Kapatılma psikolojisi, korona virüsü ve hapishaneler

Dünyayla bir biçimde bağı olan insanlar, kendi evlerinde, kendi düzenlerinde, bir dizi olanağa sahip olmalarına rağmen salgından sonra gönüllü ya da gönülsüz kapanma/kapatılma sonucu psikolojik sorunlar yaşamaya başladılar. Bu durum, yıllardır kendi iradeleri dışında kapatılanların, en temel ihtiyaçları karşılanmadan, hiçbir olanak tanınmadan kaldıkları durumda yaşadıkları/yaşayacakları psikolojik sorunlar hakkında bir fikir verecektir bize.

Google Haberlere Abone ol

Gamze Yentür*

Ülkemizde korona virüsü süreci 12 Mart’ta Sağlık Bakanı'nın ilk vakaları açıklaması ile başladı. Bu yazıda amacım bu virüsün dünyayı ahtapot gibi sarmasının ve giderek yayılan tahribatının neden ve sonuçlarını ya da iktisadi, sosyal, siyasal etkilerini irdelemek değildir. Amacım ülkemizde 12 Mart’tan sonra başlayan eve kapanma süreci ile kapatılma duygusunun, yıllardır hapishanelerde uygulanan katı izolasyon/tecrit ile özdeşimini kurmaktır. Hepimiz bu süreçte o veya bu şekilde bu yarı izole halin psikolojik ve ekonomik zorluklarını yaşıyoruz. Nitekim çoğumuz toplumsal hayattan kısmi olarak soyutlanan insanların serzenişlerine şahit oluyoruz. İşte kendimizi sosyal hayattan yalıtmaya çalıştığımız bugünlerde tam ve katı izolasyonun merkezi olan hapishanelerdeki mahpusların durumunu daha iyi anlayabileceğimiz bir döneme girdik.

KAPATILMA VE KORONA VİRÜSÜ

Kapama/kapatılma fiilinin anlamı kişinin/canlının zor yoluyla yerinden, yurdundan, evinden, yuvasından, barınağından alınıp istemi dışında“tutsak” edilmesidir. Bugünlerde gerek hastalıktan korunmak gerekse yayılmasını önlemek amacıyla imkânı olanlar kendini eve kapattı. Kimi lüks villalarına sığınır, kimi yazlıklarına kaçarken, kimi de kendi evinde kaldı. Sınıf farkı hastalık karşısında da kendini gösterdi. 65 yaş üstü ve kronik hastalıkları olanlara sokağa çıkma yasağı getirildi. Yani tam bir izolasyon hali yaşamıyoruz; kendi evimizdeyiz. Dünya ile bağımız özellikle de teknoloji ile birlikte internet ve telefonlar üzerinden küresel bazda devam ediyor. Birçoğumuz yalnız kalmıyoruz. Birçok filmin ve kitabın erişime açıldığı, eğitimin online sürdüğü, online söyleşilerin, sunumların yapıldığı bu koşullarda bile istediğimiz zaman dışarı çıkamamak hepimiz açısından dayanılması güç olmaya başladı. Bu kadar olanağa sahip olmamız bile bizi kapatılmanın psikolojik etkilerinden tamamen koruyamıyor. Bunun yanında devamlı evde olmak hareketsiz kalmak, fiziksel sorunları da beraberinde getiriyor. Aslında karantinayı kendi irademiz ile uyguluyormuş gibi görünsek de zorunluluğun dayattığı bir durum ve istem dışı bir kapatılma hali var. Öyle ki daha ağır bir izolasyon olan sokağa çıkma yasağı tartışmaları da hararetle devam ediyor.

Salgın ile mücadele için başlatılan bu önlemlerin insan psikolojisine etkileri de ortaya çıkmaya başladı. Ucu belirsiz bir süreç olması, salgına yakalanma ihtimali, devamlı eve kapanmak zorunda olma hali kişilerde oluşabilecek psikolojik sorunları gündeme getirdi. Bu etkileri en aza indirmek için insanlar özellikle de yalnızlıktan kurtulmak adına birçok yöntemi deniyor. Telefon görüşmeleri, görüntülü konuşmalar, artan sosyal medya paylaşımları kapatılmanın etkilerini azaltmaya çalışıyor. Özgürlüğün kıymeti şu günlerde oldukça bilinir oldu. Örneğin mahpuslarla mektuplaşanlar bilir: Onlarla yazışırken özgür kaldıklarında neler yapacaklarını sıkça konuşur, hayaller kurarız. Kimi zaman da Ahmet Kaya’nın“Dokunma Yanarsın” parçasının dizeleri mektubun köşesine eklenir.

Şimdi uçsuz bucaksız ovalarda

Adımlarımı saymadan

Geriye dönüp bakmadan, usanmadan, bıkmadan

Deli taylar gibi koşmak istiyorum

Bugünlerde insanlar da tıpkı bu mısralardaki gibi salgından sonra dışarı çıktığında koşmak, doğaya adım atmak, arkadaşlarıyla buluşmak vb. birçok şey yapmak istediğini ifade ediyor. Evde kalmanın etkilerini anlatan çoğu komik videolarda dahi bir süre sonra kişilerin kendileri ile konuşmaları, eşyalarla konuşmaları işleniyor. İnsanlar birbirine dışarı ilk çıktıklarında neyi yapmak istediklerini soruyor, hayaller kuruyor. Eh kapatılmanın yarı izolasyondaki etkileri bile böyleyse; yıllarca tecritte, hapiste kalanlar ne yapıyor dersiniz?

TECRİT: DAR ALANDA FOTOKOPİ YAŞAMLAR-KAPATILMA VE HAPİSHANELER

Dünyayla bir biçimde bağı olan insanlar, kendi evlerinde, kendi düzenlerinde, bir dizi olanağa (internet, istediğini yeme-içme, kısa da olsa yürüyüş yapma, gökyüzünü görebilme, sevdiğine sarılabilme gibi) sahip olmalarına rağmen salgından sonra gönüllü ya da gönülsüz kapanma/kapatılma sonucu psikolojik sorunlar yaşamaya başladılar. Bu durum, yıllardır kendi iradeleri dışında kapatılanların, en temel ihtiyaçları karşılanmadan, hiçbir olanak tanınmadan kaldıkları durumda yaşadıkları/yaşayacakları psikolojik sorunlar hakkında bir fikir verecektir bize.

Hapishaneler, salgın günlerinde bahsettiğimiz yarı izole halden zaman ve mekan yapısıyla, kişisel yaşam alanı ile mahremiyetinin sürekli ve ansızın çiğnendiği yerler olarak ayrılır. Burada amaç insanların ‘rehabilite’ edildiği yerler değil, nesne haline getirildiği mekanlar kurmaktır. Bu sebeple kişinin benlik algısına yoğun bir saldırı yapılır. Devlet bunu tecrit ve tretman dediğimiz yöntemlerle yapmaya çalışır. “Tretman” iyileştirme demektir fakat bu uygulama süreç içinde özellikle devletin kendisine karşı muhalefet eden mahpuslara karşı “benim gibi düşüneceksin” demesinin bir biçimidir.

Hapishaneye düşen kişi hangi suçtan olduğundan bağımsız olarak, devletin belirlediği bir alanda yaşamak zorundadır. Bu alanlar ‘yüksek güvenlikli’ hapishanelerde 4.5’a 2 metre biçiminde hücrelerde, kimisi tek (ağırlaştırılmış müebbet), kimisi üç kişilik, kimi zaman daha fazla kişinin birlikte kaldığı yerlerdir.

Dış dünyadan kopuk olan bu hücrelerde veya koğuşlarda kimi zaman televizyon ve radyo bile bulanmaz, Var olan yerlerde ise idarenin belirlediği kanallar izlenir veya dinlenir. Mahpuslar sadece dış dünya ile değil kendi aralarında da yalıtılırlar. Öyle ki hastaneye gidişler gibi hücreye giriş çıkışlarda karşılaşmamaları, bağ kurmamaları sağlanır. Özcesi tam bir izolasyon hali söz konusudur. Yapılan birçok araştırmaya göre izolasyonun, izole edilene herhangi bir biçimde ‘iyi gelen bir şey olduğunu’ kanıtlayan tek bir bulgu yoktur. Durum özellikle ‘yüksek güvenlikli’ hapishanelerde daha vahimdir. Özellikle ağırlaştırılmış müebbetler ve sık sık hapishane yönetimi tarafından keyfi hücre cezaları ile cezalandırılmaları halinde durum daha ağırlaşır. Yapılan psikolojik araştırmalar kişinin 72 saat bir hücrede tek başına kalıp kimseyle muhatap olmadığı süre zarfında gerçeklik algısını kaybettiği yönündedir. Peki bu durumda bu tip bir cezadan sonra o kişiden nasıl bir sağlıklı davranış bekleyebiliriz?

“Bir hayvan dahi 5 yıl tek başına kapatıldığı zaman deliriyorken, bir de beni düşünün. Tek başıma 16 yıldır 10 metrekare odada tek başımayım. (B.E İzmir 1 No’lu F Tipi – 2000’den beri hapishanede.)”

Hapishanelerde mahpusun zamanı ve mekanı başkası tarafından belirleniyor. Yani içeri düşen kişi kendi zaman ve mekanını belirleme ve denetleme hakkına sahip olamadığından edilgenleşebiliyor. Adalet Bakanlığı, hapishane yönetimi, gardiyanlar hep birlikte belirleyici hale geliyor ve insanı insana tutsak ediyor. Hapishanelerin koşulları ‘görece olumlu’ dahi olsa mahpuslarda bu kapatılma hali yoksunluk hissi yaratıyor. İzolasyonun ruhsal ve fiziksel etkileri çok fazla. Ruhsal ve sosyal olarak en sık rastlanan sorunlar; algı ve duygu bozukluğu, depresyon, dürtü kontrol problemleri, zaman duygusunun yitirilmesi, çevreye ve karşı cinse ilgi kaybı, sosyal kimlik algısında bozulma vb. Fiziksel olarak ise görme ve işitmede problem, viral enfeksiyonların yarattığı tahribat, bağışıklık sisteminin zayıflaması, sindirim sistemi sorunları, tümörlerde büyüme hızı artışı gibi sorunlar büyüyor.

Burada hemen ağırlaştırılmış mahpuslardan birinin sesine kulak verelim; “Sinsi hastalıklar hapishanede çok rahat kuluçkadan çıkabiliyor. Nice arkadaşın sapasağlamken hapishaneye düştükten sonra çeşit çeşit hastalıkla boğuştuklarına şahit oldum. (C.B Tekirdağ 2 No’lu F Tipi-2009’dan beri hapishanede, 2015’ten beri hücrede)”

TECRİT İLE ‘SUÇLULARI ISLAH ETME’ POLİTİKASININ ZARARLARI

Bütün bunlara rağmen siyasi mahpuslar bu tip etkilere farklı şekillerde önlemler almaya çalışıyor. Öyle ya tutsak edilen beden, düşünce/akıl değil. O zaman olabildiğince tecridin etkisini azaltmalı diyerek yazıp, çizmek, iletişim yolları aramak gibi bir dizi iş yapıyorlar. Örneğin; boş bir hücreye atıldıklarında bildikleri bütün şiirleri sesli okuyorlar. Yine volta atarken kendini en kalabalık meydanda yürürken hayal ediyorlar, yan hücre ile bağ kurmaya çalışıyorlar vb. Böylelikle tecridin yıkıcı etkilerini azaltmaya çalışıyorlar. Yine yaşadıkları hak ihlallerine karış hukuksal, fiziksel ve politik mücadele veriyorlar. Siyasi mahpuslar elbette hapishaneleri ve etkilerini biliyorlar. Nitekim olabilecekleri de göze alarak hareket ediyorlar ve temelde talepleri de kişisel değil toplumsal oluyor. Ama adli tutuklu ve hükümlüler için bunu söyleyemiyoruz. Adli vakalarla içeri girenler ses çıkaramadıklarından çoğu zaman daha çok sorun yaşıyorlar.

“20 yıldır hapishanedeyim ve 12 yıldır da tek başıma tutuluyorum. 12 yıldır bir insanla sohbet etmek, çay içmek, gülmek, şakalaşmak olanağım hiç olmadı. Artık kendimi uzayın bir noktasında, tek başıma hissediyorum. Yansıtılamayan, yaşanamayan, paylaşılamayan duygularımla; bastırdığım, yok saymak zorunda kaldığım özlemlerimle; anlamlandırmaya çalışıyorum. Zor olmuyor mu? Of hem de nasıl! Yetmezlikler, olanaksızlıklar, kısırlıklar, tek düzelik, anlamsızlık, hiçleştirme saldırılarından oluşan bir okyanus ortasındayım sanki….. anlamsızlık deryasında anlam avcısı olarak sürekli uğraştayım sizin anlayacağınız. (S. Kırıklar/Buca F Tipi Hapishanesi- 98’den beri hapishanede)”

Gerek mahpusların anlatımları, gerekse konuyla ilgili bağımsız araştırmalar göstermiştir ki, suç ve suçlu kavramı yüzyıllar içerisinde değişse de ‘içeridekiler’ her zaman siyasal iktidarın düşman bellediği kesim ve sınıflar olmuştur. Her dönem farklı biçimlerde cezalandırma şekilleri kullanılsa da, kapitalizm ile birlikte modern anlamda cezalandırma daha çok uzun yılları bulan cezalar ve tecrit ile ‘suçluları ıslah etme’yi amaçlamıştır.

SON SÖZ YERİNE

“Devlet darağacını kaldırmış olsa da idamı kaldırmış değil. Ama artık bunu zamana yayarak yapıyor. Hepsi bu. (C.B Tekirdağ 2 No’lu F Tipi-2009’dan beri hapishanede)”

Nitekim salgın nedeniyle yaşadığımız bu yarı izolasyon hali ile hapishanelerde uygulanan tecrit çok farklılık gösteriyor. Fakat yazıda dikkat çekmek istediğimiz nokta 4.5’a 2 metrelik hücreler yerine farklı olanaklarla evlerde bile kalmakta zorlandığımız bugünlerde mahpusları daha fazla anlamaya gayret etmektir. İnsanları ruhsal, sosyal ve fiziksel olarak olumsuz etkileyen bu cezalandırma sistemini sorgulamaktır. Hapishanesiz bir toplum düşünemiyoruz bile. Öyle ki her toplumsal biçimde hapishane varmış gibi algılıyoruz. Bu algı hapishaneyi ortadan kaldırmak yerine, insanlarda sadece hapishanelerin koşullarını iyileştirme çabası olarak karşılık buluyor.

Oysa bize varlığı kabul ettirilmiş ve aslında bugün suç üreten yerler haline gelen hapishaneler olmadan da bir toplumsallık kurabiliriz. Gelin hep birlikte kapatılmanın etkilerinin anlatıldığı bu yazıdan sonra birkaç soruya cevap arayalım; insanı toplumdan ve özellikle yaşadığı çevresinden soyutlayarak topluma kazandırmak mümkün müdür? Hapishanesiz ve kapatılmanın olmadığı bir toplum nasıl olurdu?

Not: Mektuplardan alıntılar/CİSST Kitaplarından alınmıştır.

*Görülmüştür Ekibi'nden