlüğünü kısıtlayıcı ve hükümet görevlilerine basın hakları üzerinde istediği kadar tepinebilme yetkisi tanıyan yasa, medya üzerinde zaten “tam denetim” dönemini başlatmıştı.

Bu süreçte, Macaristan’da çok sayıda irili ufaklı medya organı para bulamadığı için kapanırken ve binlerce muhalif medya emekçisi ekmeğini kaybederken, hükümete yakın –medya organı demek istemiyorum- şeylerin sayısında patlama yaşandı. Buna ek olarak bölgesel yayın yapan onlarca basın kuruluşu da yine hükümete yakın iş adamları tarafından satın alındı.

Macaristan, yaşanan bu antidemokratik süreçlerle birlikte, ABD merkezli düşünce kuruluşu Freedom House’un, ülkelerin 2019 yılı temel özgürlük seviyelerini gösteren, “Dünya Özgürlükler Raporu”nda, “özgür ülke” kategorisinden “yarı özgür ülke” kategorisine geriledi. Raporda buna gerekçe olarak, “Başbakan Orban ve partisi Fidesz'in ülkenin demokratik kurumlarını hedef alması, medya, dini gruplar, akademi, sivil toplum örgütleri, mahkemeler ve özel sektör üzerinde baskı uygulaması” gösterildi.

AB 'YOK SANA PARA' DERSE

Bunun yanı sıra, Macaristan’daki yeni duruma ilişkin Avrupa medyasını taradığınızda, hemen hemen tüm makalelerde aynı söyleme rastlıyorsunuz. “Orban’ın cahil bir fırsatçı olduğu ve AB’nin ona gereken en ağır yanıtı vermesi gerektiği” ifade ediliyor.

Peki, Orban yıllar içerisinde ülkesini adım adım faşizme sürüklerken kafasını kuma gömen AB nezdinde, Macaristan’ı ne bekliyor? İlk etapta şu olabilir, AB Antlaşması’nın 7. Maddesi’nin 3. Paragrafı’nda, üye ülkelerden birinin genel değerlere aykırı hareketlerine ilişkin olarak, “Üye devletin hükümet temsilcisinin, Konsey’deki oy hakları da dâhil, Antlaşmalar’ın bu üye devlete uygulanmasından kaynaklanan haklardan bazılarının askıya alınmasına nitelikli çoğunlukla karar verebilir” ifadesi yer alıyor. Yani cezaya muhatap devlet, AB karar mekanizmalarından dışlanıyor ve para musluğu kısılabiliyor. Özetle kontrolünüz dışında gelişen bir sürece tabi oluyorsunuz.

AB, ekonomik bağlamda doğal olarak Macaristan’ın en önemli ortağı durumunda. İhracat ve ithalat ilişkisinin büyüklüğüne yönelik rakamlar korkunç düzeylere ulaşıyor. O nedenle Orban’ın, her konuşmasında övgüler düzdüğü Çin ve Rusya’dan kendisine yeterli kaynak sağlayacak, iyi birer ekonomik partner olmayacağını bildiğini düşünüyorum.

Eğer AB, Orban’ın bu hamlesine de göz yumarsa, bir değerler topluluğu olma niteliğini yitirir ve Macaristan’da yaşanan bu hastalıklı durum, diğer ülkelere sıçrayabilir. Bu şekilde AB’nin üye ülkeler için bir banka ATM’sinden farkı kalmaz. Parayı alan sırtını döner ve çeker gider. Nitekim AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, Macaristan’ı kastederek, AB üyesi devletlere orantısız kriz önlemleri almamaları yönünde uyarıda bulundu. Macaristan’a yönelik baskı ve yaptırım taleplerinin giderek güçlendiğini göz önüne alırsak, tepkinin uyarı seviyesinde kalmayacağını söyleyebiliriz.

Macaristan gibi uzun yıllardır neofaşistler tarafından yönetilen bir ülkede olan bitenlere bakarak umudunuzu yitirmeyin. “Bak hele Avrupa’nın göbeğinde bile neler oluyor” diye karamsarlığa kapılmayın. Salgın başladığından bu yana hiçbir insani girişimleri olmayan, oraya buraya nefret kusmaya ve yaşananları ellerini ovuşturarak izlemeye devam eden faşistlere, AB’nin demokrasinin arkasında sağlam bir şekilde durduğunu göstermesi için Macaristan örneği iyi bir fırsat.

Sonuç itibarıyla ülkelerinde bu yaşananların sorumlusu, elbette faşist propagandanın gazına gelerek Orban gibi bir cahile ülkenin tapusunu veren Macar halkıdır. Bir bedel ödenecekse onlar ödeyecek. Japon Yazar Haruki Murakami, “Önemli şeyleri elde etmek için o ölçüde bedel ödemek gerekir. Dünyanın kuralı budur” diyor. Öyleyse Macarların, kolayca gözden çıkardıkları ve sahip çıkmadıkları özgürlüklerini yeniden elde etmek için ne büyüklükte bir bedel ödemeleri gerektiğini varın siz hesap edin.

*Gazeteci